Sayfalar

23 Kasım 2015 Pazartesi

Öğretmen Ne İstiyor?

Hiç kuşkusuz öncelikle saygı, sevgi ve maddi durumlarının iyileştirilmesini istiyor.   
Yarınlara umutla bakmamızı sağlayan,  çağdaş gençlerin yetişmesinde ailesinden çok emeği bulunan öğretmenlerimiz, yetersiz maaş, boş kadro bulunmasına karşın göreve atanamama, yaptıkları kutsal göreve rağmen toplumda yeteri kadar saygı görememe gibi nedenlerden ötürü, "24 Kasım Öğretmenler Günü'nde" bu yıl da buruk, karamsar.

Toplumda değeri bilinmeyen, özverili emeğinin karşılığını bulamayan mesleklerimiz vardır. Tıpkı öğretmenlik gibi… Yıllar içerisinde bu seçkin, kutsal meslek, siyasal iktidarların tutumları, politik uygulamalarıyla bilinçli olarak aşağıya çekildi, öğretmenin onuru zedelendi, incindi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin örnek, aydınlanma yuvaları, yeri doldurulamaz kurumları olan Köy Enstitüleri sağ iktidarlar tarafından kapatılarak, yurdun her yerini, bireyini aydınlatan bu özverili, Atatürkçü eğitim ordusu çeşitli zorluklarla engellendi.
 Amaçladıkları sonucu göremeyen iktidarlar öğretmenleri yıllardır çeşitli baskılarla sürekli sindirmeye çalıştı.
Yüce Atatürk’ün ‘’Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir’’ diye onurlandırdığı ve geleceğin Türkiye’sini, yarınımızı oluşturacak gençleri emanet ettiği öğretmenlerin yaşadığı, maddi ve manevi sorunlar kaygı verici olsa da bu mesleği yapmaya gönüllü çok sayıdaki eğitim emekçisinin varlığı da içimizi ısıtıyor.
Türkiye’de toplam 820 bin öğretmen yurdun dört bir yanında çocuklarımıza eğitim veriyor.
Bu öğretmenlerin yüzde 51’i erkek, yüzde 49’u kadınlardan oluşuyor. Öğretmenlerin çoğunluğu ilkokulda görev yapıyor.
Zor koşullarda görev üstlenen eğitim emekçileri sorunlarla boğuşuyor, maddi yetersizlikten kıvranıyor.
Eğitim-İş’in yaptığı araştırmaya göre, öğretmenlerin yüzde 89’u aldığı maaşın düşük olmasından  yakınıyor.
Yüzde 79’u maddi yetersizlikten ötürü mesleğine motive olamazken, yüzde 62’si de psikolojik tedavi görüyor.
Araştırmaya katılan öğretmenlerin yüzde 83’ü maaşlarının azlığından saygınlıklarını yitirdiği, yüzde 61’i de daha çok para kazanacağı bir iş olanağı bulması halinde mesleğini bırakacağı görüşünde.
Araştırmaya göre, eğitim emekçileri maaşlarının yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını, ek ders ücretlerinin en az 25 lira olmasını talep ediyor.
Ayrıca yılda bir kez ödenen eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin tüm eğitim çalışanlarına ve en az bir maaş tutarında olmasını, toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanılmasını, kira yardımı ödenmesini de istiyor.
Araştırma,  özveri ile görev yapan öğretmenlerin maddi sorunlarla mücadele ettiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Aslında, bu sorunlar gerek her yıl Öğretmenler Günü’nde gerekse yılın diğer günlerinde toplantılar, paneller ve mitinglerle dile getirilmesine karşın bir türlü çözüme kavuşturulamıyor.
Yılda bir kez “Öğretmenler Günü’nde” hatırlanan, övücü sözlerle anılan bu çilekeş ve fedakar kitle daha sonra unutulup gidiyor.
Sorunları yine ortada kalıyor.
İnanın bu yıl da öyle olacak, yine bugün çeşitli toplantılarda övgüler yağdırılacak, sorunlarının çözüleceğine ilişkin çeşitli vaatlerde bulunulacak.
Ya sonra?
Gelecek yılki 24 Kasım’a dek adları ağızlara bile alınmayacak.
Umarım tez zamanda sorunları çözülür, insanca yaşayabilecekleri bir maaşa kavuşurlar.
Güç koşullarda çalışan, çalışabilmek için çırpınan, Atatürkçü gençler yetiştiren, atama bekleyen tüm öğretmenlerin ‘’Öğretmenler Günü’’ kutlu olsun.

17 Kasım 2015 Salı

Ezber Bozan Patron

“Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir.”


Bu sözleri ilk başta bir emekçi,  sendikacı ya da sol bir parti liderinin söylediğini düşünebilirsiniz. Ancak hiç de öyle değil. Gelir adaletsizliğine vurgu yapan, işçi kesiminin gelirden az pay aldığına,  fakir-yoksul arasındaki eşitsizliğe dikkat çeken, beslendiği kapitalizmin kalkması gerektiğini dile getiren Türkiye’nin en büyük holdinginin başındaki isim Ali Koç.

Koç, bu sözleri Antalya’daki G20 Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen Sivil Toplumla Diyalog toplantısında dile getirdi. Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç,  buna benzer uyarıları şubat ayında yine Antalya’da bir toplantıda da gündeme getirmiş, sözleri bir hayli tartışılır olmuştu. Sözlerini “Acaba göz boyama, toplumun gazını alma, şirin gözükme amacıyla mı böyle konuşuyor?” diye sorgulayabilirsiniz.

Ancak yaşamındaki sadeliğe, abartıya kaçmayan yaşamına, halkla özellikle Fenerbahçe taraftarı ile kurduğu sıcak diyaloga bakarak sözlerinin içten olduğuna inanabilirsiniz. Açıklamalarıyla, yaşamı ile farklı bir işadamı kimliğini ortaya koyuyor, sempati topluyor, ezberleri bozuyor Ali Koç.
İşsizlik, gelir adaletsizliği, hayat pahalılığı gibi dar gelirliyi, emekçiyi,  emekliyi çok yakından ilgilendiren yaşamın temel sorunlarını özellikle dile getirmesi, yakınması, hele en çok nemalandığı kapitalizme eleştiri getirmesi ile şaşırtıyor.
Bugüne dek hangi  holding patronu kapitalizmin sorun olduğunu, emekçinin gelirden az pay aldığını söyledi?

Ali Koç ezber bozuyor, yaşamın gerçeklerine dikkat çekiyor. Çünkü o da biliyor ki,  ülkede yoksulluk, eşitsizlik fazla, gelir dağılımı dar gelirlinin aleyhine ise orada çalışma barışı olmaz, toplumun gelir düzeyi artmadıkça ürettikleri mallar satılamaz. Yatırımları ile yüz binlerce kişiye iş, aş, ekmek sağlayan ülkenin en büyük holding temsilcisinin yakınması, feryadı ekonomide her şeyin toz pembe olmadığının, toplumda yoksulluğun arttığının bir işareti. İşsizlik aldı başını gidiyor. Milyonlarca üniversite mezunu genç yanıla yakıla iş için çalmadık kap bırakmıyor. Ama nafile. İşsizler ordusuna her yıl on binlerce üniversiteli genç ekleniyor. İşçi, memur, emekli, asgari ücretli sadaka niteliğindeki zamlarla yaşamaya çalışıyor, aldığı düşük aylıklarla adeta mucize yaratıyor.
İşverenler, asgari ücretin bin 300 lira olmasına  “işten çıkarma, kayıt dışı, fabrikaları yurt dışına taşıma” gibi gerekçelerle şiddetle karşı çıkıyor, maliyet artışlarını öne sürüyor.

Oysa bilmiyorlar ki açlık sınırının bin 380 lira olduğu günümüzde bin liralık asgari ücretle nasıl yaşanabileceğini. Ya da ortalama bin 500 lira olan emekli aylığı ile nasıl geçinebileceğini.

Enflasyonun düşüş eğiliminde olduğu savunuluyor,  ne var ki pazar, çarşı, market fiyatları bunun hiç de böyle olmadığını gösteriyor.

Dolar, avro yükseliyor yurttaşın cebindeki lira eriyor.

İş cinayetleri hız kazanıyor, günde ortalama 5 emekçinin canını alıyor. 

İşte bu gerçekler karşısında Ali Koç, ‘’Eşitsizliğin minimum seviyeye düşürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Gelir dağılımında büyük uçurum var. İşçi kesimi gelirden en düşük payı alıyor” diye haykırıyor. 

Bu sözleri söyleyen Ali Koç haksız mı?
İnsanın yüzüne şamar gibi çarpan sözlerden etkilenmemek olası mı?
Ali Koç, işçinin, memurun, emeklinin, asgari  ücretlinin feryadını dile getiriyor
Aslında Koç’un yakınmalarını işçi ve memur sendikaları ile diğer kitle örgütleri yıllardır dile getiriyor. Ne var ki bu açıklamalar, hep ideolojik olarak değerlendiriliyor, görmezden geliniyor. Hadi işçi ve memurun yakınmaları görmezden geliniyor, ideolojik bulunuyor. Ya onlarla aynı dili kullanan, yakınmalarını gündeme getiren Ali Koç’a ne demeli?


9 Kasım 2015 Pazartesi

Ecevit’ten Alınacak Dersler

Emekçi dostu, dürüst, ilkeli, mütevazi, demokrasi aşığı Bülent Ecevit, 5 Kasım’da altıncı ölüm yıl dönümünde sessizce anıldı.
“Bizim iki gücümüz var: Hak ve halk” diyen Ecevit’in en önemli özelliklerinden biri de katıksız emekçi dostu olmasıydı.

Aynı zamanda gariban babasıydı da rahmetli Ecevit.
274 ve 275 sayılı toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt ile sendikalar yasası, Bülent Ecevit’in yoğun çabası ile 1963 yılında çıkarılmıştı.
Bu yasaların çıkmasına öncülük eden Ecevit, böylelikle gerçek bir emekçi dostu olduğunu, kamuoyuna göstermiş, kanıtlamıştı.
Yine 2002 yılında 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası’nın çıkmasına da öncülük ederek memurları- grev olmasa da – toplu iş sözleşmesi hakkına kavuşturmuştu.

Eğer bugün işçi ve memurlar toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabiliyor, maddi kazanımlar elde edebiliyorsa bunda halkın deyimi ile “Karaoğlan” Ecevit’in katkısı çok fazla ve yadsınamaz.
Ne var ki, Ecevit’e sağlığında bu hakkı teslim edilemedi.
Ölümünden sonra da anma törenlerinde ilgi yok denecek kadar az.
Neredeyse unutuldu.

Ölüm yıl dönümüne ilişkin haberler, medyada ya çok az ya da hiç yer almıyor.
Oysa, ilkeli, çalıp çırpmayan, entelektüel, Kıbrıs Barış Harekatı ile tarihe damgasını vurmuş rahmetli Ecevit, daha çok ilgiyi hak ediyor.
Özellikle de sendikalar Ecevit'e karşı çok duyarsız, vefasız.
Nerede onun çıkardığı yasalar sayesinde toplu iş sözleşmesi yapabilen işçi ve memur sendikaları?

Nerede onun savunucusu olduğu her daim koruduğu işçi, memur, emekli ve emekçiler?
Sendikalar ölüm yıl dönümlerinde paneller düzenleyip, anamazlar mıydı işçi babası Ecevit’i?
Anlatamazlar mıydı genç emekçilere, onun kazandırdıklarını, dostluğunu, ilkeli duruşunu, demokrat kimliğini?
İşçiler ve sendikalar Ecevit’e neden ilgisiz?
Sendikaların, emekçilerin ona karşı vefasız davranışları üzücü, olduğu kadar da düşündürücü.
Salt sendikalar değil, CHP ile kurucusu olduğu DSP de Bülent Ecevit’e ilişkin paneller, toplantılar düzenlemiyor, kabri başında anma ile geçiştiriyor.
Oysa seçimin ardından liderlik tartışmalarının yoğunlaştığı, emekçinin, emeklinin oyunu yeterince alamayan,  yüzde 25 bandında patinaj yapan CHP’nin önceki başkanları rahmetli Ecevit ve onun politikalarından bugünlerde alacağı öyle çok ders var ki…

CHP ve yöneticileri, 1 Kasım’ı irdelerken, Bülent Ecevit’in 1977 yılındaki yüzde 41.5’lik başarısını, bunun altındaki nedenleri iyi tahlil etmeli.
Bülent Ecevit’in, dar gelirli, gariban kitle, emekçiler tarafından ne denli sevildiğini,  dağlara taşlara “Karaoğlan” diye yazıldığını, evlere, odalara posterlerinin neden asıldığını masaya yatırarak analiz etmeli.
CHP, Ecevit’in ulusal çıkarlara ne denli duyarlı olduğunu, haşhaş ekimi konusunda ABD’ye nasıl rest çektiğini, dünyanın karşı çıkmasına karşın Kıbrıs’ta Barış Harekatı’nı nasıl gerçekleştirdiğini çok iyi okumalı.
CHP, onun “Ne Ezen Ne Ezilen Hakça Düzen” sözlerini iyi değerlendirmeli, gelir ve paylaşım adaletsizliğine neden karşı çıktığını mercek altına almalı.
En önemlisi Ecevit’in CHP’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinin,  partinin simgesi 6 okun yılmaz savunucusu olduğundan yola çıkılarak parti yeniden öz benliğine kavuşturulmalı.
1977 seçiminde dağlara taşlara yazılan “Umudumuz Karaoğlan” sloganlarıyla halkta ona karşı oluşan sevginin benzeri yeniden toplumda yaratılmalı.
Ecevit’in  1977’deki yüzde 41.5’lik başarıyı nasıl sağladığı enine boyuna incelenerek, bu başarıdan çıkarımlar edinilmeli.

CHP’nin emekçi dostu, gariban babası, ulusal çıkarlar için dünyaya rest çeken, Atatürk ilkelerinin yılmaz savunucusu Bülent Ecevit’ten alacağı öyle çok dersler var ki…
Yeter ki bu dersler iyi çalışılsın, iyice sindirilsin.
Olağanüstü genel kurul tartışmalarının, taleplerinin tartışıldığı bugünlerde CHP, izleyeceği yol haritasını Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit’in devletçi- halkçı politikalarından esinlenerek yeniden şekillendirmeli. 
Çünkü ülkenin güçlü bir CHP’ye, umut veren bir CHP’ye, güçlü iktidar seçeneği olabilecek bir CHP’ye ivedilikle gereksinimi var.

3 Kasım 2015 Salı

Fırsatı Değerlendiremeyenler

AKP, yönetim kadrosunun bile beklemediği  büyük bir zafer elde etti.
Seçmen, 5 ay önce “dur” dediği iktidar partisine 1 Kasım’da yüzde 49.4 gibi rekor bir oy oranı ile yeniden “evet” dedi.
AKP’nin bu başarısının altında yatan gerçekleri, kendilerinin bile beklemediği bir oy oranına, vekil sayısına nasıl ulaştığının yanı sıra, muhalefetin nerede yanlış yaptığını irdelemek de gerekir.


Evet, Başbakan Ahmet Davutoğlu bu seçim döneminde, ayrıştırıcı, kamplaştırıcı yerine ılımlı bir dil kullandı.

Evet,  Cumhurbaşkanı Erdoğan 7 Haziran’daki gibi miting alanlarına çıkmayıp geri planda kaldı.

Evet, terörden ve ekonomideki krizden kaygı duyan seçmen istikrar adına yeniden “tek başına iktidar” dedi.

Evet, diğer partiler gibi emekli ve asgari ücretliye bu kez vaatlerde bulunan AKP’nin bu vaatleri seçmen tarafından daha fazla inandırıcı bulundu.
Yeri gelmişken bu vaatlerin öncüsü CHP ve Kılıçdaroğlu olmasına karşın, her iki seçimde de karşılığını alamadığını belirtelim.

Evet, belki seçmen koalisyon yerine tek başına iktidarın sorunları daha kolay çözeceğine inandı.

Evet,  7 Haziran’da SP-BBP ittifakı ile HDP’ye giden oylar bu kez geri döndü.
Bu nedenler AKP’nin yeniden iktidara gelmesini sağlasa da, asıl muhalefetin beceriksizliği, seçmenin 7 Haziran’da sunduğu fırsatı değerlendirememesi, yeniden hortlayan bölücü terör, 22 Temmuz’dan bu yana terörden onlarca polis, asker, güvenlik elemanının şehit düşmesi, yüzlerce sivilin yaşamını yitirmesi bir o kadar önemli rol oynadı.

Kuşkusuz 1 Kasım’ın kesin mağlupları MHP ve HDP.
7 Haziran’da seçmenin kendisine tanıdığı krediyi, fırsatı o akşam elinin tersi ile iten, koalisyon görüşmelerine kapılarını kapatan, TBMM Başkanlığı seçiminde uzlaşmaz tavır takınan, partinin yetkin ve deneyimli isimlerini dışlayan, aday bile göstermeyen Devlet Bahçeli, MHP ağır bir yenilgi aldı.
Oysa,  seçmenin kendisine tanıdığı fırsatı değerlendirip, koalisyon ortağı olsaydı yeniden bir seçime gerek bile kalmayacaktı.
Bahçeli, koalisyon için öne sürdüğü 4 temel maddeyi yapılacak görüşmelerde belki üç aşağı beş yukarı kabul ettirebilecekken - kendisi de bir ölçüde esneyerek- “hayırcı”  tutumu ile bu fırsatı elinin içinden kaçırdı.
Bahçeli’nin tavrına kızan orta yaş ve üstü MHP tabanı bu kez AKP’yi tercih etti.
7 Haziran’ın kendisine sunduğu fırsatı, seçmenin “Türkiye partisi olun” mesajını yeterince değerlendiremeyen HDP, en ağır mağlubiyeti yaşayan bir diğer parti oldu.

Oysa 7 Haziran akşamı Selahattin Demirtaş, “seçmenin bize verdiği mesajı iyi okuyacağız. Verilen emanet oyların gereğini yerine getireceğiz” diyerek,  bölücü terör ile arasına mesafe koyacağı beklentisi yarattı.
Bırakın, PKK ile araya mesafe koymayı, artan olaylar karşısında bunu kınamaktan, teröre açık tavır almaktan kaçındı.
Cizre’de, Şırnak’ta,  Nusaybin’de, Yüksekova’da ve Güneydoğu Anadolu’nun diğer yerlerinde maskeli teröristlerin hendek kazması, kimlik kontrolü yapması, molotoflu saldırılarda bulunması emanet oyların yanı sıra, Doğulu ve Güneydoğulu seçmeni HDP’den uzaklaştırdı.
Hem MHP, hem de HDP seçmenin kendilerine 7 Haziran’da tanıdığı krediyi, fırsatı değerlendiremeyerek bozguna uğradı.
CHP ise ne kazandı, ne kaybetti.
Gerçi oy oranını çok az, vekil sayısını da 2 artırmasına karşın “patinaj” partisi özelliğinden bir türlü kurtulamıyor, hep yerinde sayıyor.
Emekliye, asgari ücretliye, taşeron işçiye, öğrenciye, çiftçiye bir dizi vaatlerde bulunmuş, öncülüğünü de  yapmıştı.
Ne var ki bu vaatleri tıpkı 7 Haziran’da olduğu gibi 1 Kasım’da da karşılık bulmadı.

Oysa bu seçimde benzer vaatlerde bulunan AKP bunun karşılığını aldı.
Demek ki seçmen bu vaatleri CHP’den çok, AKP’nin yerine getireceğine inandı.
Her üç muhalefet partisi de şapkalarını önlerine alıp, “ama, lakin, fakat, çünkü” demeden nerede yanlış yaptıklarını, eksikliklerinin muhasebesini yapmalı, özeleştiride bulunmalı.
Çünkü, Türkiye’nin AKP kadar bu üç partiye de ihtiyacı var.
AKP’nin başarısını kutlarken, barış, huzur içinde ülkeyi yönetmesini, özellikle emekli ve asgari ücretli vaatlerin hemen yerine getirilmesini bekliyor.