Sayfalar

25 Temmuz 2014 Cuma

Yayla Turizmi

Tatilciler yurdun dört dört bir yanına dağıldı..

Müdavimi olanlar rotayı Akdeniz, Ege ya da yurtdışına çevirirken, kültür turizmini yeğleyenler, Güneydoğu, Kapadokya veya Çanakkale gibi tarihi özellikleri öne çıkan yerleşim birimlerine yöneliyor.

Bu tercihlerin yanı sıra, geç olmakla birlikte son yıllarda turizmde yıldızı parlayan Karadeniz ve yaylaları hem yerli, hem yabancı turistin ilgisini çekiyor.

Yeşilin her tonunu bünyesinde barındıran, muhteşem doğası ile büyüleyen, karpuz çatlatan soğuk suları ile Karadeniz yaylaları konuklarını bekliyor.

Her geçen yıl katlanarak artan yerli ve yabancı turist Karadeniz’e koşuyor, yeşilin her tonuna olan özlemini doyasıya gideriyor, yaylalarda Karadeniz’i kuşbakışı izlemenin keyfini yaşıyor.

Yeşil bitki örtüsü ile sıkıntılardan arındırarak ferahlatan, mavi denizi ile saran, kendine çeken Karadeniz ve yaylaları ülkemizi dünyaya tanıtmada önemli bir işlevi de yerine getiriyor.

Karadeniz yaylaları, Türk turizminin sadece Bodrum, Antalya, Çeşme, Datça, Marmaris, Kuşadası , Fethiye’den oluşmadığını dünyaya gösteriyor, Eko Turizm tutkunlarının gereksinimini fazlasıyla karşılıyor.

Diğer turizm bölgelerindeki gibi betonlaşma, çirkin yapılaşma giderek buralarda da artsa da bakir yapısını hala koruyan Karadeniz yaylaları, muhteşem güzelliği, yeşil bitki örtüsü, kendine özgü yemek kültürü, bol oksijeni ile ziyaretçileri adeta büyülüyor, kendine çekiyor.

İsviçre’deki Alp dağlarına benzerliği ile yabancı turistlerin dikkatini çeken, övgüsünü kazanan Karadeniz yaylaları, üzerine çöken yoğun sisin oluşturduğu gizemli havasıyla ziyaretçilere ayrı bir keyif veriyor.

Eğer vejeteryan değilseniz, bu yaylalarda kekik otu ve diğer bitkilerle beslenen kuzu veya dana eti ile yapacağınız mangal keyfinin tadını uzun süre unutamıyorsunuz. Hele bir de bol tereyağlı mıhlamanın görünümü, damaklara yaydığı zevk silinmeyecek şekilde belleklere kazınıyor.

Vejeteryanlar da bu yaylalarda yetişen doğal mantar, kaldirik, sakarca ve diğer bitki türleri ile açlığını giderebiliyor, yayla zevkinden yoksun kalmıyor.

Burada üretilen peynir,yoğurt, süt, ekmeği ağza aldığınızda yaşadığınız kentlerdeki ürünlerin tadından çok farklı, leziz olduğunu hemen fark edebiliyorsunuz.

Karadeniz , işte bu denli birbirinden güzel, her biri ayrı bitki özelliğine sahip yaylaları bünyesinde barındırıyor, ziyaretçilerini bekliyor.

Önceki yıllarda at veya eşek sırtında patika yollardan güçlükle gidilebilen Karadeniz yaylalarına artık asfalt veya düzgün şose yollar gidebilmek mümkün. Ulaşım daha kısa ve güvenceli.

Yine bazı yaylalarda konaklayabileceğiniz tesisler de mevcut. Hatta bu tesisler, lüks otellerin tüm özelliklerine ve konforuna sahip.

İster günübirlik gidin, isterse konaklayın ama Karadeniz’in o güzel yaylalarını mutlaka ziyaret edin.

Bakir yapısı, görkemli görünümü ile konuklarını bekleyen Karadeniz’in güzel yaylalarından öne çıkanlar şunlar:

Sinop’ta Akgöl, Kurugöl, Bozarmut, Samsun’da Ladik, Aktaş, Nebiyan, Küpecik, Büyükkızoğlu, Çakırgümüş Ordu’da Perşembe, Çambaşı, Karamehmetyurdu, Erecek, Topçam, Keyfalan, Yeşilce, Argın, Giresun’da Kümbet, Bektaş, Sis Dağı, Karagöl, Tamzara, Kazıkbeli, Trabzon’da Hıdırnebi, Kadırga, Maçka, Karadağ, Çakırgöl, Tonya, Lapazan, Rize’de Ayder, Elevit, Pokut, Amlakit, Povur, Çeymakçur, Kavron, Artvin’de Kafkasör, Borçka, Yusufeli, Karagöl, Bilbilan yaylaları.

Yayla turizmini seven, doğa harikası yaylaları görmek, tanımak isteyenler için Karadeniz bulunmaz bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmeye, güzellikleri doyasıya yaşamaya var mısınız?

Yanıtınız ‘’evet’’ ise haydi o zaman yaylaya.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Tehlike Kapıda

Bir gün aşırı yağmur yağıyor her yeri sel alıyor, bir başka gün aşırı sıcaktan insanlar yanıyor, kavruluyor.

Bir gün önce aşırı sıcaktan kendini denize, havuza atarak serinlemeye çalışan insanlar, ertesi gün sel felaketi ile uyanıyor, bu kez selin getireceği yıkıma karşı korunmaya çalışıyor.

Artık mevsimleri zamanında, gereği gibi yaşayamıyoruz.

Ülkemizde son yıllarda iklimdeki bu değişiklikten ötürü aşırı yağış ve doğal afet sayısında ciddi artış var.

Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de hava olaylarında yaşanan bu büyük değişim, insanlığı tehdit eder boyuta ulaştı.

Son yıllarda sel felaketlerinde yaşamlarını yitiren insan sayısının artması, kuraklığın yaygınlaşması, su havzalarının yok olması insanlığı gelecekte bekleyen tehlikenin birer işareti.

Adına ‘’El Nino (Yaramaz Çocuk) denilen bu iklim değişikliği, Türkiye’nin çok ciddi bir kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu açıkça gösteriyor. El Nino’nun etkisiyle Türkiye’de sıcak hava mevsim normallerinin 5-6 derece üzerinde seyrediyor.

İklim değişikliği ile yarı tropikal bir iklime doğru evrilen Türkiye bir hafta sıcaktan kavruluyor, diğer hafta gök gürültülü, şimşekli sağanak yağışların sonucunda can kayıplarına yol açan selleri yaşıyor.

Bilim insanlarına göre, ‘’Küresel İklim Değişikliği’’ diye de tanımlanan bu olumsuzluğun temelinde doğaya bırakılan karbon salınımı, yani karbondioksit var.

Karbon salınımı en çok sanayi kuruluşları tarafından gerçekleştiriliyor. Yani, çevreyi, doğayı, yeşili katleden karbon salınımına karşı, yeterli önlem alınmıyor. Bir de buna termik ve nükleer santralleri eklediğinizde yeşil bitki örtüsü karbon salınımı ile yok oluyor, ardından iklim değişikliği kendini gösteriyor.

İnsanlarımız da yaşadığı doğayı, çevreyi gözü gibi korumayıp, hor kullanınca ister istemez iklim değişikliği yaşanıyor, bir gün yanıyoruz, diğer gün her yeri sel götürüyor.

Rant uğruna ormanları yakılıyor, bitki örtüsünü yok ediyoruz ondan sonra da bu iklim değişikliğinden yakınıyoruz. Eğer sen doğayı korumaz, sevmezsen iklim değişikliği acımasız yüzünü böyle gösterir.

Kuraklıktan, susuzluktan başta tarım ürünleri olmak üzere temel gıda maddeleri kıtlaşıyor, fiyatları el yakıyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Şen, Türkiye’de de El Nino’lu yılların başladığını, dünyada kuraklığın ve sıcak havanın egemen olacağını, doğal afetlerin artacağı uyarısında bulunuyor.

Orhan Şen, El Nino’nun Güney Pasifik’te deniz suyunun ısınması ile başladığını, deniz suyunun ısınmasıyla birlikte iklimin değiştiğini, bu değişimimin aşamalı olarak tüm dünyaya yayıldığını belirtiyor.

İnsanlığı bekleyen, kuraklığın, susuzluğun, iklim değişikliğinin daha da yaygınlaşmaması için çok ama çok ivedi önlemlere ihtiyaç var.

Karbon salınımını tetikleyen yatırımlardan tesislerden vazgeçmemiz, termik ve nükleer elektrik santralleri yerine, dereleri kurutmayan hidroelektrik santrallere, rüzgar ve güneşten elektrik üreten tesislere yönelmemiz şart.

Türkiye rüzgar ve güneşin potansiyelinden gereği gibi yararlanıp, elektrik üretemiyor. Elimizdeki potansiyeli uzaktan izliyoruz.. .

Ormanlarımızı, doğayı, akarsularımızı, su kaynaklarımızı çocuğumuz gibi korumalı, gözümüz gibi bakmalıyız.

İnsanlığı bekleyen tehlike kapıda.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Çocuk İşçiler

Ülkemizin acı gerçeği, tedavi edilemeyen kanayan yarasıdır çocuk işçiler.

Çeşitli platformlarda, ‘’Çocuk işçiliğine hayır’’ diye haykırılmasına, paneller yapılmasına, en önemlisi yasaklanmasına karşın, çocuk işçiliğinin her yıl katlanarak artması, iş cinayetlerine kurban gitmesi ürkütücü boyutlarda.

Yaşıtları ile sokaklarda oynaması, olabildiğince özgürce koşması, çocukluğunun tadını doyasıya yaşaması gereken çocuklar, o küçük bedenleriyle çoğu da ilkel koşullarda, aile bütçesine katkı sağlamak, ya da iş öğrenebilmek amacıyla kayıt dışı çalışıyor.


Küçük bedenleriyle orantılı olmayan zorlu işlerin üstesinden gelmeye, ustasının övgüsünü kazanmaya çalışan, bu küçük emekçilerin çoğu da, yaşamın keyfini süremeden, geride derin bir acı bırakarak iş cinayetlerinde can veriyor, göçüp gidiyor.

Onca uyarılara, önlemlere, denetimlere, yaptırımlara rağmen, çocuk işçi sayısı dünyada olduğu gibi, ülkemizde de önü alınamaz bir şekilde yaygınlaşıyor.

‘’12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’’nde yine o bildik toplantılar yapıldı, klişe sözler dile getirildi, çocukların yerinin okul ve sokaklar olduğu ifade edildi.

Bu tür söylemler, önümüzdeki yıllarda da ifade edilecek, ama değişen hiç bir şey olmayacak.

Önemli olan zihniyet değişikliği ve çocuk işçiliğini önlemeye yönelik kararlı bir iradenin gösterilmesi.

Araştırmalara göre, dünyada 5-17 yaş arasındaki her 5 çocuktan biri çalışıyor. Yani 300 milyonun üzerindeki çocuk, sağlıklı bir çevreden, temel özgürlüklerden yoksun yaşıyor.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin raporuna göre de Türkiye’de 800 bin çocuk işçi bulunuyor. Rapora göre, 2013’te iş kazalarında yaşamını yitiren 1235 işçiden 59’u, bu yılın ilk dört ayında hayatını kaybeden 396 işçiden 17’si çocuk işçi.

Geçen yıl iş cinayetlerine kurban giden her 20 emekçiden biri çocuk.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in bir soru önergesine verdiği yanıta göre ise 15-17 yaş arasındaki 653 bin çocuk çalışıyor: Bunların yüzde 89.2’si de kayıt dışı emek harcıyor.

Bakan Çelik yanıtında, geçen yıl yasaya aykırı şekilde çocuk işçi çalıştıran 43 işyerine 51 bin 264 lira idari para cezası uygulandığını, valiliklere çocuk işçiliğinin önlenmesi amacıyla gerekli bildirimin yapıldığını ifade etti.

Çocuk işçiliği en yoğun olarak yaz mevsiminde tarım ve inşaat sektöründe kendini gösterirken, çocuk işçiliğinde en fazla ölümler yine yaz mevsiminde oluyor.

Çocuk işçiler, harçlığını çıkarabilmek, aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla, daha çok oto tamiri, kaporta, berber çırağı, inşaat, depo, esnafın yanında çalışıyor.

12 yıl zorunlu eğitime geçilmesine karşın, iş yasasında çalışma yaşının hala 15 olarak görünmesi, asgari ücretteki 16 yaş farkının kaldırılması çocuk işçiliğini özendiriyor, katlanarak artmasına yol açıyor.

Nereden bakılırsa bakılsın çocuk işiler, Türkiye’nin kanayan yarası.

Yarayı iyileştirecek tedaviye hemen başlanabilmesi, çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi için ağır yaptırımlar, hatta hapis cezalarını içeren yasal düzenlemeler neden hayata geçirilemiyor?