Sayfalar

27 Şubat 2014 Perşembe

Taşerona Kadro Yok

İşçiler arasında düşük ücret, kadrosuzluk, olumsuz çalışma koşulları gibi nedenlerden ötürü haksızlığı ve adaletsizliği en fazla hisseden, yaşayan taşeron işçileridir.

Aynı işyerinde, aynı işi yapan daha fazla ücret alan, çalışma koşulları daha iyi olan kadrolu işçilerin yanında taşeron işçiler hep ezildi, mağdur oldu, haksızlığa uğradı. Özellikle kamu kesiminde sendikalı olan işçilerin yanında çalışan taşeron işçiler bu haksızlığı, adaletsizliği, mağduriyeti fazlasıyla yaşıyor.

Kamu ve özel sektörde çalışan 1.5 milyon dolayındaki taşeron işçinin, bu haksızlığa karşı bugüne dek yıllardır çeşitli platformlarda dile getirdiği, sokaklarda haykırdığı, onca eylemlere karşın, kadro talebi siyasi iktidar tarafından karşılık bulmadı, görmezden gelindi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan, Bağ-Kur’lulara prim affı getiren düzenlemenin yanı sıra taşeron işçilere ilişkin düzenlemeleri de içeren yasa taslağında yine bu işçilere kadro öngörülmüyor. Taslakta taşeron işçilerin asgari sözleşme süreleri üç yıla çıkarılıyor, böylece, taşeron işçilere de kıdem hakkı getiriliyor.

Sadece ücret, kıdem tazminat ile yıllık izinlere ilişkin düzenleme yer alırken, işçilerin öncelikli talebi olan kadro taslakta yine yer almadı. Deyim yerinde ise taşeron işçilerin hevesi kursağında, umudu başka bahara kaldı,

Her geçen gün sayısı artarak, günümüzde 1.5 milyona ulaşan taşeron işçilerin kadro talebi, hükümet tarafından maliyet gerekçe gösterilerek kabul edilmemesi hak kayıplarını fazlasıyla artıracak, sömürüyü olabildiğince yaygınlaştıracaktır.

İşsizliğin yüzde 10’lara ulaştığı günümüzde, sırf evine ekmek götürebilmek için bu koşullarda çalışmayı kabullenen, taşeron işçilerin kadro talebine Yargıtay’dan da onay çıktı.

Karayolları Genel Müdürlüğü’nde uzun süredir çalışan taşeron işçilerin açtığı davalarda mahkeme işçilerin lehine olan bir karar aldı. Yargıtay da mahkemenin bu kararını onaylayarak bir anlamda işçilerin kadro talebine vize verdi.

Yargıtay’ın bu kararına karşın, bugüne dek taşeron işçilere kadro verilmediği gibi son taslakta da kadroya ilişkin düzenleme yok.

Aslında taşeron işçilerin önemli yasal hakları da var. Bu haklar yargıya başvurularak alınabilir. Bu hakların alınmasında da esas görev sendikalara düşüyor. Bir de taşeron işçilerin sendikalara üye olmasından geçiyor

Taşeron işçilerin sorunlarına dikkat çekmek ve bir kez daha gündeme getirme amacıyla geçtiğimiz günlerde Ankara’da miting gerçekleştiren Türk-İş’in bu konuda üç temel talebi var.

Türk-İş, asıl işte, üretimde çalışan taşeron işçilerin kadroya alınmasını, yine yılda 4-6 ay arasında geçici işçilere kadro verilmesini, diğer taşeron işçilerin özlük haklarında iyileştirilme yapılmasını istiyor.

DİSK ise taşeron işçi çalıştırmanın tamamıyla yasaklanmasını, taşeron işçilerinin asıl işveren işçinin sayılmasını istiyor.

İyi güzel, Türk-İş ve DİSK bunları istiyor da, bu istekleri, talepleri ciddiye alınıyor mu? Hükümet yine bildiğini okuyor, istediğini yapıyor, taşeron işçiye kadro yine verilmiyor.

Maliyet gerekçe gösterilerek ötelenen, görmezden gelinen, taşeron işçilerin Yargıtay tarafından da benimsenen kadro talebi acilen yerine getirilmeli. Aksi durum, emek sömürüsünü olabildiğince yaygınlaştırır, haksızlıkları, mağduriyeti artırır. Kul hakkı yemek günah değil mi?

18 Şubat 2014 Salı

Kılıçdaroğlu’nun Yumruğu

Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde de dingin, en sert eleştirilere hoşgörü ile yaklaşır, gülümseyerek yanıt verir, karşısındakini incitmemeye özen gösterirdi.

Bu karakterini, tavrını bugüne dek CHP Genel Başkanlığı görevinde de sürdürdü, vakur, mütevazi yapısını hep korudu, insanlara sevecen yaklaşarak sorunlarını dinledi, çözüm bulmaya çalıştı. Sabrı ile sanki sinirleri alınmış biriydi.

Ama ne olduysa grup toplantısında oldu. Milletvekilleri, parti yöneticileri, partililer kadar kamuoyu da ilk kez onu bu kadar öfkeli gördü, şaşırdı.

Çalışma yaşamı muhabiri olarak SSK Genel Müdürlüğü döneminde yakından izlediğim Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu öfkesine, dudağını ısıracak boyuta ulaşan kızgınlığına inanamadım. Kendisini hep sakin, insanları kırmamaya özen gösteren biri olarak tanıdım.

CHP’nin geçen haftaki Meclis Grup toplantısında hükümete yönelttiği eleştiriler dışında bu denli sinirlenmediği görülen Kemal Kılıçdaroğlu, yerel seçimlerdeki adayları protesto eden bir partiliye çok sinirlenerek kürsüye sert şekilde yumruğunu vurdu.

Kılıçdaroğlu , ‘’Kim ne derse desin partide gençlerin önünü açacağım. Daha fazla kadın daha fazla genç siyasetin önüne çıkacak. ‘Ben olmazsam CHP olmaz’ zihniyetini ortadan kaldıracağım. CHP varsa hepimiz için var’’ diyerek bugüne dek görülmeyen, içinde biriken öfke ile kürsüye vurduğu yumruğunu, adeta partiye de vurur gibiydi.

Elbette genel başkana saygısızlık, sözünü kesmek , hakarete varan sözler, eleştiriler kabullenilemez. Ancak, genel başkan kadar partiye emek veren, çeşitli badirelerden geçen, gecesini gündüzünü katarak partisinin iktidar olması için emek harcayan, sade bir üyenin de söz söylemeye, beğenmediği uygulamalar, adaylar karşısında görüşlerini açıklamaya hakkı vardır. Hele bu parti sosyal demokrat bir partiyse.

CHP’yi diğer partilerden ayıran en belirgin fark, her düşüncenin serbestçe ifade edilmesi, eleştiri düzleminin olabildiğince geniş tutulması, ‘’odunu da aday göstersem seçilir’ mantığının tercih edilmemesi, parti içi demokrasinin fazlasıyla işlemesi, gerektiğinde genel başkanların bile haklı nedenlerle tartışılması, eleştirilmesidir.

Grup toplantısında, genel başkan konuşurken bağırarak eleştirilerini, görüşlerini dile getirmek, sözünü kesmek şık bir hareket olmadığı kadar, Kılıçdaroğlu’nun, ‘’Parti kültürünü benimsemeyen, genel başkanının sözünü kesen derhal burayı terk etsin. Atın onu kardeşim, çıkarın dışarıya’’ sözleri üzerine partilinin salon dışına çıkarılması da hiç şık olmadı.

Yanılmıyorsam, CHP’nin tarihinde ilk kez bir parti üyesi genel başkanın uyarısı ile Meclis Grup toplantısından çıkarıldı.

Sakinliği ve hoşgörüsü ile takdir toplayan Kılıçdaroğlu, partiliyi dışarıya attırmayarak, kendisi ile görüşebilir, yakınmalarını dinler, sakinleştirerek ikna eder, gönlünü alabilirdi.

Sanırım, yerel seçimlere aday belirleme sürecinde iyice gerilen Kılıçdaroğlu da bir noktaya kadar dayanabildi, biriken öfkesini bu şekilde dışa yansıttı.

Aslında Kılıçdaroğlu, bir anlamda kürsüye vurduğu gibi CHP’ye de yumruğunu vurarak,bundan böyle partide muhalif ses istemediği mesajını verdi.

6 Şubat 2014 Perşembe

Genel Sağlık Sigortası

‘’Sağlıkta Devrim’’ sloganı ile 1 Ocak 2012’de yaşama geçirilen Genel Sağlık Sigortası (GSS) nedeniyle milyonlarca kişi sağlık hizmetinden yoksun kalırken, prim borçları da her geçen gün katlanarak artıyor.

GSS kapsamında çalışmayan ve gelir testi yaptırmayan yaklaşık 4.5 milyon kişi, adına en yüksek miktarda prim borcu çıkarılmalarından, bunu ödeyememelerinden ötürü en temel insan hakkı olan sağlık hizmetinden yararlanamıyor.

Bu kişilerin borcu gecikme faiziyle birlikte katlanarak artıyor. Bir yanda sağlık hizmetinden yoksun kalan, diğer yandan da faizleriyle birlikte prim borçları 3-4 bin liraya ulaşan yurttaşlar ne yapacağını bilemiyor.

Prim alacağının 8 milyar lirayı aştığı, SGK’nın bu miktarın ancak 300 milyon lirasını tahsil edebildiği belirtiliyor.

18 yaşını bitirmiş çalışmayan tüm yurttaşlar, zorunlu olarak GSS kapsamına alınmasından dolayı prim borçlusu olduğunu ancak gittiği Aile Hekimlikleri veya devlet hastanelerinde öğrenerek büyük bir şokla karşılaşıyor.

Yine bunun yanı sıra üniversite öğrencilerine bile GSS prim borcu çıkarılıyor. Öğrenciler okullarında aldıkları belgeyi ibraz etmeleri halinde bu borçtan kurtulabilecek.

Büyük iddialar ve umutlarla hayata geçirilen, ancak vatandaşın sağlık hizmetini neredeyse engelleyen GSS beklentileri karşılayamadı. Kısaca parası olmayanların sağlık hizmetinden yararlanamayacağı açıkça görüldü.

Kamuoyuna çok iyi anlatılmadan, doyurucu bilgi verilmeden uygulamaya konulan GSS’nin yarattığı sorunlar ne yazık ki bugüne değin giderilemedi.

Uygulamanın yarattığı yakınmaların artması nedeniyle prim ve gecikme faizinden oluşan borç veya gecikme faizlerinin silineceği kamuoyuna yansıdı. Ancak bu konuda hala bir adım atılmadı.

Torba Kanunu ile GSS prim borçları ve faizlerinin silineceği, ya da sadece faizlerin silinip borçların yeniden yapılandırılacağı öngörülse de bu konuda netlik bulunmamasından yurttaşların kaygıları sürüyor.

Prim borçları ve katlanarak artan gecikme faizleri silinmeli, bu yurttaşlara yeniden sağlık hizmetinden yararlanma olanağı sağlanmalı.

Nereden bakılırsa bakılsın beklenen sonucu vermeyen, iki yıllık uygulamanın yarattığı sorunlar da dikkate alınarak GSS’de yeniden bir düzenleme yapılması kaçınılmaz.

Sağlık hizmetinden yararlanmak en temel haktır. Bu hakkı engellemek hiçbir gerekçe ile savunulamaz.

Sosyal devlet olmanın bir gereği de her bireye ücretsiz sağlık hizmeti sunmaktır.