Sayfalar

29 Ocak 2015 Perşembe

Promosyon Ne Oldu?

Aylıklarına yılbaşında 14 ile 24 lira arasında zam yapılarak sürünmeye mahkum edilen 10 milyon emeklinin promosyon umudu da hayal oldu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca bu konuda çalışma yürütüldüğü, bankalarla görüşüldüğü daha önce açıklanmış, emekli de büyük bir umutla beklemeye başlamıştı.

Hatta medyadaki ''Emekliye promosyon müjdesi'' haberleri ile 10 milyonluk kitle büyük bir beklentiye girmişti.

Ne var ki aradan iki yıla yakın süre geçti, hala olumlu bir gelişme sağlanamadı.

Deyim yerinde ise emeklinin promosyon umudu kursağında kaldı.


SGK 10 milyon emeklinin aylığı için kamu ve özel bankalara 120 milyar lira yatırıyor.

Bankalar bu parayı çok kısa süre olsa da değerlendiriyor. Yani emekliye ödeyeceği paradan para kazanıyor.

Emekliler bankaların ödeyeceği aylıkları üzerinden kazandığı karın bir bölümünden, kendilerine en azından yılda bir maaş tutarında promosyon verilmesini talep ediyor.

Bu taleplerini yıllardır dile getiriyor ama, olumlu sonuç yok.

Bankalar, promosyon yerine, çeşitli kampanyalarla emekliyi çekmeye çalışıyor, aylıklarını şubelerine yatırılmasını teşvik ediyor.

Kimi banka aylığını taşıyan emekliye bir çeyrek altın, kimi yarım altın, kimi de 500 liraya varan para armağan ederek, müşterisi olmaya yöneltiyor.

Bankaların kampanyaları zaman zaman emeklinin ilgisini çekse de, bu kalıcı olmuyor. Emekli sadece bir kez bu armağandan yararlanabiliyor, peşi gelmiyor.

Oysa aldıkları aylıkla yüzde 85’i açlık sınırının altında olan emekli, aylığını ödeyen bankalardan yılda en az bir maaş tutarında promosyon istiyor.

Memur ve diğer çalışanlara maaşlarına yakın düzeyde promosyon ödeyen bankalar, nedense emekliye karşı cimri bir tutum içinde.

Bankalar, emeklinin derdine ancak ''bir parmak bal’’ olabilecek bu ödemeden niye kaçınıyor?

Memura ve işçiye bir maaş tutarında promosyon öderken, sıra emekliye gelince neden yan çiziyorsunuz?

Memura ve işçiye ödediğiniz maaşları kısa sürede çalıştırarak kar ettiğiniz gibi, emekliye ödediğiniz aylıklardan da para kazanıyorsunuz.

Emekli aylıklarını hesaplarında tutan ve bunu değerlendirerek karlar elde eden bankaların karlarının bir bölümünü emekliye ödemesi gerekmez mi?

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve SGK yetkilileri, emeklinin beklentisi olan promosyon konusunda banka Genel Müdürleri ile yeniden görüşerek, ikna etmeli.

Emekliyi bir beklenti içine soktunuz, bunun gereğini yerine getirmek de sizin göreviniz.

Sevindirici haberi emekli sabırsızlıkla bekliyor.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Gökdelene Direnen Mahalleli

Suriçi’nde sıkışıp kalan dolmuş şoförü Rıza (Fatih Artman), kahveci Nafi (Cengiz Bozkurt), oto tamircisi Cemal (Erdal Tosun), lokantacı Yaşar (Berat Yenilmez) ile diğer mahallelinin sıcacık öyküsüne yer veren bir film ‘’Bana Masal Anlatma’’.

Doğup, büyüdükleri, çocukluk anılarının bulunduğu mahalleye yapılmak istenen gökdelene, ranta direnen saf, vicdan sahibi, kötülükten arınmış, fakir ama gönülleri zengin insanların dünyasını argoya, küfre kaçmadan anlatan mizahi bir film ‘’Bana Masal Anlatma’’.

Unutmaya başladığımız, günümüzde mumla aradığımız insani değerleri hala koruyan, tertemiz yüreklere sahip esnafı, şoförü, kahvecisi, lokantacısı ile tüm mahalle halkının paranın, gücüne karşı, doğup büyüdükleri mekanlara sahip çıkışını hiçbir abartıya kaçmadan anlatan bir seyirlik ‘’Bana Masal Anlatma’’.

Bu filmdeki hangi karakteri size anlatayım, tüm mahalle halkının sevdiği delikanlı, kalbi iyilikle dolu, duygusunu kızlara anlatamayacak kadar çekingen şoför Rıza’yı mı?


Kurnaz görünümlerinin altında altın gibi bir kalbe sahip, oto tamircisi Cemal ile kahveci Nafi’yi mi?

Yoksa, geleneklerine bağlı güreşçi dedesinin başarıları ile her daim övünen, rantçı imarcılara karşı kıspeti ile dövüşecek kadar yağlı güreş tutkunu lokantacı Yaşar'ı mı?

Filmde dolmuş şoförlüğü yapan Rıza'nın günün birinde hem güzel hem de çok iyi kalpli bir kız olan Ayperi (Hande Doğandemir) ile tanışmasından sonra yaşadığı olaylar ile Suriçinde yaşayan insanların evlerinin, mekanlarının yıkılarak, yerlerine gökdelen yapılmasına karşı direnişi güldürerek anlatılıyor.

Beşiktaş Kültür Merkezi’nin (BKM) yeni yıldaki ilk projesi olan, Burak Aksak’ın yazıp yönettiği ‘’Bana Masal Anlatma’’, izleyenler ve eleştirmenler tarafından olumlu not aldı.

‘’Leyla ile Mecnun’’ dizisinden tanıdığımız Burak Aksak, ilk yönetmenlik ve yazarlık denemesinden alnının akıyla çıkmış.
Yılmaz Erdoğan’ın çok kısa rol aldığı yapımda, seyircinin Behzat Ç. dizisinden aşina olduğu Fatih Artman ile Hande Doğandemir, 21. Yüzyılda geçen bir masalın kahramanlarını canlandırırken üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getiriyor.

Sadece Fatih Artman ile Handan Doğandemir değil, Cengiz Bozkurt, Erdal Tosun, Berat Yenilmez, Gürkan Uygun, Ercan Yazgan, Gökçe Bahadır, Devrim Yakut, Tarık Ünlüoğlu, Sadi Celil Cengiz, Ani İpekkaya, Cihan Ercan gibi oyuncular da canlandırdıkları karakterlerlde çok başarılı.

Hele, Erdal Tosun, Cengiz Bozkurt ve Berat Yenilmez Suriçi Mahallesi’ndeki esnaf tiplemeleriyle, o mahalleye gittiğinizde her an karşınıza çıkacak kadar inandırıcı.

Paranın her şeyi satın alamayacağını kanıtlayan, iyilik sever, vicdan sahibi, yardımlaşma, bölüşme duygularını yitirmeyen insanların hala bulunduğu mesajını veren, bu yönü ile insanları umutlandıran, içini ısıtan bir film ‘’Bana Masal Anlatma’’.

Çevrenizde, mahallenizde veya şehrinizde her birinizin güzel anılarının saklı olduğu evleriniz, gökdelen, plaza, AVM, çok katlı yapılar uğruna yıkılmıyor mu?

Aslında yıkılan, mahallenizin, şehrinizin evleri, işyerleri değil, her zaman mutlulukla anımsayacağınız, yaşamınızda derin etki bırakan çocukluğunuz, gençliğiniz, aşkınız, aileniz, anneniz, babanız, geçmişiniz.

Nedir bu gökdelen, çok katlı bina sevdası?

Filmde dolmuş şoförü Rıza’nın da belirttiği gibi, ‘Aslında dikilen gökdelenler, şehirlerin mezar taşı’’.

‘’Bana Masal Anlatma’’, hikayesi, oyunculukları, atmosferiyle bir dönem Türk sinemasına damgasını vuran, içten bir mahalle komedisinin 2015 uyarlaması.

Kaçırmamanızı salık veririm.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Bir Tutkudur Gazetecilik

Hani derler ya ‘’Dışı Seni, İçi Beni Yakar’’ işte öyle bir meslektir gazetecilik. Bir sevdadır, bir tutkudur bu meslek.

İdeali olanın yapacağı, özveride bulunacağı, her türlü zorluğu, baskıyı göğüsleyeceği meslektir gazetecilik.
Haber peşinde koşarken saldırıya uğrayanların, dövülenlerin, hatta öldürülenlerin, hapse atılanların, mesai kavramı olmaksızın düşük ücretle çalışan, sendikasız emekçilerin mesleğidir gazetecilik.
Kurallara uygun, kamuoyunu bilgilendirirken tehdit aracı olarak kullanılmadan, meslek ilkelerinden ödün verilmeden, hiç bir çıkar ilişkisi gözetilmeden yapılan son derece onurlu, bir o kadar da keyifli meslektir gazetecilik.
Sürekli okuyarak, gündemi takip ederek kendini yenileyenlerin, üstüne koyanların,''Bilgi sahibi olmadan fikir üretmeyenlerin'' mesleğidir, uğraşıdır gazetecilik.

Kendini kanıtlamak için, her türlü sosyal güvenceden yoksun, gerektiğinde aylarca ücret bile almadan stajyer konumunda uzun süre çalışanların mesleğidir gazetecilik.
İşte o denli zor, her türlü baskıya, tehdide boyun eğmeyen ideali olanların mesleğidir gazetecilik.
Geçtiğimiz günlerde ''10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'' kutlandı.



Başta meslek örgütleri, Cumhurbaşkanı, Başbakan olmak üzere, tüm siyasetçiler günün anlamına uygun açıklamalar yaparak, değerlendirmede bulundu, gazetecileri kutladı.
Ne yazık ki; 1961 yılında yürürlüğe giren 212 sayılı yasa nedeniyle, bu yıl 54. kez kutlanan ''10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü''nde meslektaşlarımızın durumu hiç de iç açıcı değil.
Aradan geçen yarım asrı aşkın sürede gazetecilerin konumu, sosyal hakları ileriye değil, hep geriye gitti.
Kuşkusuz bu geriye gidişteki en önemli etmen gazetecinin bir tehdit unsuru olarak, görülmesi, baskıya uğraması, hatta özgürlüklerinin elinden alınması, sendikal haktan yoksun bırakılması oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, ülkemizde basın ve yayın sektöründe 95 bin 860 emekçi çalışıyor.
Bunlardan ancak 4 bin 360'ı sendika üyesi. Geriye kalanı sendikal güvenceden yoksun.
Yaptığı haber nedeniyle yüzlerce basın emekçisi, itildi, kakıldı, işini yitirdi.

İş bulabilenler ise karın tokluğuna mesleğini sürdürebildi.
Geçen yıl yaptıkları haberlerden ötürü 217 gazeteci dövüldü, 900'e yakın gazeteci işten atıldı, 83 gazeteci görevinden istifa etti.
Ağır tazminat davalarıyla susturulmaya çalışıldı.
Freedom House'ın raporunda ülkemiz basın özgürlüğü açısından ''kısmen özgür ülkelerden özgür olmayan ülkeler'' kategorisine düşürüldü.
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) de ''2014 Dünya Basın Özgürlüğü Listesi''de Türkiye'yi 180 ülke içinde 154. sıraya koydu.
Basın emekçisi bir yanda zor koşullarda, sendikasız, çok düşük ücretle mesleğini yaparken, diğer yanda baskı, dövülme, işini yitirme korkusunu yaşadı.
İşte bu nedenle zora katlanan, sabır gösteren, özveride bulunanların, ideali olanların mesleğidir gazetecilik.
Her şeye karşın yalana, dolana bulaşmadan, onurlu bir şekilde yapılırsa son derece keyifli bir meslektir gazetecilik.
Hele sabah işe geldiğinizde yaptığınız haberi, yazdığınız yazıyı gazetede okumak çok farklı bir zevk, ayrıcalıktır.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Komik Zam

İşçi ve Bağ-Kur emeklileri, bu yıl da açlıkla mücadeleye, sürünmeye devam edecek.

Emeklinin merakla beklediği aralık ayı enflasyonu şaşırtarak, eksi 0.44 olarak gerçekleşti.

Buna göre işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarına 1 Ocak'tan geçerli olmak üzere yüzde 2.32 oranında zam yapılacak.


Zaten çok düşük aylıkla geçinmeye çalışan 9 milyonu aşkın işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin aylıklarında 1 Ocak'tan geçerli olmak üzere 14 lira ile 24 lira arasında artış olacak.

En düşük 685 lira olan işçi emekli aylığında 16, en düşük 813 lira olan Bağ-Kur esnaf emekli aylığında 19, en düşük 602 lira olan Bağ-Kur tarım emekli aylığında da 14 lira artış olacak.

2008'den önce emekli olanlardan bin 47 lira olan en düşük işçi emekli aylığına da 24 lira zam yapılacak.

Bu hayat pahalılığı karşısında emekliler 14-24 lira arasındaki zammı bozdurup bozdurup harcayacak.

Aylıklarına en azından yüzde 3 oranında zam yapılmasını bekleyen, işçi ve Bağ-Kur emeklisi TÜİK'in açıkladığı enflasyon karşısında hayal kırıklığı yaşadı.

Hoş, son derece düşük aylıklara yüzde 3 zam yapılsa ne olurdu?

Bu kitlenin aylığına bir önceki altı ayda gerçekleşen enflasyon oranında yapılan zam , derdine çare olmuyor, beklentilerini karşılamıyor. Memur emeklisi ile arasındaki makas giderek açılıyor.


İçinde bulundukları olumsuzluğu güçleri oranda dile getirmeye çalışan, haykıran işçi ve Bağ-Kur emeklilerini duyan yok.

Üyesi olduğu derneklerse basın açıklaması ile zevahiri kurtarmaya çalışıyor

Sahi bu dernekler ne iş yapar?

Emekli sahipsiz, gariban bir şekilde köşesine çekilmiş, olup biteni çaresiz uzaktan izliyor.

Açlık sınırının 1250 lira olduğu bir ortamda son derece düşük bu aylıklarla nasıl yaşanabilir?

Emeklinin yüzde 85'i açlık sınırının altında.


Aslında emekli aylıklarının yükseltilmesi çok da zor değil.

Siyasi irade bunu istese pekala yapabilir. Ama niyet önemli.

Çözüm ne?

Çözüm aylıklara seyyanen zam yapılması, aynı kurum emekliler arasında oluşan taban aylık-tavan aylık uçurumunun yeni bir intibak ile kapatılmasıdır.

Çözüm, 2000 öncesi emekliler için gerçekleştirilen intibakın, 2008 sonrası emekli olanları kapsayacak şekilde yeniden hayata geçirilmesidir.

Çözüm aylıkların hesabında yeni bir uygulama yapılmasıdır.

2008 yılı sonrasında emekliler bu olumsuzluktan en fazla etkilenen kesim.

Çalıştıkça emekli aylığının düşmesi ,emekliye atılan bir kazık. Daha çok çalışma hizmeti olanların aylıkları artırılarak ödüllendirilmesi gerekirken, aylıkların düşürülmesi büyük haksızlık, mağduriyete yol açan bir uygulama.

İstenirse emekliyi muhannete muhtaç olmadan yaşamını sürdürmesine olanak sağlamak çok kolay.

Tabii hükümet, ''kaynak yok, ekonomik politika zarar görür'' gibi bahane üretmezse.

Nedense memura, işçiye, emekliye zam söz konusu olduğunda kaynak bulunamıyor.

4 Ocak 2015 Pazar

Teşekkürler Gladyatör

Baştan Russell Crowe’a böyle bir film yaptığı için teşekkür edelim.

Atatürk sevgisi, Kuvayı Milliye ruhu, tarihin en kanlı savaşı Çanakkale, bir yabancının gözünden ancak bu denli güzel, sahici, dokunaklı anlatılabilir.

Mustafa Kemal’in yüz binlerce Mehmetçik ile beraber tarihe damgasını vurduğu Çanakkale Savaşı’nda Anzak ve Yunanlılara karşı kazandığı utkuyu sanki bir Türk yönetmenin elinden çıkmış kadar güzel anlatan bir film ‘’Son Umut’’.

‘’Son Umut’’yerliler dahil, belki de bugüne dek yapılan Çanakkale filmleri arasında en öne çıkan, yabancı bir yapım olmasına karşın, Türklerin emperyalist güçlere karşı verdiği savaşımı kusursuzca anlatan, bu savaşın haklı gerekçelerini gözler önüne seren bir seyirlik.

Sinemaseverlerin belleklerinde ‘’Gladyatör’’filmi ile iz bırakan Oscar ödüllü, Yeni Zelandalı oyuncu Russell Crowe’ın hem yönetip, hem de başrolünü oynadığı ‘’Son Umut’’ nihayet izleyici ile buluştu.

Çanakkale Savaşı’ndan dört yıl sonra savaşa gönderdiği üç oğlunu aramak için İstanbul’a gelen Avustralyalı çiftçi Joshua Connor’ın (Russell Crowe) acıklı öyküsüne yer veren ‘’Son Umut’’ta Cem Yılmaz (Cemal Çavuş), Yılmaz Erdoğan (Binbaşı Hasan) ile birlikte Ukraynalı dünya yıldızı Olga Kurylenko da (Ayşe) rol alıyor.

Filmde Kuvayı Milliye’nin birer neferi olan Cem Yılmaz ile Yılmaz Erdoğan, canlandırdıkları karakterlerle özdeşleşerek savaş koşullarında bile Türk insanının nasıl yardımsever olabileceğini, içlerindeki acıma duygusunun bitmediğini gözler önüne seren oyunculukları ile muhteşem.

Tabii Cem Yılmaz ile Yılmaz Erdoğan’dan bunun aksini beklemek düş kırıklığı olurdu. Büyük oyuncu olabilmek, halkın gönlünde taht kurabilmek kolay iş değil.

Çanakkale Savaşı’nda yitirdiği üç oğlunu bulabilmek için Avustralya’dan Türkiye’ye, önce İstanbul, daha sonra Çanakkale’ye giden çiftçi baba Connor, burada Binbaşı Hasan ve Cemal Çavuş ile dostluk kurarak, oğullarının izini sürüyor.

Film, bir yandan babanın oğullarını aramasına odaklanırken, diğer yandan Anzak askerlerinin İngilizlerin dolduruşu ile savaşmak için binlerce kilometre uzaklıktaki Çanakkale’ye neden geldiğini de sorguluyor.

Connor’ın İstanbul’da otel sahibi Ayşe ile ilişkileri renkli görüntülerle anlatılırken, Ayşe’nin oğlu Ömer rolündeki James Fraser’in oyunculuğu dikkat çekiyor.

Savaşın acımasızlığını, Kuvayı Milliye’nin vatan savunması gibi ana temaları içinde barındıran ‘’Son Umut’’ ta Cemal Çavuş’un (Cem Yılmaz), ‘’Mustafa Kemal’in şerefine’’ diyerek kadeh kaldırması, ardından ‘’Hey Onbeşli’’ türküsünü söylemesi seyirciyi mest ediyor.

Sesi hiç de kötü olmayan Cem Yılmaz, Yavuz Turgul’un ‘’Av Mevsimi’’ filminde de ‘’Haydee’’ yi söylemiş, seyirciden bir hayli övgü almıştı.


Avustralya Akademi ödüllerine 8 dalda aday gösterilen, Yılmaz Erdoğan’ın ‘’En İyi Erkek Oyuncu’ dalında yarıştığı ‘’Son Umut’’, Mustafa Kemal Atatürk ile Çanakkale şehitlerini anmak,bir ülkenin nasıl yoktan var olduğuna bir kez daha tanık olmak için izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Bizlere Çanakkale’yi, orada yaşanan acıları, bir ulusun emperyalist güçlere karşı verdiği haklı mücadeleyi yeniden yaşattığın, izlettirdiğin için bir kez daha teşekkürler Russell Crowe.

Atatürk sevgisi, silah arkadaşları ile kazandığı başarılar, devrimler, en önemlisi Türk ulusuna armağan ettiği Cumhuriyet, gözden düşürülmeye çalışılsa da, bu yöndeki çabaların beyhude olduğunu bir kez daha yineleyelim.



-Aşkın ve Sevginin ‘’Mucize’’si-



Aşkın, sevginin, iyiliğin, şefkatin, özverinin mucizesi bu olsa gerek.

Daha önce çektiği ‘’Beyaz Melek’’, ‘’Güneşi Gördüm’’, ‘’New York’ta Beş Minare’’ filmleriyle toplumsal sorunlara değinen, yoksul insanların öykülerine yer veren Mahsun Kırmızıgül, ‘’Mucize’’de de bunu yineliyor.

Türkiye’de 930, Avrupa ve Azerbaycan’da 170 salonda seyircinin karşısına çıkan ‘’Mucize’’de 1960’lı yıllarda darbe döneminde Egeli bir köy öğretmeninin (Talat Bulut), fakirlikten kıvranan, yolu, suyu, elektriği olmayan Doğu Anadolu’da bir köye sürgüne gidişini, oradaki yaşamını anlatıyor.

Çekimleri İzmir Foça, Uşak, Kars ve Kağızman’ın bir köyünde çok zor koşullarda 3 ayrı mevsimde gerçekleştirilen ‘’Mucize’’ de bir yanda Egeli öğretmenin görev tutkusu, sevgiye, insanlığa özlem duyan, hayvanlarla iç içe yaşayan köylülerle kurduğu iletişim, diğer yanda çocukların dalga geçtiği bedensel engelli Aziz’in (Mert Turak) acıklı öyküsü dokunaklı bir şekilde gözler önüne seriliyor.

Yoksulluğun egemen olduğu, okumayı hasret çocukların öğretmen beklediği, kardan 8 ay ulaşımın yapılamadığı Doğu Anadolu’nun ücra köşesindeki köy ve Aziz’in yazgısı, yardımsever Egeli öğretmenin gelişi ile değişiyor, çok farklı boyut kazanıyor.

Yazın 40, kışın eksi 38 derecede, oyuncuların büyük özverisi ile çekilen ‘’Mucize’’nin seyirciye verdiği en önemli mesaj, bedensel engelli Aziz’le evlenen köyün en güzel kızının, Aziz’i hor görmeyip ona karşı gösterdiği, iyilik, aşk ve sevginin karşılığında gerçekleşen mucize olsa gerek.

Zaten filmin finali oldukça etkileyici.

Bir köyden, bir başka köye kız istemeye giden kadınların, gelin adayını sorgulaması, ip üzerinde yürütmesi, dişlerini kontrol etmesi gibi sahneler filme ayrı bir renk katıyor.

‘’Mucize’’ de Soykut Turan’ın çektiği, insanı büyüleyen, üç ayrı mevsimin muhteşem doğa görüntüleri seyirciyi fazlasıyla mest ederken, Aziz’in tek dostu, derdini anlatabildiği siyah atı ile kurduğu iletişim seyirciyi duygulandırıyor.


Mahsun Kırmızıgül’ün yönetmenliğinin yanı sıra, senaryosunu da yazıp, oynadığı ‘’Mucize’’de Talat Bulut, Mert Turak, Erol Demiröz, Ali Sürmeli, Büşra Pekin, Meral Çetinkaya, Cezmi Baskın, Metin Yıldız, Nazmi Kırık, Erdem Yener, Tansel Öngel, Seda Tosun ve Şenay Gürler rol alıyor.

Bu oyuncular canlandırdıkları karakterlerinin hakkını fazlasıyla verirken, özellikle bedensel engelli Aziz’i oynayan Mert Turak adeta döktürüyor. Bir engelli ancak bu denli sahici, inandırıcı, dokunaklı oynanabilir. Turak bunu fazlasıyla başarıyor.

Mahsun Kırmızıgül’ün öğretmen ve engellilere adadığı ‘’Mucize’’ önceki filmlerine göre, daha öne çıkıyor, seyirciyi daha çok avucunun içine alıyor.

Kırmızıgül daha önce çektiği ‘’Beyaz Melek’’, ‘’Güneşi Gördüm’’ de unutulan, toplumun kıyısında köşesinde kalan yoksul insanların dramlarına yer vermişti.

Usta bir yönetmen olma yolunda her filminde üstüne koyarak kararlılıkla ilerleyen Mahsun Kırmızıgül yine çok iş çıkarmış, kendinden bekleneni gerçekleştirmiş.

Sanırım seyirci de ‘’Mucize’’ye kayıtsız kalmayacak.

2 Ocak 2015 Cuma

Liderlerin Sınav Yılı

2015 hem ülkemiz, hem de çalışanlar adına önemli ve zor bir yıl olacak.

Eğer öne çekilmezse Haziran ayında gerçekleştirilecek genel seçim kuşkusuz bu yıla damgasını vuracak.

Seçim gerek hükümet, gerekse muhalefet adına ciddi bir sınav olacak.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanı olarak ilk kez katılacağı seçimde alacağı sonuç, kendisi kadar partisi açısından da önemli.

Seçmen Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığına onay verecek mi? Verirse bu desteğin oranı ne kadar olacak? Bu soruların yanıtını Haziran’da hep birlikte öğreneceğiz.

Seçim sonucu Davutoğlu kadar AKP’yi de çok yakından ilgilendiriyor.


AKP seçimde tamamıyla Başkanlık Sistemine geçiş için anayasa değişikliğinin gerektirdiği en az 360 milletvekilliğini kazanabilmeye odaklanacak.

Eğer bu rakamın altında kalıp, 330 veya üzerinde milletvekilliğini kazanırsa bu kez Başkanlık Sistemini referanduma götürebilecek.

Bundan ötürü AKP, Davutoğlu ve de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimdeki tek hedefi en az 360 vekili Meclise getirmek, anayasa değişikliği için gereken çoğunluğu sağlamak.

Böylelikle Erdoğan’ın yıllardır özlemi olan Başkanlık Sistemine geçişi sağlamak.

Ne var ki yapılan anketler bunun hiç de kolay olmayacağını gösteriyor. Anketlerde AKP birinci parti çıksa , hükümeti kurabilecek çoğunluğu sağlasa da, değil 360 referandum için 330 milletvekillini kazanması da zor görünüyor.

Tabii seçime daha 6 ay var. Köprünün altından çok sular akar, bu pilav çok su kaldırır. Seçimde anketlerin aksine ilginç sonuç da ortaya çıkabilir.

AKP’nin başarısı Davutoğlu’nun meydanlarda göstereceği performansa bağlı. Seçmeni Erdoğan kadar etkileyebilecek mi, yoksa çıtayı aşağıya mı düşürecek?

Kuşkusuz bu seçim CHP ve MHP, dolaysıyla Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli adına da önemli bir sınav.

2002’den bu yana her seçimde AKP karşısında başarı sağlayamayan CHP ve MHP, yurttaşın hayat pahallığından, işsizlikten,yetersiz maaştan yakındığı bir ortamda, bu avantajı ne kadar oya dönüştürebilecek?

Muhalefetten bunalan hem CHP hem de MHP tabanı, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’den artık hükümet oluşturabilecek sonuç, başarı bekliyor.

Yıllardır muhalefet görevini sürdüren her iki parti de güçlü bir seçenek olduklarını anlatarak, programları ve yapacakları ile seçmenin güvenini kazanmaya çalışacak.

Eğer bunu gerçekleştiremezlerse, sonuç öncekiler gibi yine hüsran olur.

Bu da Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’nin makamının parti içinde sorgulanmasına, hatta Genel Başkan değişikliğine kadar götürebilir.

Özellikle Kılıçdaroğlu’nun bu seçimde alacağı sonuç çok ama çok önemli.

Ülkemizin, demokrasinin güçlenmesi adına CHP ve MHP bu kez seçmenin güvenini daha fazla arkasına almak zorunda.

Adına çözüm süreci denilen İmralı ile Hükümet arasında yürütülen görüşmeler de kuşkusuz seçimi etkileyecek önemli faktörlerden biri.

İçeriğini kamuoyunun çok net bilmediği çözüm süreci çerçevesinde toplumun duyarlı olduğu uygulamaların hayata geçirilmesi, seçmende özellikle de AKP tabanında rahatsızlık yaratacak, sandığa olumsuz yansıyacaktır.

Çalışanların, işçilerin yaşamında da büyük değişimlerin yaşanacağı bir yıl olacak 2015.

Hükümetin ikide bir gündeme getirip, sendikaların tepkisi üzerine rafa kaldırdığı Kıdem Tazminatı Fonu’nun bu yıl seçimin ardından hayata geçirileceği iddia ediliyor.

Fon yasası gündeme geldiğinde çalışma yaşamı oldukça hareketlenecek.

Yine ‘’Modern Kölelik’’ olarak tanımlanan kiralık işçi uygulamasına da bu yıl başlanacağı belirtiliyor.

Kiralık işçilikle işsizlik daha da yaygınlaşacak, emekçinin soysal haklarında gerileme olacak, düşük ücretle uzun süre çalışmalarından ötürü kıdem tazminatına hak kazanamayacak.

Memur-Sen ile Hükümet, kamu çalışanları ve memur emeklisinin maaşlarına 2016 yılında yapılacak zam için 1 Ağustos’ta toplu iş sözleşmesi masasına oturacak.

2013’te imzaladığı toplu iş sözleşmesi ile eleştirilen, tepkileri üzerine çeken Memur-Sen bakalım bu kez ne yapacak?