Sayfalar

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Rastgele

Çingene palamudu tezgahları erken şenlendirmeye başladı. Deneyimli
balıkçılar, çingene palamudunun erken boy göstermesini bu yıl
bereketli bir sezonunun yaşanacacağının işareti olarak
değerlendiriyor.
15 Nisan'da başlayan av yasağı, büyük teknelerin 1 Eylül'de
''rasgele'' nidaları altında denizlere açılması ile sona erecek.
Üç yanı denizlerle çevrili olaın Türkiye, kişi başına
tüketilen balık miktarı açısından Avrupa ülkelerinin bir hayli
gerisinde.
AB'de 24 kilogram olan kişi başına yıllık balık tüketimi Türkiye'de
7.5 kilogram düzeyinde.
Avlanma biçimleri, ana girdi mazot fiyatının sürekli artması
balıkçılığımızı olumsuz etkiliyor.
Denetimsizce denizlerde gezinen gırgılarla gerçekleşitirilen avlanma
sonucu denizlerin kuruması, türün azalması balıkçılığa vurulan en
büyük darbe.
Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'in kıyılarına ev sahipliği yapan,
balıkçılıkta bir zamanlar parmakla gösterilen Türkiye, ne acıdır ki
bugün balık ithal eden bir ülke konumuna geldi.
Tezgahlarda boy gösteren, görünümüyle iştahları kabartan o güzelim
balıkların tamamanın ülkemizde avlandığını düşünüyorsanız,
yanılıyorsunuz.
Sadece somon ve uskumrunun Norveç'ten ithal edildiğini, geri
kalanın ise ülkemiz karasularında avlanan balıklar olduğunu bilebilirsiniz.
Ancak, bunun hiç de öyle olmadığını kısacık bir araştırmayla öğrenebilirsiniz.
Bilinçsizce ve hoyratça avlanma sonucu, Norveç'ten somon ve uskumrunun
yanı sıra mezgit, Romanya ve Bulgaristan'dan kalkan, Senegal'den lagos
ile dil balığı, Gine ve Mısır'dan barbun ile mercan, Vietnam, Tayland
ve Endonezya'dan karides ithal ediyoruz.
Oysa, etrafı denizlerle çevrili, 8 bin 333 kilometrelik kıyı şeridi ve
177 bin 714 kilometre uzunluğundaki nehirleriyle balıkçılığa uygun
Türkiye'nin balık ithal etmesi hem üzüyor, hem de
onurumuzu incitiyor.
Balık avının temel girdisi olan mazot fiyatının sürekli artmasından
ötürü, balıkçılığa olan ilgi giderek azalıyor, avlanan az
miktardaki balık da pahalı olarak tezgahta müşteri bekliyor.
Balıkçılar sahipsiz, yurt dışından balık ithal eder duruma geldik,
sektör zor durumda, balıkseverler canının çektiği balığı bulamıyor,
bulsa bile pahalı olmasından ötürü yanına yaklaşamıyor.
Seçenek olarak piyasaya sürülen kültür balıkları ise tadı, kokusu ile
kesinlikle deniz ürünlerinin yerini alamıyor.
Peki çözüm ne?
Çözüm, balıkçılara uygun koşullardaki krediyle sahip çıkmak, bilinçli
avlanmaya ilişkin eğitim, teknelerin günün koşullarına uygun
teknolojik donanımlarla yenilenmesi, av yasağına uymayanlara ağır
yaptırımların uygulanması, bu önlemlerin kağıt üstünde kalmamasıdır.
Bunların hayata geçirilmesi can çekişen Türk balıkçılığının yeniden
ayağa kalkmasını sağlayacak ilk adımdır.
Yoksa daha çok balıkçılığın can cekiştiğini yazar, konuşur, yurt
dışından artarak balık ithal etmeyi sürdürürüz.
Umarım balıkçıların öngördüğü gibi, bu sezon bol balık avlanır,
tezgahlar şenlenir, balıkseverlerlerin sofrasından ucuzlayan fiyatıyla
balık eksik olmaz.
Kaptan ve tayfalarına ''rasgele''.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Kara Kara Düşünüyorlar

Mevsimin kuraklığından ötürü, fındık hasadına bu yıl erken başlandı.
Çok güç koşullarda yetiştirilen, o denli de zor şartlarda hasadı
yapılıp, pazara indirilen fındık, Rize’den İzmit’e Karadenizli
üreticinin neredeyse tek umudu, tek geçim kaynağı.
Ne var ki, fındık üreticinin yüzünü bu yıl güldürmeyecek. Fındığa don
vurmasından ötürü üretici endişeli, hüzünlü.
29 ve 30 Mart’ta yaşanan aşırı soğuktan dolayı fındığa bu yıl don
vurdu. Bu don aynı zamanda üreticiyi de vurdu.
Samsun’dan Rize’ye kadar olan yukarı bölgede fındık neredeyse sıfır,
yani hiç yok. Kıyı bölgelerde ise normal rekoltede.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği, don ve fırtınadan dolayı fındık
rekoltesinde bu yıl yüzde 75 kayıp yaşanacağını açıkladı. Geçen yılki
fındığın üçte ikisi yok olup gitti.
Fındık üretiminin yüzde 98.8’ni karşılayan 14 ilde 371 bin 185 ton
rekolte bekleniyor.
Bu yıl ki kabuklu fındık üretimi ihracat için gerekli olan 600 bin
tonun altında kalacak.
Hasadı yapılan fındık, ihracatın yarıya yakınını karşılayamayacak.
Durum o denli vahim, kaygı verici.
Don en çok Giresun ve Ordu’da fındık bahçelerini vurdu. Ordulu ve
Giresunlu üretici diğer illerdeki üreticiye göre daha çok mağdur
olacak, en büyük sıkıntıyı onlar yaşayacak.
Düşük rekolte nedeniyle fındığın kilo fiyatının bir hayli yüksek
olması bekleniyor. Kabuklu fındığın 10-15 lira, hatta daha yüksek bir
fiyatla satılması hiç de şaşırtıcı olmaz. Gelen haberler de bu yönde.
Bu yıl don şokunu yaşayan, bahçesinde tek bir tane bile fındığı
olmayan üretici ne yapacak?
Hesabını, kitabını fındığa göre ayarlayan, evladının düğününü, borcunu
kapatmayı fındıktan gelecek paraya bağlayan üretici kara kara
düşünmesin de ne yapsın?
Bir yanda ödenmeyi bekleyen borçlar, diğer yandan dondan ötürü yok
olan fındık. Fındığın az olması, üretici kadar zincirleme olarak diğer
esnafı da olumsuz etkileyecek.
Büyük sıkıntılar ile karşılaşacak fındık üreticisine devlet
‘’babalığını’’ göstererek yardımcı olmalı.
Eğer bu gerçekleşmezse, büyük felaket yaşanır, üretici bunun altından
kalkamaz, yaşamı alt üst olur.
İşte devlet bu sıkıntılı günler için yurttaşın yanında olmalı, onun
nefes almasını sağlamalı.

3 Ağustos 2014 Pazar

Ankara'da Türk-İş Var mı?


Yapısındaki 33 sendika ve 700 bin üyesi ile ülkenin en büyük işçi konfederasyonu olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) 62 yaşında.
Kurulduğu 31 Temmuz 1952'den 1980'li yıllara dek efsane başkan Seyfi Demirsoy'un belleklere kazınan ''Ankara'da hükümet var, Ankara'da Türk-İş var'' sözleri doğrultusunda ülke gündemini belirleyen, çalışma yaşamına öncülük eden Türk-İş, son yıllarda iyice kabuğuna çekilerek, gelişmeleri uzaktan izler konuma geldi.
Türk-İş'in etkin tutumundan edilgen bir yapıya evrilmesinde temel etken kuşkusuz özelleştirme sonucunda yaşadığı üye kayıpları ile giderek kan kaybetmesidir.
Sendikalaşmaya soğuk bakan küresel sermayenin özelleştirmeler aracılığı ile Türkiye'de egemen olması, işçiler kadar başta Türk-İş olmak üzere, diğer sendikaları da olumsuz etkiledi.
1980'li yılların ortasında Turgut Özal döneminde başlayan, Tansu Çiller döneminde yoğun şekilde süren, günümüzde de hala devam eden kamu kurumlarının neredeyse yok pahasına elden çıkarılması, ağırlıklı olarak kamuda örgütlü olan Türk-İş'i örseledi.
Özelleştirme uygulamalarına başlanmadan önce 1.5 milyona yakın üyesi ile emekçinin hakları için ses getiren eylemler yapan, gündeme damgasını vuran, siyasi iktidarların öncelikli muhataplarından biri olan Türk-İş'in üye sayısı 700 bine indi, eski gücünün oldukça gerisinde kaldı.
Özelleştirme sonucunda kar eden kamu kurumlarını çok düşük paralarla alan gerek küresel sermayenin temsilcileri, gerekse bazı Türk işverenler öncelikli olarak sendikalı işçiyi kapının önüne koyarak, iş yerlerinde sendikayı bitirdi.
Kamuda tek tip toplu iş sözleşmesi bağıtlamanın rahatlığını sürdüren, özel sektörde gereği gibi örgütlenemeyen Türk-İş, özelleştirmenin acı sonuçlarının farkına ancak yıllar sonra üye sayısının erimesi ile varabildi.
Küresel sermayenin sendikalara, sendikalı işçilere birer ''öcü'' gibi bakmasından ötürü, sendikalı işçi sayısı giderek azaldı, sendikalar büyük bir kan kaybı yaşadı.
Nitekim bu olumsuz tablo Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yayınladığı Temmuz ayı istatistiklerinde açıkça görülüyor.
Bakanlığın istatistiklerine göre, 12 milyon 300 bin işçiden sadece 1 milyon 189 bin 481'i sendikalı. İşçilerin ancak yüzde 9.68'i sendika üyesi. Ülkemizde sendikalaşma oranı yüzde 10 bile değil.. 
İstatistiklere göre, mevcut 140 sendikadan 91'i baraj altında kalarak, toplu iş sözleşmesi yapamaz konumda. 
Yapılan son düzenleme ile halen yüzde 3 olan iş kolu barajı yüzde 1'e indirilse de sendikalaşmayı bekleyen işçilere ulaşmak, onları üye yapmak öncelikle sendikaların görevi.
Barajlar yüzde 1'e indirilse bile, yetki alamayan sendikalara üye olan işçiler toplu iş sözleşmesinden yoksun kalıyor. Bu işçilerin de toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabilmeleri için sendikalaşmayı daha da kolaylaştırıcı düzenlemeler hayata geçirilmeli.
Çalışma yaşamının öncüsü olan, kurucu genel başkan İsmail İnan, İbrahim Denizcier, Seyfi Demirsoy, Halil Tunç, Şevket Yılmaz, Bayram Meral, madenci yürüyüşünün unutulmazı Şemsi Denizer gibi işçi liderlerini yetiştiren Türk-İş'in,  ''Ankara'da Türk-İş Var mı?'' yerine, eskiden olduğu gibi ''Ankara'da hükümet var, Ankara'da Türk-İş var'' sözüne uygun etkin bir konuma kavuşması, her şeyden önce ülke, demokrasi, en önemlisi de işçiler adına zorunluluktur.
Türk-İş'e düşen görev, kamu ve özel sektörde sendikalaşmayı bekleyen işçilere ulaşarak sahip çıkmak, üye sendikalar arasında ayrım yapmaksızın, yönetim karşıtı da olsa sorunlarına eğilmek, destek olmak, birlikteliği sağlamaktır. 
Bu arada Türk işçi hareketinin başarıya ulaşması için yıllarca mücadele eden, yaşamlarını emekçiye adayan, gerçek işçi dostu DİSK'in efsane başkanları Kemal Türkler, Abdullah Baştürk ve diğerlerini saygı ile anıyoruz.