Sayfalar

24 Haziran 2013 Pazartesi

Zombilerin İstilası

Yaz mevsimi ile birlikte sinemalarda daha çok gişeye yönelik, eğlendirici, izleyiciyi sıkmayan üç boyutlu filmler gösterime girmeye başladı.

Kış sezonunda gösterime çıkacak salon bulmakta zorlanan, bulsa bile yedinci sanat tutkunlarının dışındaki kitle tarafından ilgi görmeyen, gişede yokları oynayan bol ödüllü filmler, birer birer sinemalardan elini ayağını çekiyor, yerini aksiyonu, gerilimi bol, felaket filmlerine bırakıyor.

Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında ödüle doymayan, ‘Zerre’, ‘Güzelliğin On Par’Etmez’, ‘Devir’, ‘Yük’, ‘Umut Üzümleri’, ‘Muhalif Başkan’ gibi yerli filmler geçtiğimiz haftalarda seyircinin kayıtsızlığından, ilgisizliğinden ötürü ancak birer hafta gösterimde kalabildi, afişler erken indi.

Keşke sinemaseverler aksiyonu bol, eğlendirmenin dışında hiçbir amacı olmayan bu tür yabancı filmlerin yanı sıra, özellikle Türk yönetmenlerin ödüle doymayan, gündelik yaşamdaki sorunları irdeleyen, sorgulayıcı bakış açısı ile gözler önüne seren, Türk insanını anlatan başarılı filmlerini izlese, ilgi gösterseydi.

Seyircinin bu filmlere ilgisizliği, kayıtsızlığına karşın, genç kuşak yönetmenlerin kendilerinden beklenen başarılı yapımlara bunda böyle de imza atacağına, övgüye değer filmleri ile Türk sinemasını dünyaya başarıyla tanıtacaklarından kuşkum yok.

Ah, bir de kendi ülkesinde seyirciden yeterli desteği görebilseler öyle güzel olacak ki!

‘Dövüş Kulübü’, ‘Yedi’, ‘Benjamin Butto’nun Tuhaf Hikayesi’’, ’12 Maymun’ gibi unutulmaz filmlerdeki başarılı oyunculuğu ile dikkatleri çeken Brad Pitt’in baş rolünü oynadığı, dünyayı istila eden zombilere karşı verilen mücadeleyi anlatan ‘Dünya Savaşı Z’ sinemalarda görücüye çıktı.

Karısı (Mireiile Enos) ve iki kızıyla mutlu bir yaşam sürdüren, Birleşmiş Milletler’de (BM) çalışan Gerry Lane (Brad Pitt), kendini bir anda hızla yayılarak insanları zombiye çeviren anlaşılmaz hastalık salgınına karşı yürütülen mücadelenin içinde bulur.

Ailesini BM tarafından okyanusta oluşturulan korunaklı bir bölgeye yerleştiren Gerry Lane, tüm dünyaya yayılan, insanlığın sonunu getirecek bu salgın hastalığı önleyecek aşının üretimi için farklı ülkelerde aktif bir mücadeleye başlar.

Üç yüz milyon doları aşan bir bütçe ile kotarılan ve bugüne dek yapılan en başarılı zombi filmi olduğu belirtilen ‘Dünya Savaşı Z’ de Brad Pitt, yine oyunculuğunu göstererek, sadece yakışlılığı değil, yeteneği ile de Amerikan sinemasının kalbur üstü oyuncusu olduğunu gözler önüne seriyor.

Kaptıkları virüs ile birer insan yiyen canavara dönüşen zombilerin, İsrail’de çok yüksekteki duvarlara tırmanması filmin en etkileyici sahnesi olarak belleklerde iz bırakıyor.

Yaşlansa da düzgün fiziği ile bayanların ilgisini çekmeye devam eden Brad Pitt, sanırım bu filmi ile hayranlarının özlemini giderecek.

‘Kesişen Yollar’, ‘Düşler Ülkesi’’ gibi filmlerde imzası bulunan yönetmen Marc Forster, ‘Dünya Savaşı Z’’de zombilerin ürkütücü görüntüsünün yanında, iyi aile babası, aile bağları vurgusunu da ihmal etmiyor.

‘Dünya Savaşı Z’, yaz mevsimine uygun, gişeye yönelik bir felaket filminin ötesine geçemeyen bir yapım olmasına karşın, günlük sıkıntılardan arınmak isteyen, aksiyon ve gerilim tutkunlarının beklentisini fazlasıyla karşılayacak nitelikte bir seyirlik.

23 Haziran 2013 Pazar

Bu Çocuklar Unutulur Mu?

Çanakkale Savaşı’nda emperyalizme karşı kazanılan utku ile Kurtuluş Savaşı’nda Yunan askerlerinin bozguna uğratılmasında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşları ve yüz binlerce şehidin yanı sıra, kuşkusuz vatanları uğruna şehit olan okul çağındaki kahraman, yurtsever çocukların mücadelesi hiçbir zaman unutulamaz.

Bu kahraman çocukların göz yaşartıcı ve dokunaklı mücadelelerine ilişkin ilk film 2008 yılında Özhan Eren ve Murat Saraçoğlu tarafından beyazperdeye aktarılan ve Birinci Dünya Savaşı’nda cepheye mühimmat taşıyan 120 öğrencinin güç kış koşullarında yaşam mücadelesinin anlatıldığı ‘’120’’ dir.

Sakarya Meydan Savaşı’nın gizli kahramanları, Kayseri Taş Mektep son sınıfta okuyan 63 öğrencinin gönüllü cepheye giderek Yunan güçlerine karşı canı pahasına verdiği mücadeleyi duygusal olarak yansıtan ‘’Taş Mektep’’ bu türün ikinci filmi.

Yönetmenliğini sinemaseverlerin pek tanımadığını umduğum Altan Dönmez’in yaptığı Orhan Kılıç (Yüzbaşı Tevfik), Ayça Varlıer (Müdire Güzide), Feride Çetin (Gülnar), Can Kolukısa (Abbas Emi), Hazım Körmükçü (Tarık Nuri) ile Serkan Kuru (Mustafa Kemal)’in rol aldığı ‘’Taş Mektep’’ de Sakarya Meydan Savaşı’na katılıp orduya destek olmak amacıyla 1920-1921 yıllarındaki öğrenim döneminde okullarını bırakan 63 öğrencinin savaşta yoğun çatışmaların yaşandığı günlerde vatanları uğruna şehit olmalarının öyküsü anlatılıyor.

Öğrencilerin hem müdiresi hem de anne ve babalıklarını üstlenen, onlarla birlikte cepheye giden Müdire Güzide rolündeki Ayça Varlıer oyunculuğu ile öne çıkarken, Serkan Kuru da gerek fiziği gerekse oyunculuğu ile Mustafa Kemal’i başarıyla canlandırıyor.

Senaryosuna Yılmaz Karakoyunlu’nun katkıda bulunduğu, Manisa’nın Kula ilçesi ve köylerinde çekilen filmde yöre halkı savaş sahnelerinde figüran olarak yer aldı.

Bir ulusun nasıl yoktan var olduğunu, bağımsızlık uğruna zor koşullarda nasıl mücadele edildiğini işleyen filmler sinemalarda birer boy gösterirken, ulusal bütünlük tartışmalarının ülke gündeminde bulunduğu şu günlerde bu tür filmlerden alınacak öyle dersler var ki!

Çanakkale Savaşı’nı barış ve kardeşlik adına sorgulayan, bu anlamda bir hayli eleştiri alan Sinan Çetin’in ‘’Çanakkale Çocukları’’ filmini bir yana bırakırsak, daha önce gösterime giren Yeşim Sezgin’in ‘’Çanakkale 1915’’, buhafta gösterime giren Altan Dönmez’in ‘’Taş Mektep’’ ile 15 Mart’ta vizyona çıkacak Kemal Uzun –Serdar Akar ikilisinin ‘’Çanakkale Yolun Sonu’’ bağımsızlık mücadelesini genç kuşağa iyi niyetli anlatan seyirlikler.



Bu filmleri çocuklara ve öğrencilere izletme görevi de aileler ile okul yöneticilerine düşüyor.

İşsizliğin Kıskacındaki İnsanlar

Türk sinemasında kalıcı bir yer edineceğine inandığım Erdem Tepegöz’ün bol ödüllü ilk filmi ‘Zerre’ sinemaseverlerden olumlu tepki aldı.

49.Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi İlk Film’, ‘En İyi Sanat Yönetmeni’, SİYAD, 3. Malatya Film Festivali’nde de ‘En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Kurgu’ ödülleri kazanan ‘Zerre’de, Tarlabaşı’nda yıkılmak üzere boşaltılmış evlerde yaşam mücadelesi veren üç kişilik bir ailenin öyküsü anlatılıyor.

Fason üretim yapan tekstil atölyelerinde sigortasız, çok düşük maaşla çalışan Zeynep (Jale Arıkan), hasta kızı ve annesi ile çok güç koşullarda yaşama tutunmaya çalışırken, aynı zamanda hem işyerinde hem de ev sahibi tarafından uğradığı cinsel tacizlere karşı da mücadele ediyor.

Tek kaygısı ailesini geçindirmek olan Zeynep’e yardım elini sadece kendisi gibi çok düşük maaşla lokantada çalışan saf ve iyiliksever Remzi uzatırken, Zeynep işsizlik ve cinsel tacizlere nereye dek dayanabilecek? Yoksa Zeynep, bu sorunlardan başka bir çözümle mi kurtulacak?

Erdem Tepegöz’ün yönettiği ‘Zerre’, Türkiye’nin en önemli sorunlarından işsizliği ve bu çerçevede çok düşük ücretle, sigortasız kayıt dışı çalışan milyonlarca emekçinin sorunlarını da gündeme getirmesi ile izlenmeyi ve övgüyü oldukça hak ediyor.

Sezonun en iyilerinden olan Zerre’de, Zeynep’in iş ararken, ‘Ne İş Olursa Yaparım’ sözü hem işsizliğin kıskacında bunalan insanların umarsızlığını, hem de emek sömürüsünü yalın olarak ortaya koyarken, toplumsal bir sorunu da yeniden gündeme getiriyor.

Filmde tüm yeteneklerini sergileyen Jale Arıkan ile Anne’yi oynayan Rüçhan Çalışkur ve Remzi rolündeki Remzi Pamukçu, oyunculukları ile öne çıkarken, Ergun Kuyucu, Özay Fecht gibi başarılı oyuncularda rol alıyor.

Altın Portakal Film Festivali’nde ‘’En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ ‘Elveda Katya’daki rolü ile Anna Anduresenk’e verilirken, Zeynep karakterini müthiş canlandıran, rolü ile adeta özdeşleşen Jale Arıkan’a bu ödülün neden verilmediği sorusu da hala yanıtını bekliyor Sahi Jale Arıkan’a bu ödül niye verilmedi?

18 Haziran 2013 Salı

Övünülmeyen Birincilik

Bu kez Milas’ın Güllük Beldesi’nden geldi acı haber. Bakımını yapmak üzere indikleri atık su deposunda metan gazından zehirlenerek can verdi yedi emekçi.

Artık kanıksanan, Türkiye’de günde ortalama dört işçinin canını alan iş kazaları, bu kez Güllük’te yedi ailenin ocağına ateş düşürdü, ardında yine gözü yaşlı aileler bıraktı.

İş cinayeti bu kez çirkin yüzünü Güllük’te göstererek, görevleri uğruna, belki de aldıkları asgari ücreti hak edebilmek için, evine ekmek götürme uğraşındaki yedi emekçinin canını yeterli önlemleri bulunmayan atık su deposunda aldı.

Olağan hale gelen, kanıksanan, haberlerde bile yeterince yer almayan iş kazaları, ne yazık ki bu kadar yaşanan acı olaylara karşın bir türlü önlenemiyor. Ülkemiz, adeta iş cinayetine dönüşen iş kazalarında hiç de övünülmeyecek bir konumda bulunuyor.

Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de iş kazalarında günde ortalama dört işçi yaşamını yitirirken, üç bin işçi de iş göremez derecede sakat kalıyor. Türkiye iş kazaları ve ölümlerde Avrupa’da birinci sırada yer alıyor.

Alınan önlemlere ve yasal düzenlemelere karşın, iş kazaları ve ölen işçi sayısı ne yazık ki her geçen yıl artıyor, Türkiye’yi bu alanda utandıran bir şekilde birinci sıraya taşıyor. Nitekim, 2011’de iş kazaları sonucu bin 700 işçinin yaşamını yitirdiği, bu sayının bir önceki yıla göre yüzde 17.7 oranında bir artışa denk geldiği de yetkililerce açıklandı.

Verilere göre, son on yılda iş kazalarında 11 bin işçi yaşamını yitirdi.

En çok, inşaat, maden, tarım ve ormancılık iş kollarında meydana gelen, iş cinayetleri onca çaba ve yasal düzenlemelere karşın önlenememekte, aksine ölümlü kaza sayısı ise her geçen yıl artmaktadır.

Türkiye’nin iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada olduğu sıkılarak açılansa da, bu olumsuz ve utandıran sıralamanın alınan önlemlere karşın neden gerilemediği de ortaya konulamıyor bir türlü.

İş kazaları, çoğunluğu insan hatasından kaynaklansa da başta maden ocakları olmak üzere, yeterli önlemlerin alınmadığı, işverenin aşırı kar hırsı ile işçileri uzun süre çalıştırdığı kaçak ve denetimden yoksun iş yerlerinde meydana geliyor.

İş kazalarına karşın yeterli eğitim verilemeyen, sigortasız ve iş güvencesinden yoksun, kaçak iş yerlerindeki işçiler daha çok iş kazasına uğruyor.

Yeterli denetimlerin yapılmaması iş cinayetlerine, işverenin aşırı kazanma hırsı ile dinlendirilmeden çalıştırılan emekçilerin bir anlık dalgınlığı da ölüme davetiye çıkarıyor

Belki de asgari ücretin bile altında bir ücretle salt ekmek parası uğruna, yerin yüzlerce metre altındaki maden emekçileri, yakıcı güneşin altında ter akıtan inşaat, tarım, orman işçileri ve diğerleri, iş kazalarının kurbanı olarak geride gözü yaşlı eş, ana, baba ve çocuklar bırakıyor.

İş cinayetlerinin durdurulması, Türkiye’nin övünülmeyecek bu birincilikten kurtulabilmesi ve en önemlisi emekçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik yaptırımların, denetimlerin artırılmasının zamanı geçti bile.

Bu yılın başında yürürlüğe giren 6331 sayılı Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası bu anlamda iyi niyetli bir girişim olsa da, arkada gözü yaşlı bir aile bırakmamak için daha çok caydırıcı önlemlere, yaptırımlara gereksinim var.

İş kazaları, asgari ücret veya biraz üzerindeki maaşla ailesini geçindirmek, muhannete muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilmek, çocuklarının geleceğini garanti altına alabilmek için ter akıtan emekçilerin yazgısı olmamalı.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Gözler Enflasyonda

Temmuz ayı ile birlikte memur, işçi, emekli, maaş ve aylıklarına yılın ikinci yarısında yapılacak zammı merakla bekliyor.
Özellikle çok düşük aylık alan on milyonu aşkın emeklinin gözü, 3 Temmuz’da açıklanacak enflasyon rakamında. Emekli, ‘Aylığım ne kadar artacak, birazcık nefes alabilecek miyim?’ diye kendini sorguluyor.
Ne yazık ki memur ve emeklinin umutlu bekleyişi, bugüne değin hep hüsranla sonuçlandı, umutlar başka bahara kaldı.
Aileleri ile birlikte ülke nüfusunun neredeyse üçte ikisini oluşturan bu kitle, düşük maaşla yaşamak için adeta mucizeler yaratıyor, onurlu yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.
Mevcut sisteme göre, işçi ve Bağ Kur emeklilerinin aylıklarına, 1 Ocak ve 1 Temmuz’dan geçerli olmak üzere, yılda iki kez bir önceki altı ayda gerçekleşen enflasyon oranında zam yapılıyor. Buna göre, işçi ve Bağ Kur emeklilerinin aylıklarında, 1 Temmuz’dan itibaren 1 Ocak-1 Temmuz 2013 arasında gerçekleşen enflasyon oranında artış olacak.
Memur, sözleşmeli ve memur emeklilerinin maaşlarına da, geçen yıl Kamu Görevlileri Hakem Kurulu tarafından bağıtlanan toplu iş sözleşmesi uyarınca, 1 Temmuz’dan geçerli olmak üzere yüzde 3 oranında zam yapılacak.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre bu yılın ilk beş ayında enflasyon yüzde 3.21 olarak gerçekleşti. Böylece beş aylık dönemde maaşlara yapılacak yüzde 3’lük zam aşılmış oldu.
Haziran ayında enflasyon sabit kalsa bile, memur, sözleşmeli ve memur emeklileri, Temmuz ayında yüzde 3’lük zammın yanı sıra, yüzde 0.21 oranında enflasyon farkı alacak.
Bu nedenle işçi ve Bağ Kur emeklilerinin yanı sıra, memur ve memur emeklileri de 3 Temmuz’da açıklanacak Tüketici Fiyatları Endeksi’ni (TÜFE) merakla bekliyor.
Bu arada, Ağustos ayında memur sendikaları konfederasyonları ile hükümet toplu iş sözleşmesi masasına oturarak, 2014 yılının zam pazarlığına başlayacak.
Görüşmelerde yetkili konfederasyon olan Memur-Sen’in takınacağı tavır, zammın belirlenmesinde etkili olacak. Toplu pazarlık masasında Memur-Sen, sadece üyeleri için değil, tüm memur ve emeklileri için mücadele ettiğini umarım göz ardı etmez.
Memur ve emeklinin sorununun yüzde 3, yüzde 4 gibi zamlarla çözümlenemeyeceğini, rahat bir nefes alamayacağını Memur-Sen görmeli, toplu iş sözleşmesi masasında bu anlayışla mücadele etmeli.
Memur-Sen, üye sayısını artırma amacıyla hükümete yakın durma anlayışından vazgeçmeli, temsil ettiği kitlenin çıkarları için gerçek bir sendikadan beklenen duruşu sergilemelidir.
Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası uyarınca, görüşmelerde uzlaşma sağlanamaması durumunda, memur ve emeklilerine yapılacak zammı, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu belirleyecek.
Bu kurulun belirlediği zam, bugüne değin hükümetin önerdiği zamma yakın veya 1-2 puan üzerinde oldu, sendikaların talepleri karşılık bulmadı. Çalışan ve emekli de umduğu zammı alamamaktan haklı olarak yakındı.
Önümüzdeki yıl yerel seçimlerin yapılacağı dikkate alındığında, hükümet bu kitleye yüzde 3’ün, yüzde 4’ün üzerinde zam verebilir. Ancak, memur, işçi ve emeklinin günümüz koşullarında daha iyi bir yaşam sürdürülebilmesi, boynunun eğik kalmaması için çok daha yüksek aylıklara ve zamma gereksinimi var. Düşük zamlarla bunu gerçekleştirmek olası değil.
Asgari Ücrete 30 Lira Zam
Yaklaşık 5 milyon işçinin yararlandığı asgari ücrete de 1 Temmuz’dan itibaren yüzde 4.4 oranında zam yapılacak.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kararı uyarınca, halen 978.60 lira olan brüt ücret 1.215 liraya, halen 773.01 lira olan net asgari ücret ise 30.67 liralık artışla 803.68 liraya yükselecek.
İşçi ve ailesinin, çok komik olan 30 liralık artışla 803 liraya yükselecek bir ücretle, tek kişilik açlık sınırının bin 100 lira olduğu günümüzde nasıl geçinebileceğinin hesabını varın siz yapın.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Sosyal Medya




Taksim Gezi Parkı eylemlerinde gençlerin keskin zekaları ile ürettiği sloganlar kadar, iletişim aracı olarak kullandıkları sosyal medya da gündeme damgasını vurdu, etkin gücünü bir kez daha gösterdi.

Devlet yetkililerinin ‘’ en büyük bela’’ olarak nitelendirdiği, özellikle de gençlerin sıkça kullandığı sosyal medya, dünyanın bir ucundan diğer ucunda olanları anında önünüze getiren etkili bir iletişim aracı olmanın yanında, sizi her konuda bilgilendiren çağdaş toplumların adeta olmazsa olmazı.


Bizim gibi orta yaş kuşağının kullanmakta zorlandığı, yanına yaklaşmaya çekindiği sosyal medya teknolojideki aşamanın en son ürünü, en etkili çağdaş bir iletişim aracı.

Gezi Parkı protestolarını yıkmadan, dökmeden, kırmadan gerçekleştiren, aralarına sızmaya çalışan kötü niyetli kişileri alanlardan uzaklaştıran, talepleri ve eylemleri ile toplumda büyük kabul gören, ’90 gençliğini’’ sosyal medya üzerinden suçlamak, bu gençlere yapılan en büyük haksızlık.

Nitekim, sosyal medya üzerinden halkı kışkırttıkları gerekçesiyle gözaltına alınan gençlerin, toplumun yoğun tepkisi üzerine salıverilmesi, gençlere yapılan haksızlığın en büyük göstergesi.

Başbakan Erdoğan ‘en büyük’ bela olarak nitelendirdiği sosyal medyanın, Ankara’ya dönüşünde kendini karşılamaya gelen on binlerce kişiyi Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in twitter hesabından karşılamaya çağırdığını, organize ettiğini umarım görmüş, bu iletişim aracının gücünü bir kez daha anımsamıştır.

Dedim ya, sosyal medya öyle sihirli, etkileyici, güçlü bir iletişim aracı ki bir anda dünyanın bir ucundan bir ucuna haberleşiyor, olanları bitenleri anında öğreniyorsunuz. Yeter ki bu etkin iletişim aracı, kötü amaçlar için kullanılmasın.

Özellikle Taksim Gezi Parkı’nda nöbet tutan, kendini geliştirmiş, olayları, gelişmeleri yakından izleyen, birikimli, donanımlı gençlerin ürettiği sloganları ve pankartları okudukça, bu gençlerin yeteneklerine ve espri anlayışına hayran kalmamak elde değil.

Gazetelerde okuduğunuzu umduğum, burada bir kez daha yinelemek istemediğim sloganlara göz atınca, bu gençlerin çapulcu değil, ülkemizin geleceğinde yarın söz sahibi olacak, yaratıcı, nitelikli pırıl pırıl bir kuşağın geldiğine sevindim, umutlandım.

‘Bu gençler ne istiyor’ demek, taleplerini karşılamak çok mu zor? Sahi bu gençleri coplamadan, sulamadan, gaza boğmadan ne zaman karşımıza alıp, dinleyeceğiz? Bitsin artık bu gerginlik.

Sadece bu gençler mi? Başta Beşiktaş’ın Çarşı grubu olmak üzere, Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarının övgü değer davranışı, mesajları da insanın içini ısıtıyor, tribün terörünün önlenmesi adına umutlandırıyor.

Keşke bu davranışları tribünlerde de gösterebilseler, kırmadan can almadan, el ele kol kola maç izleseler. Umarım Gezi Parkı protestosu bir kırılma olur, tribünlerde barış, kardeşlik gerçekleşir.

Erken Seçim

Gezi Protestolarının yoğunluğundan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘2014’te erken seçim yapılsın’’ önerisi yeteri kadar değerlendirilemedi, karşılık bulmadı.

Seçim takvimine göre, önümüzdeki yıl yani 2014 yılının Mart ayında yerel seçim, Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı, 2015 yılında ise genel seçim yapılacak.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Bahçeli’nin erken seçim çağrısına olumlu bakmadıklarını, genel seçimin zamanında yapılacağını açıklasa da, gündemin bu denli sık değiştiği ülkemizde 2014 yılında erken seçim kararı alınması hiç de sürpriz olmaz.

Önceki yıllarda alınan erken seçim kararlarını anımsadığımızda, önümüzdeki yıl seçmenin önüne üç sandık koyulursa şaşırmamak gerekir.

Yerel seçime yedi ay kalmasın karşın, siyasi partilerin bu konudaki tembelliği sanırım dikkatinizi çekmiştir. Yedi aylık süreye rağmen başta Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere, partiler adaylarını henüz saptayıp, kamuoyuna açıklamadı.

Adayların belirlenip, çalışmalara başlamaları, projelerini kamuoyu ile paylaşmaları seçmenin daha sağlıklı tercih yapmalarına olanak sağlayacaktır. Ama daha adaylar ortada yok.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi Parkı Protestosu


Türkiye’de bugüne dek en çok ses getiren eylem sanırım her kesimden insanın katıldığı, desteklediği Taksim Gezi Parkı protestosudur.

Sadece İstanbul değil, Ankara, İzmir, Adana başta olmak üzere tüm illerde sağcısı solcusu, Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı, Trabzonsporlusu, yaşlısı genci alanlarda Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine, buraya yeni binalar yapılmasına karşı olduklarını tek bir ses olarak haykırdı, sabahlara kadar burada nöbet tuttu.

Çok katlı binalardan bunalan, rezidansların arasında sıkışan, İstanbullu, rahat nefes alabildiği, doğaya olan özlemini giderebildiği Gezi Parkı’ndaki ağaçların kıyımına birlikte karşı çıktı, parkını sahiplendi.

Aslında, burada Gezi Parkı’nda geçekleştirilecek düzenlemelere karşı çıkmanın adı protesto olsa da, insanlar polisin aşırı müdahalesi ve gazına karşın belki de içlerindeki birikimleri, ötekileştirmeyi dışa vurdu, yıllardır söyleyemediklerini dile getirdi, adeta boşaldı.

Her kesimden insan, yalnızca Taksim , Kızılay ve diğer illerdeki meydanlarda değil, yaşadıkları cadde, sokaklarda da tava ve tencerelerle bugüne değin söyleyemediklerini söyledi, içini döktü.

Her ne kadar aralarında marjinal gruplar bulunsa da derdini anlatmak, içini dökmek isteyen milyonlarca insan, olgun bir tavırla, halay çekerek, türkü söyleyerek meramını anlattı, haykırdı.

İnsanların içine giren bazı marjinal grupların, sağı solu taşlamasını, camları kırmasını, bankamatikleri ateşe vermesini onaylamasak, şiddetle karşı çıksak da halkın verdiği mesaj siyasi iktidar tarafından iyi algılanmalı, doğru okunmalı.

Demokratik haklarını kullanmak ve taleplerini dile getirmekten başka amaçları olmayan milyonlarca insanı ‘’üç beş çapulcu’’ olarak nitelemek hiç de doğru bir yaklaşım olmadığı gibi gerginliği azaltan değil, aksine ortamı daha da geren bir ifadedir.

‘Seçimlerde yüzde 50 oy aldım’’ diyen iktidar, kendisine oy vermeyen diğer yüzde 50’nin de taleplerini dikkate almak, ‘Bu insanlar ne istiyor?’’ diye onları dinlemek zorundadır. Ve görevidir.

Hükümet sadece kendisine oy veren yüzde 50’nin değil, 76 milyonun, ülkenin hükümetidir.

Bu insanların taleplerini dinlemek, mesajlarını algılamak çok mu zor? Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, devlet adamlığına yakışır bir tavır sergileyerek, her insanının demokratik düzende düşüncelerini rahatça ifade edebileceğini, verilmek istenen mesajı aldıklarını belirterek gerginliği azaltmaya, ortamı yumuşatmaya çalıştı.

Sayın Gül’ün övgüye değer tavrını, siyasi iktidar temsilcileri de göstermez miydi? Demokratik haklarını kullanan, aşırı biber gazları ile boğulan bu insanları ‘ne diyorlar, ne istiyorlar’ diye dinlemek çok mu zor?

Halkın verdiği mesajı, hiçbir kaygı ve önyargıya kapılmadan doğru okumak, sağduyulu davranmak inanın bu ülkede kardeşliği daha da pekiştirecek, demokrasiyi daha da yukarıya taşıyacaktır.