Sayfalar

31 Ekim 2015 Cumartesi

İşten Atılma Korkusu

İşsizliğin yaygın olduğu günümüzde iş sahibi olanlar kendilerini bir yerde şanslı sayıyor.

Ücreti az olsa, gereksinimlerini yeterince karşılamasa da sigortalı olması, sosyal güvenceye sahip olması düşük ücreti bir anlamda geri plana atabiliyor.


Ancak onların da her an işini yitirme kaygısı taşıdıkları bir gerçek.

Son günlerde medyaya yansıyan haberlere göre, yurtta ve dünyada çeşitli şirketler ekonomik krizden ötürü toplu işten çıkarmaya hazırlanıyor.

İşçiler her an kapının önüne konulma tehlikesi ile karşı karşıya

Özellikle işçi statüsünde çalışanlar, işyerinin kapanması, tensikat (toplu işten çıkarma), işverenin iflas etmesi, üretimin azaltılması, keyfi işten çıkarma gibi nedenlerden ötürü korku içinde.

İşçinin geçerli bir neden olmadan, yani keyfi şekilde işten çıkarılmasını önlemeye dönük hükümlerin başında iş güvencesi gelmektedir.

Ancak, emekçinin iş güvencesinden yararlanabilmesi için bazı koşullar gerekiyor.

Bunlardan biri de, işyerinde çalışan sayısı.

Çünkü, özellikle esnaf ve küçük işletmelerin iş güvencesinin ağır etkilerinden olumsuz etkilenmemeleri için bu yönde bir düzenleme hayata geçirildi.

4857 sayılı İş Yasası’na göre iş güvencesine ilişkin koruyucu hükümlerden işçinin yararlanabilmesi için işyerinde 30 veya daha fazla işçinin çalışıyor olması gerekiyor.

Aynı işverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması durumunda 30 işçi sayısı bu aynı işkolundaki işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre saptanmaktadır.

Yani 29 ve altında işçi çalıştıran işyerlerinde iş güvencesine ilişkin koruyucu hükümler uygulanamıyor.

Kısaca, 30’un altında işçinin çalıştığı işyerlerinde iş güvencesi söz konusu değil.

İş güvencesinin uygulanmasında 30 işçi kriteri çalıştırılan işçi sayısının belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken önemli bir konu.

Otuz işçinin belirlenmesinde belirli veya belirsiz süreli sözleşmeyle çalışan, takım sözleşmesiyle çalışan, deneme süresinde olan, emekli olarak sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışan, mevsimlik sözleşmeyle çalışan işçilerin tümü dikkate alınıyor.

Ayrıca hastalık, doğum veya izin gibi nedenlerle iş sözleşmesi askıda olan işçilerin sayısı da 30 işçi sayısına dahil ediliyor.

Yine iş güvencesi kapsamında yer almayan işveren vekili ve yardımcıları da 30 işçinin hesaplanmasında dikkate alınmıyor.

Sözleşmenin feshedilmesine göre, ihbar süresi için iş sözleşmesi varlığını devam ettirdiğinden 30 işçinin hesaplanmasında dikkate alınmalı.

Asıl-alt işverenlik ilişkisinde asıl işveren ve alt işveren farklı kişiler olduğundan 30 sayısının belirlenmesinde ayrı ayrı değerlendiriliyor.

Sonuçta, iş güvencesinin temel şartlarından biri olan 30 işçi sayısı şartının yerine getirilememesi durumunda bu işyerinde çalışan işçiler iş güvencesine ilişkin koruyucu hükümlerden yararlanamıyor.

Yani, 30’dan az işçinin çalıştığı işyerlerinde iş güvencesi geçerli değil.

Umarım medyaya yansıyan haberler gerçekleşmez, hiçbir emekçi işini yitirmez.

İşsiz kalmak, altından kalkılması zor bir olgu.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Nükleer Sevda

Hükümetin nükleer santral sevdası bitecek gibi değil. Üçüncü nükleer santralin Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı İğneada beldesine yapılacağını Enerji  ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun’un açıklamalarından öğrendik. Alaboyun, İğneada’ya kurulacak nükleer santral için Çinli ve Amerikalılar ile mutabakat zaptının imzalandığını bildirmiş.

Anlayacağınız, Mersin ve Sinop’taki santrallere karşı yürütülen tepkiler sürerken, kamuoyunun haberi olmadan sessiz, sedasız üçüncüsünün protokolü imzalanmış bile. Bakan açıklamasa uzun süre haberimiz olmayacaktı. Avrupa’nın en büyük longoz ormanlarına sahip İğneada beldesine yapılması planlanan nükleer santralle birlikte Sinop’taki santralin de devreye girmesi ile Karadeniz’in yeşili, ormanları büyük bir katliamla karşı karşıya kalacak.

Kıyısı ile Karadeniz, yerleşim alanı ile Trakya bölgesinde yer alan İğneada, zengin yeşil doğa ve endemik bitki örtüsüne sahip, turistin ilgisini çeken şirin bir belde. Daha önce de bu bölgeye nükleer santral yapılması gündeme gelmiş, buna karşı defalarca eylem yapılmıştı. Belde halkı, yeniden buranın tercih edilmesine anlam veremiyor. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “yapılmayacak” sözünü verdiğini anımsatan  bölge halkı bu karar karşısında adeta isyanda.

Daha öncekiler gibi verilen sözlerin yanıltıcı, oyalamaya yönelik olduğu bir kez daha görüldü. Trakya Bölgesinde “enerji üretim santrali yapılmayacağına” ilişkin Danıştay kararı olduğunu açıklayan halk, mevcut bölge planına ve Danıştay 6. Dairesi kararlarına göre İğneada’ya, Trakya’nın başka yerlerine hukuken enerji santralleri kurulamayacağı görüşünde.

Bölge halkı savundukları görüşte sonuna dek haklı. Öyle ya, hukukun aldığı karara güvenmeyecek de neye güvenecekler? Ancak, geçmişe şöyle bir baktığınızda yargı kararlarına ve onca mücadeleye karşın, daha sonra alınan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları ile nice termik santrallerin, çöp depolama tesislerinin, HES’lerin yapıldığını görebilirsiniz.

Yani yargı kararlarına karşın doğayı tahrip eden tesisler halkla inatlaşılarak yapıldı. Bunların çoğunluğunun Karadeniz’de, özellikle de Doğu Karadeniz’de bulunduğuna tanık olabilirsiniz. En güzel örnek,  Terme-Akçay’da kurulu doğalgaz çevrim santrali OVM. Terme Çevre Platformu (TERÇEP) eski dönem sözcüsü Zekai Altunpala, doğalgaz ile elektrik üreten OVM santraline ilişkin iki yürütmeyi durdurma kararı bulunduğunu bildirdi. Birinci yargı kararının santralin yapımı sırasında 2011 yılında, ikinci kararın ise 16 Şubat 2015’te alındığına dikkat çeken Altunpala, her iki karara karşın Bakanlar Kurulu ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK)  santrale onay verdiğini hatırlattı. Altunpala, ikinci yargı kararında deniz faunasının zarar gördüğüne vurgu yapıldığını, ancak üretim hala sürdüğünü belirtti. Altunpala’nın da çok güzel açıkladığı gibi ne kadar yürütmeyi durdurma kararı alırsanız alın, ne kadar yargıdan destek görürseniz görün, Bakanlar Kurulu, EPDK veya başka bir kurumun kararı ile bu tesisler, hem de bölge halkının karşı koymasına rağmen yapılıyor.

Demem o ki, Terme örneğini esas alarak, halkın tepkisine, yargı kararı olmasına karşılık üçüncü nükleer santral yüzde 89’u ormanlarla kaplı, Avrupa’nın en büyük subasar (longoz) ormanlarına sahip, önemli bir kuş göçü yolu üzerinde bulunan İğneada’da yapılır. 

Gerekçe hep aynı, enerji açığı, elektrik talebinin karşılanması.Açığın kapatılması için gerekli olan santraller, tesisler neden halkın rahat nefes alabildiği, turizmin gözbebeği, tarıma elverişli yeşil bitki örtüsüne, ormanlara, akarsulara, yerleşim birimlerine kuruluyor?

Neden yenilenebilir enerjiye yoğunluk verilmiyor? Dünya bu konuda süratle ilerliyor. Biz ise hala doğayı kirleten, ölümlere yol açan teknolojilerde ısrar ediyoruz.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Asgari Ücret Gerçeği

Emekli, çiftçi, esnaf, öğrencinin yanı sıra asgari ücretli de seçimden ötürü siyasilerin gözdesi oldu.
AKP asgari ücreti bin 300, CHP bin 500, MHP bin 400, HDP ise 2 bin liraya çıkarılması sözünü verdi, vaatleri seçim beyannamelerinde yer aldı.
Eğer bu sözler yerine getirilirse asgari ücretle çalışan yaklaşık 5 milyon işçi yılbaşında yüzde 30-50 arasında bir zam alacak gibi.
Eğer bu sözler unutulmaz, ötelenmezse Kasım ayı sonu veya Aralık ayı başında toplanacak Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda bu kez işçiyi sevindiren bir karar çıkabilir. On beş kişiden oluşan komisyonda işçinin muhalefetine karşın, hep hükümet ve işverenlerin işbirliği ile açlık sınırının altında kalan bir asgari ücret saptanıyor. Kanıksanan bu senaryo yıllardır komisyonda sergileniyor.


Yakınmalara neden olan asgari ücretin düşük saptanmasında TÜİK’in önerdiği rakamlar ile dört kişilik ailenin harcama kalıplarının komisyon tarafından dikkate alınmaması önemli rol oynuyor. Komisyon işçinin taleplerini görmezden geldiği gibi, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) önerdiği rakamı değerlendirmiyor, tek işçinin harcama kalıplarını esas alıyor.

Nitekim komisyon geçen yıl TÜİK’in “asgari ücret bin 425 lira olmalı” görüşünü dikkate almayarak, bu yılın her iki 6 ayında uygulanan ücreti önerilen rakamın çok altında belirledi.
İşçinin eline daha fazla para geçebilmesinin bir yöntemi de asgari ücretin vergi dışı bırakılması. Belirli aralıklarla siyasiler tarafından gündeme getirilen asgari ücretten vergi kesintisi yapılmaması durumunda bu ücretle çalışanların eline bir miktar daha fazla para geçecektir.
Geçen yasama yılında Meclis’te temsil edilen tüm siyasi partilerin asgari ücretin vergi dışı bırakılmasında uzlaşma sağladığı haberleri medyada yer almıştı. Ne ki sağlanan uzlaşma nedense bir türlü yasa olarak hayata geçirilemedi. Maliye Bakanlığı çalışana, emekliye yapılması düşünülen yüksek oranlı zamda olduğu gibi buna da olumsuz yanıt verdi. Bakanlık, asgari ücretten vergi alınmaması durumunda vergi gelirinde önemli oranda düşüş olacağı gerekçesiyle bu öneriye sıcak bakmadı. Öyle ya hiçbir zahmete katlanmadan peşin vergi kesiliyor, diğer işçi, memur ve çalışanlar gibi asgari ücretli de “kümesteki hazır kaz” olarak görülüyor. Oysa asgari ücretin vergi dışı bırakılması ile oluşacak vergi açıklarını gidermek için öylesine çok kaynak var ki.

Örneğin kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, kaçırılan, ödenmeyen vergi ve sigorta primlerinin tahsilatı gibi. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun daha önce aldığı karar uyarınca 1 Temmuz’dan itibaren uygulanan ücret halen brüt bin 274 lira. Bu ücretten 72.29 lira gelir vergisi, 9.67 lira damga vergisi olmak üzere 82.5 lira vergi kesintisi yapılıyor. Eğer asgari ücret vergi dışı bırakılsaydı bu ücretle çalışan işçinin eline 82.5 lira daha fazla para geçecekti. Bu para az olsa da net bin lira alan asgari ücretlinin aylığında yüzde 8.5’a yakın artış demektir. Brüt asgari ücret arttıkça vergi dışı kalan miktar da artacağından emekçinin eline daha fazla para geçecektir.
İddia edildiği gibi çok fazla gelir kaybına yol açmayacak bu uygulamanın hayata geçirilmesi ile 5 milyon emekçinin bütçesine katkı sağlanacaktır. Asgari ücretle çalışan emekçiler siyasilerden sözlerini tutmalarının yanı sıra vergi dışı bırakılmasına ilişkin yasanın çıkarılmasını da bekliyor. Bu düzenleme ile birlikte zam sözü de yerine getirilirse önümüzdeki aylarda toplanacak Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan 2016 yılında işçiyi hoşnut edecek bir karar çıkabilir. Tabii öncelikle siyasilerin sözlerinde durması gerekiyor.

4 Ekim 2015 Pazar

Yargı Kararına Karşın İkramiye Yok

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) yargı kararlarına karşın 30 yılın üzerindeki hizmet süreleri için memur emeklisine ikramiye ödemekten kaçınıyor.


Yaş kriterinden ötürü 30 yılın çok üzerinde çalışmak zorunda kalan memura, emekli olduğunda ancak 30 yıl dikkate alınarak ikramiye ödeniyor.

30 yılın üzerindeki emeklerinin karşılığı yok sayılıyor.

AYM daha önce, Emekli Sandığı Kanunu’nda yer alan ‘’emekli ikramiyesinin hesaplanmasında 30 yılı aşan süreler dikkate alınmaz” ibaresini anayasaya aykırı olduğuna hükmederek iptal etmişti.

AYM’nin kararını destekleyen, memur emeklisini sevince boğan bir diğer haber de Ankara 12. İdare Mahkemesi’nden geldi.

Mahkeme 30 yılın üstündeki 8 yıl 5 aylık hizmetinin karşılığı için ikramiye ödenmesini talep eden ancak SGK’dan Anayasa Mahkemesi kararından önce emekli olduğu için geriye dönük hak talep edemeyeceği gerekçesiyle başvurusu ret edilen emekli memuru haklı buldu.

İdare mahkemesi kararıyla 30 yılın üzerindeki hizmetin karşılığı olan ikramiyenin memur emeklisine ödenmesine hükmetmiş oldu.

Her iki karar 30 yılın üstündeki hizmetler için de ikramiye ödenmesini hükmetmesine karşın SGK memur emeklisine bu parayı ödenmekten kaçınıyor.

Kararın ardından SGK’ya başvuran emekliler olumsuz yanıt alıyor.

Daha önce emekli olmuş binlerce memur, idare mahkemesinin bu kararını emsal göstererek yargıda hakkını arıyor.

Davayı kazanan memur emeklisinin en az 10 bin lira daha ikramiye alabileceği belirtiliyor.

SGK’ya karşı açtığı davayı kazanacak her bir emeklinin alacağı 10 bin lira alt gelir grubundaki bu kitle için hatırı sayılır bir para.

Devlete yıllarca hizmet eden, emek veren, neredeyse ömrünün yarısını burada geçiren dar gelirli memur emeklisi 30 yılın üzerindeki hizmetinin karşılığını alamamaktan mağdur oluyor, haksızlığa uğruyor.

SGK’nın emekli memura 30 yılın üzerindeki emeklerinin karşılığını yargı kararlarına rağmen neden ödemediği, başvuruları neden ret ettiğini anlamak çok zor.

Yargı haklı yakınmalara yol açan haksızlığa “ dur” dedi.

Ne var ki SGK direniyor.

Seçimin ardından oluşacak TBMM bu konuda yasal bir düzenlemeyi hayata geçirerek emeklinin mağduriyeti giderilmeli.