Sayfalar

29 Aralık 2014 Pazartesi

Emekçinin Kara Yılı

Zaman zaman sevindiren, genelde üzen, hüzünlendiren, emekçileri olumsuz etkileyen bir yılı daha geride bırakıyoruz.

Yeni yıl, yeni umutlar demektir.

Tüm yurttaşlar yeni yılı coşku ile karşılar, beklentilerinin gerçekleşmesini hayal eder, geleceğe umutla bakar, geçen yıl yaşanan acıların yinelenmemesi dileğinde bulunur.

Yeni yıl, yurttaşlar kadar ülkemiz adına da yeni bir başlangıçtır.

Umarız 2015’te, 2014 gibi ulusu yasa boğan acılar yaşanmaz, herkesin umudu, beklentileri gerçekleşir.

Ülkemizin ve insanların çok da sevinemediği, iş cinayetlerinin tüm ulusu yasa boğduğu, emekçiler adına kanlı bir yıl oldu 2014.

Kuşkusuz 2014’e damgasını vuran, tüm Türkiye’nin yüreğini dağlayan acı, 13 Mayıs’ta Soma maden ocağında 301 madencinin yaşamını yitirdiği iş kazasıdır.

Yüzlerce emekçinin canını alan, geride gözü yaşlı aileler bırakan bu acı olay, aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin de en büyük iş kazasıdır.

2014’te iş cinayetleri sadece Soma ile sınırlı kalmadı, vahşi, acımasız yüzünü 6 Eylül’de İstanbul-Mecidiyeköy’de bir inşaatta, 28 Ekim’de de Ermenek’te yine maden ocağında gösterdi.


İstanbul’da 10, Ermenek’te ise 18 emekçi yaşamını yitirdi.

Tabii bu ölümler kitlesel olduğundan gündeme oturabildi, iş kazalarının vahşiliği, acımasızlığı ancak konuşulur oldu.

Bu ölümlerin ardından iş güvenliğine ilişkin önlemler çok geç hayata geçirilebildi.

Aslında taşeronluk sisteminin yaygınlaşması, yetersiz ve göstermelik denetim, kuralsız şekilde düşük ücretle aşırı çalıştırma, sendikalaşmanın önlenmesi, ilkel çalışma koşulları gibi nedenlerden ötürü günde ortalama 4 emekçi iş cinayetlerine kurban gidiyor.

Ne var ki bu ölümler bireysel olduğundan medyada yer almıyor, kimsenin haberi bile olmuyor.

Yapılan araştırmalar, Türkiye’nin iş kazalarında Avrupa birincisi olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.

1993’te 1516, 2006’da 1601, 2011’de 1710 emekçi ölürken, bu yılın 11 ayında 1723 işçi yaşamını yitirdi. Aralık ayı da dikkate alındığında 2014’te ölenlerin sayısı daha da artacak.

Bir türlü önlenemeyen iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı her geçen yıl artıyor.

Asıl düşündüren ve üzerinde durulması gereken konu bu olsa gerek.

Görüldüğü gibi, 2014’ün kaybedeni işçiler oldu.

Kuşkusuz 2014 işçiler için tarihin sayfalarına kanlı bir yıl olarak geçecek
İşçiler gibi, memurların yüzü de gülmedi.

Maaşlarına 123 lira zam yapılan memurlar, enflasyon farkı alamadığından, aldıkları zam eridiği gibi ceplerinden yedi.

Enflasyon farkı ödenmediğinden memur maaşında ortalama 200 lira kayıp oldu.

Ek zam talep ettiler, seslerini duyan olmadı.

Emeklinin durumu da farklı değildi. Aylıklarına 140 lira zam yapılan memur emeklisi tıpkı memur gibi enflasyon farkı alamamaktan aylıklarında erime oldu, sıkıntı yaşadı.

İşçi ve Bağ-Kur emeklileri de ancak 6 ayda bir gerçekleşen enflasyon oranında zam alabildi, yaşamaya çalıştı.

Büyük umutla bekledikleri intibak düzenlemesinin gerçekleşmemesinden özellikle 2008 sonrasında emekli olanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

5 milyona yakın asgari ücretli, günlük bir simit parası, yani 1 liralık zamma layık görüldü.

Yüzde 10’u aşan işsizlikten milyonlarca kişi bunaldı, çaldığı kapılar birer birer yüzüne kapatılarak iş umutları suya düştü.

Esnaf, çiftçi için de çok olumlu gelişmeler yaşanmadı.

Kimisi borçtan, iş yapamamaktan dükkanını kapattı, kimisinin ürünü elde kaldı veya don vurdu, borcunu ödeyemedi.

Nerden bakılırsa bakılsın 2014 emekçiler için kara bir yıl oldu.

Her ne kadar umutla baksak da kritik ve zorlu bir yıl olacak 2015.

Özellikle Haziran’da yapılacak genel seçim ve sonrasında yaşanacaklar 2015’e damgasını vuracak.

Yeni yılda her şeyin gönlünüzce olmasını dilerken, sakın umudunuzu yitirmeyin.

Esenlik ve mutluluk dolu günler sizin olsun.

24 Aralık 2014 Çarşamba

Emekli İntibak Bekliyor

İntibak düzenlemesinden yararlanamayan işçi emeklileri, yargıdan çıkacak kararı merakla bekliyor.

Anımsanacağı üzere geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen intibak düzenlemesi ile 2000 yılı öncesinde emekli olanların aylıklarında bir miktar artış sağlanmıştı.

1 Ocak 2013’ten geçerli olan intibak düzenlemesi ile 2000 yılı öncesinde emekli olanların aylıklarına 10 ile 300 lira arasında zam yapıldı. Ancak 300 lira tutarındaki zamdan çok az sayıda emekli yararlandı.

Emekli aylıklarındaki eşitsizliği gidereceği gerekçesiyle gerçekleştirilen intibak düzenlemesi bırakın bu eşitsizliği gidermeyi, aksine emekli aylıkları arasında yeni bir fark yarattı.

Emekli yıllardır beklediği düzenleme ile umduğu zammı alamazken, 2000 yılı sonrasında emekli olanlar ise bu düzenlemeye ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle tepki göstermişti.

Kamu Denetçisi de bu ayrımcılığa karşı çıkarak dava açılması yönünde görüş bildirmiş, bunun üzerine Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) tarafından Ankara İş Mahkemesi'nde dava açılmıştı.

Açılan davada 2000 yılı öncesi emekli olanlara yapılan intibakın 2000 yılı sonrasında emekli olanlara da yansıtılması, oluşan eşitsizliğin Anayasa Mahkemesi'nce ortadan kaldırılması talep edilmişti.

13 Kasım'da yapılan ilk duruşmada konu bilirkişi incelemesine havale edildi.

Bilirkişinin hazırlayacağı rapor doğrultusunda 17 Mart'ta yapılacak duruşmada mahkemenin bir karar vermesi bekleniyor.

Şimdi 2000 sonrasında emekli olanlar 17 Mart'ta mahkemenin vereceği kararı merakla bekliyor.

Aslında hükümet emeklilere iyilik yapayım derken, 2000 yılı sonrası emeklileri gözardı ederek ayrımcılık yaptı. Bu da haklı olarak tepkilere yol açtı.

Eşitsiz uygulama milyonlarca emekliyi mağdur ederken, bu mağduriyetten en çok 2008 sonrasında emekli olanlar etkilendi.

2008 sonrasında emekli olanlara bağlanan aylıklar neredeyse yarı yarıya düştü.

Emekliler arasında adaletsizlik yaratan bu durumun ortadan kalkması adına Ankara İş Mahkemesi'nin 17 Mart'ta vereceği karar çok önemli.

İntibak düzenlemesi ile emekliler arasında yaratılan eşitsizlik 2015 yılı Programında da kabul edilmiş, ortadan kaldırılmasının hedeflendiği yer almıştı.

Yani, hükümet de intibak ile emekliler arasında yaratılan adaletsizliği kabullenerek, bunun giderileceği vaadinde bulunuyor.

Bakalım bu vaat yerine getirilecek mi?

Umarız mahkeme de bu eşitsizliği görür,tespit eder, konuyu Anayasa Mahkemesi'ne taşır.

Anayasa Mahkemesi de emekliyi sevindirecek bir karar alır, ya da hükümet tüm emekliyi kapsayacak yeni bir intibak düzenlemesini hayata geçirir..

17 Aralık 2014 Çarşamba

Bir Karadeniz Filmi

Çernobil nükleer santralinin patlaması, kanser hastası Kazım Koyuncu,
kaçan şampiyonluğun ardından intihar eden amigo Ahmet, Sovyetler
Birliği'nin dağılmasından sonra Nataşa olarak Trabzon'da yaşamını
sürdüren Ukraynalı Elena.
Birbirinden farklı üç ayrı insan öyküsünü içinde barındıran
bir film ''Yağmur:Kıyamet Çiçeği''.
Onur Aydın'ın senaryosunu yazıp, yönettiği, Karadeniz'in güzel,
hırçın, devrimci, sesi ile büyüleyen Kazım Koyuncu'nun yaşamından da
kesitler sunan ''Yağmur:Kıyamet Çiçeği' her Karadenizli'nin kendinden
bir şeyler bulabileceği seyirlik.

Tarihin en büyük felaketlerinden biri olan Çernobil'deki nükleer
santralin ürkütücü patlama sahnesiyle başlayan filmde, bir yanda
idealleri uğruna üniversiteden kovulan Kazım Koyuncu'nun memleketi
Hopa'ya ailesinin yanına dönmesi, Çernobil'in etkisiyle amansız
hastalığa yakalanması anlatılıyor.
Diğer yanda 1995- 1996 sezonunda oynanan, 2-1 Fenerbahçe'nin
galibiyetiyle biten Trabzonspor-Fenerbahçe maçı sonucu kaçırılan
şampiyonluğun ardından amigo Ahmet'in intiharı, diğer yanda da
ülkesindeki işsizlikten kaçarak, lösemi hastası çocuğunun tedavisi
için Nataşa olarak yaşamını sürdürmeye çalışan Elena'yı bekleyen acı
son.
Bir de kara sevdadan ötürü kabul ettiği şikeden futbol yaşamı sonlanan
Akçaabat Sebatsporlu Şenol'un Elena'ya iflah olmaz aşkı.
Aynı kentte birbirinden farklı insanların hüzün dolu yaşamını
seyirciye sunan yönetmen Onur Aydın, Doğu Karadeniz'in muhteşem
görselliğini, özellikle de Artvin'deki şelalelere yer vermeyi
ihmal etmemiş,
İyi de yapmış. İzleyici, Karadeniz'in bu görkemli doğa yapısını,
yeşilliğini izlerken müthiş keyif alıyor.
Tabii Kazım Koyuncu'nun harika sesinden unutulmaz eserlerini
dinlemek de ayrı zevk.
Kazım Koyuncu'yu canlandıran Engin Hepileri, elinden geldiğince
rolünün hakkını vermeye çalışmış.
Devrim Saltoğlu (Amigo Ahmet), Futbolcu Şenol (Erkan Kolçak
Köstendil), Elena (ElenaViunova),, Ayşe (Sevtap Özaltun), Altan
Erkekli, Serap Aksoy, Hüseyin Avni Danyal gibi oyuncuların rol aldığı
filmde mafya Erkan'ı canlandıran Settat Tanrıöğen, yine müthiş
oynuyor.
Settar Tanrıöğen,Takva, Eşkıya, Vavien, Çoğunluk, Ayrılık, Kader,
Hayatımın Kadını,Nergis Hanım, Toz Ruhu gibi filmlerde de adeta
döktürmüş, yeteneğini konuşturmuştu..
Sanırım, Settar Tanrıöğen'in ne denli başarılı bir oyuncu olduğunu
halen yayınlanmakta olan ''Urfalıyım Ezelden'' dizisinde
izliyorsunuzdur.
Onur Aydın'ın ilk filmi ''Yağmur:Kıyamet Çiçeği'' kurgusu çok başarılı
olmasa da sırf Çernobil'in insan sağlığını ne denli olumsuz
etkilediğini gözler önüne sermesi adına izlenmeyi hak ediyor.

-Musa'nın Öyküsü-

Amerikan sinemasının peygamberler tarihine olan ilgisi sürüyor.
Geçtiğimiz Nisan ayında izlediğimiz ''Nuh: Büyük Tufan'' filminin
ardından bu hafta da Hz.Musa'nın öyküsünün anlatıldığı ''Tanrılar
ve Krallar'' seyircinin karşısına çıktı.
Bir başyapıt olan Oscar ödüllü ''Gladyatör''ün yanı sıra, ''Cennetin
Krallığı'', ''Alien'', ''Thelma ve Lousie'', ''Hannibal'' gibi

başarılı filmlere imza atmış Ridley Scott'ın yönettiği ''Tanrılar ve
Krallar''da Mısırlıların kölesi olan İbranilerin Hz.Musa
(Christian Bale) önderliğinde özgürlük mücadelesi anlatılıyor.
Bilgisayar aracılığı ile görkemli savaş sahneleriyle donatılan filmde,
Hz.Musa ile İbraniler'in bugünkü İsrail, ve Filistin'in olduğu
bölgeye, Kenan kentine yolculukları sırasında Kızıldeniz'in yarılarak,
çekilmesi sahnesi olağanüstü etkileyici.
Ridley Scott'ın kardeşi Tony Scott'a ithaf ettiği, dövüş, at arabalı
takip ve Kızıldeniz'in yarılması sahneleri ile izleyicide iz bırakacak
masalsı,epik bir seyirlik ''Tanrılar ve Krallar'.'
Kuşkusuz, filmin kimi sahneleri ile küçük çocuk olarak motife edilen
Tanrı figürü bir hayli ses getirecek ve unutulmayacak.
Hz.Musa'nın küçük çocuk olarak figüre edilen Tanrı ile konuşması,
filmin Kızıldeniz'in yarılması kadar belleklerde iz bırakacak, ilerki
günlerde bu sahneleriyle anılacaktır.

15 Aralık 2014 Pazartesi

Memura Ek Zam Yok mu?

Daha önce yoğun eleştiriler üzerine rafa kaldırılan, milletvekillerine
yeni haklar getirilmesine ilişkin yasa teklifi yeniden gündeme alınmış.
Teklifin yasalaşması halinde milletvekillerinin maaşı dolaylı
yoldan 14 bin liradan 15 bin liraya, emeklilik hakkı kazanan yaklaşık
400 milletvekilinin maaşı da 23 bin liraya yükselecekmiş.
Eğer bu yasa teklifi kabul edilirse, vekil maaşında dolaylı olarak
bin lira artış olacakmış.
Milletvekillerine ömür boyu kırmızı pasaport, trafikte ayrıcalık
tanınması, başta implant olmak üzere tüm sağlık masraflarının
karşılanması gibi bir takım haklar getirilecekmiş.
Sadece bununla sınırlı değil, devlet protokolünde yerleri öne
çekilecek, devlete ait sosyal tesislerde istedikleri kadar
kalabileceklermiş.
Milletvekillerinin özlük haklarında görevi gereği yeniden düzenleme yapılabilir.
Ancak, maaşlarına bin liraya yakın zam yapılıp da, memur ve emeklinin
talebi görmezden gelinirse bu davranış hem etik olmaz, hem de
vicdanlara sığmaz.
Tam da milletvekillerine yeni haklar sağlanması gündeme gelmişken, memur ve
memur emeklisi ek zam için meydanlarda haykırıyor, ama duyan yok.
Geçen yıl Memur-Sen ile hükümet arasında bir gecede bağıtlanan toplu
iş sözleşmesi ile maaşlarına 123 lira zam yapılan memurlar, yüzde 10’a ulaşan
enflasyon karşısında ezilmeye devam ediyor.
Enflasyon farkı ödenmemesinden ötürü de aldıkları zam eridiği gibi,
çoktan cepten yemeye başladılar. Memurun aylık kaybı ortalama 200
lirayı aştı.

Türkiye Kamu-Sen ile DİSK ve KESK'in Ankara'da ayrı ayrı düzenledikleri
mitingde, oluşan kayıpların giderilmesi, daha fazla mağdur olmamaları amacıyla
memur ile emekli maaşlarına yüzde 12 ek zam yapılması talep edildi.
Ama memurun, emeklinin ek zam talebini duyan, gören olmadı.
Memur, memur emeklisi ek zam için meydanlarda sesini duyurmaya
çalışırken, bu sesi duyması gerekenlerden ne yazık ki tık yok.
Türkiye Kamu-Sen’in araştırmasına göre, memura enflasyon farkı
verilmemesinden, müsteşarın aylık 578, pratisyen hekimin 218,
avukatın 187, mühendisin 209, müdürün 114, lise mezunu memurun 61,
şoförün 55, hemşire-ebenin 76, hizmetlinin de 41 lira kaybı oldu.
Önümüzdeki yıl memur ve emekliye 6’şar aylık dönemler halinde
yüzde 3’er oranında zam yapılacak. Yani 2015’te de sürünmeye devam edecek.
Asgari ücretliye de önümüzdeki yıl yüzde 3 zam öngörülüyor. Onların da
durumu diğerlerinden farklı değil.
Ek zam ödensin talebi karşısında ‘’toplu sözleşmenin dışına
çıkamayız’’diyenler, vekillere yeni haklar gündeme getirilirken
acaba memurun sesini duyabilecek mi?
Milletvekilleri kendilerine bir takım haklar getiren yasa teklifini
görüşürken, memurun, emeklinin, asgari ücretlinin de sesini duymalı,
taleplerini karşılamalı.
Vekillere yeni haklar getiren yasa teklifi karşısında CHP ve
MHP bakalım nasıl bir tavır alacak?

8 Aralık 2014 Pazartesi

Tartışılan ''Kesik''

İlk gösterildiği Venedik Film Festivali'nde birçok tartışmayı da
beraberinde getiren, eleştirilen ''Kesik'' filmi seyircinin karşına
çıktı.
Fatih Akın'ın ''Aşk, Ölüm, Şeytan'' üçlemesinin son halkası olan
''Kesik'', 1915 yılında Mardin'de diğer Ermeni erkeklerle birlikte
toplanarak taş ocaklarında çalıştırılan demirci ustası Nazarat'ın
öyküsünü anlatıyor.
Taş ocaklarında arkadaşları öldürülen Nazarat, iyi kalpli eşkıya
Mehmet'in yardımı ile hayatta kalıyor. Ölümden kurtulsa da, boynu
kesilen Nazarat sesini yitiriyor, konuşamıyor.
Osmanlı askerlerinin bir gece şehirdeki tüm Ermeni erkekleri toplayıp
ailelerinden koparmalarından yıllar sonra, o geceyi yaşamış demirci
ustası Nazarat ikiz kızlarının hayatta olduğunu öğreniyor ve onları
bulmaya koyuluyor.
Fatih Akın, filmin ilk yarısında Nazarat ile arkadaşlarının aç ve
sussuz taş ocaklarında çalıştırılmasını, işkenceye uğramasını,
özellikle de Türk askerlerini çok katı, barbar olarak anlatırken
objektif olmadan yanlı davranmış ve bayağı da haksızlık yapmış.
Fatih Akın büyük bir cesaretle, Türk toplumunun çok hassas olduğu bir
konuyu beyazperdeye aktarırken, keşke olaylara tek bakış açısı ile
bakmayıp, çift taraflı irdeleseydi, daha yansız olur, bu denli de
eleştirlmezdi.

Filmi izleyenler, eleştirmenler, tarihçilerin bile çözemediği çok
duyarlı konuda, bir yönetmenin çözüm bulamayacağını,filmin
kötülüklerin, şiddetin tek taraflı olduğu izlenimi bıraktığını
belirtiyor. ''Kesik''in Alan Parker'in ''Geceyarısı Ekspresi''nden
bile yek yanlı olduğunu savunanlar var.
Sırf olaylara tek taraflı bakmasından ötürü, ilk gösterildiği Venedik
Film Festivali'nde olduğu gibi ülkemizde de yetkin sinema
eleştirmenleri tarafından da beğenilmeyen ''Kesik'' in ikinci yarısı
ise izleyeni başka bir dünyaya götürüyor.
Nazarat'ın Ortadoğu'dan başlayıp, Küba ve Amerika'ya kadar ikiz
kızlarını aramasına yoğunlaşan filmin ikinci yarısı izleyiciye daha
fazla keyif veriyor.
Yönetmen Fatih Akın,filminin bu yönüyler ''western' türü olduğunu savunuyor.
Sanırım buna gerekçe olarak da Küba ve Amerika'da çekilen kovboyvari
sahneler olsa gerek
Nereden bakılırsa bakılsın Fatih Akın, kendince çok büyük bir
cesaretle, çok hassas bir konuyu ele almaya, yaşananları anlatmaya
çalışmış.
Ne var ki olaylara sadece bir gözlükle baktığından anlatılmak istenen
meramın bir ayağı eksik kalmış.
Elbette çok tartışılan yaşananlar, tarihsel olaylar filme çekilmeli,
özellikle yeni kuşaklara gösterilmeli.
Ancak bunu yaparken de olaylara taraf olan iki kesimin gözünden
bakılmalı, yansız davranılmalı.
İşte o zaman kotardığınız filmler anlamını bulur, amacına ulaşır.
Fatih Akın ''Kesik''le, üçlemenin ilk iki filmi olan ''Duvara Karşı''
ve ''Yaşamın Kıyısında'' olduğu gibi çok sayda seyirciyi salonlara
çekeceğini sanmıyorum,
Çünkü, Türkiye'de sadece 26 kopya ile büyük kentlerde gösterime giren
''Kesik'' i cuma günü ilk seansında tek başıma izledim.
Fatih Akın ve ''Kesik'' Türkiye de olduğu gibi, gösterildiği ülkelerde
de eleştirilmeye devam edecek gibi.
Her ne kadar tek yanlı olsa da ''Kesik'' özellikle Yedinci Sanat
tutkunlarının, Fatih Akın'ın ne yapmak istediğini merak edenlerin
kayıtsız kalmayacağı 2.5 saate yakın bir seyirlik.
Bu arada Fatih Akın filminde yer verdiği ''Şarlo'' görüntüleriyle
Charlie Chaplin'e selam çakmayı da ihmal etmemiş.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Asgari Ücret Senaryosu

Çalışmalarına başlayan Asgari Ücret Tespit Komisyonu'ndan çalışanlar
yine umutsuz.
Çünkü hükümet, masaya asgari ücrete günlük 1 lira, yani
1 simit parası kadar bir zam önerisi ile oturacak.
2015 Yılı Programına göre asgari ücrete 1 Ocak ile 1 Temmuz'dan
geçerli olmak üzere 6 aylık dilimler halinde yüzde 3'er oranında zam
yapılması öngörülüyor.
Aileleri ile birlikte 20 milyonluk bir kitleyi ilgilendiren asgari
ücretli önümüzdeki yıl da
açlıkla mücadele edecek.
15 kişiden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda muhtemelen bu yıl da
bildik senaryo hayata geçirilecek, işçinin muhalefetine karşılık,
''kaynaklar elvermiyor'' gerekçesiyle hükümet ve işveren oyları ile
2015 yılında uygulanacak yeni ücret belirlenecek.
Sanırım hükümet geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da yüzde 3'ün bir
miktar üzerine çıkarak, işveren temsilcilerinin desteği ile yeni
ücreti açıklayacak.
Yandaş medya da bunu ''asgari ücretliye müjde'', ''asgari ücrete büyük
zam'' şeklinde kamuoyuna duyuracak.
'Uzun yıllar sürdürdüğüm Çalışma Yaşamı muhabirliğinden edindiğim
deneyimle bunu savunuyorum.
Umarım yanılan ben olur, asgari ücrete yüzde 10'un üzerinde bir zam
yapılır, aldığı düşük ücretle yaşama mucizesi gösteren asgari ücretli
derin bir nefes alır.
Ama çok umutlu değilim.

Asgari ücret pazarlığında her yıl, ''bütçeden bu kadar pay ayrıldı,
''daha fazlası bütçeyi
zorlar'' gerekçesiyle aynı senaryo, aynı komedi sergileniyor.
Asgari ücretli de bunu kanıksadı artık.
Komisyona işçi temsilcisi olarak katılan Türk-İş haklı olarak asgari
ücretin tespitinde tek işçinin değil, en az dört kişilik ailenin geçim
standardının dikkate alınmasını, yeni ücretin en az 1447 lira olmasını
talep ediyor.
DİSK ise yeni ücretin net 1800 liraya yükseltilmesini istiyor..
Tabii Türk-İş'in bu istemleri komisyonda dikkate alınmayacak,
Türk-İş temsilcileri de 4 veya 5 toplantı sonrası komisyonu
terkedecek, yeni ücret işveren ile hükümet temsilcilerinin
belirlediği rakam üzerinden oy çokluğu ile saptanıp Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı tarafından kamuoyuna açıklanacak.
Yıllardır komisyonda aynı senaryo sergileniyor. Bu yıl da bundan
farklı olmayacak.
Her yıl Ekonomik Programda asgari ücrete önce yüzde 3 ve 4 zam öngörüldüğü yer
alır, ardından komisyonda bu rakamın üzerinde yüzde 6, 7, 8
veya 9 gibi bir zam yapılır.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda yeni ücret hep böyle belirleniyor.
Asgari ücretin ulusal düzeyde belirlenmeye başlandığı 1974 yılından bu
yana komisyonda oy birliği çok az sağlandı.
Yeni ücret çoğunlukla işveren ile hükümet temsilcilerinin oyları, çok
az olarak da hükümet ile işçi kesiminin uzlaşısı ile saptandı.
Yani işveren maliyeti, hükümet de kaynakların kıt olmasını ileri sürerek,
asgari ücret genellikle yüzde 10'un altındaki artışla belirlendi.
Nedense işçi, memur, emekliye zam söz konusu olduğunda hep bu ''yetersiz
kaynaklar, bütçenin elvermemesi'' gibi gerekçeler ön plana çıkıyor.
Oysa geçtiğimiz günlerde elektrik ve doğalgaza yüzde 9 zam yapıldı.
Doğalgaz ve elektriğe gelen zammın yansımaları yaşamın her alanında
etkisini göstermeye başladı.
Vergi ve harçlarda önümüzdeki yıl yüzde 10.11 artış olacak.
Halen brüt 1134, net 891 lira olan asgari ücrete temmuzda yapılan
yüzde 5.88'lik artış, elektrik ve doğalgaza yapılan yüzde 9 zam ile
birlikte eridi,
Bu ücretle çalışanlar cebinden yemeye başladı.
Komisyonun, bunları da gözönünde bulundurarak asgari ücrete yüzde
10'nun üzerinde zam yapması gerekiyor.
Ak Saray ve yeni uçak için bütçeden 1.8 milyar lira harcanıyor, asgari
ücretliye yüzde 3 zam öngörülüyor.
Yıllardır aralıklı olarak gündeme getirilen, asgari ücretin vergi dışı
bırakılması neden hayata geçirilemiyor?
Ya sık sık bu konuyu gündeme getirip asgari ücretliyi büyük bir beklentiye
sokmayn ya da asgari ücreti vergi dışı bırakın.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Taşeronluk Kaldırılmadıkça

Maden ve inşaat başta olmak üzere birçok işkolunda yoğunlaşan iş
cinayetlerinin ardından işçi sağlığı ve iş güvenliği paketi nihayet
açıklandı.
Geçtiğimiz günlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan
paketle iş kazalarına karşı birtakım sert önlemler getirilse de
kazalara davetiye çıkaran taşeron işçilik yine varlığnı sürdürecek.
Özellikle maden ocaklarında çok yaygın olan taşeron işçiliğin yanı
sıra sendikaların tepki gösterdiği rödovans( maden ocaklarının
kiralanması, özelleştirilmesi) uygulamasına da kamuda devam edilecek.
Davutoğlu'nun açıkladığı pakete göre, çok tehlikleli işlerde çalışan 2
milyon 700 bin çalışanın mesleki yeterlilik belgesi alması zorunlu
olacak.
Meslek liseleri ve üniversitelerin ilgili fakültelerine zorunlu iş
sağlığı ve güvenliği dersi konulacak.
İnşaatlarda şantiye şefinin, madenlerde daimi ve teknik nezaretçilere
iş güvenliği uzmanı olma şartı getirilecek.
İş kazası olmayan işyerleri ödüllendirilecek, kaza meydana gelen
işyerlerine ekstra para cezaları verilecek.
Üç yıl içinde iş kazası olmayan çok tehlikeli işyerlerinde işsizlik
sigortası priminin işveren payı yüzde 2 yerine yüzde 1 olarak tahsil
edilecek.

Ancak takip eden yılda ölümlü iş kazası olursa aynı prim yüzde 3
olarak tahsil edilecek İdari para cezaları artırılacak.
İş kazalarında kusurlu olduğu saptanan işveren 2 yıl kamu
ihalelerinden men edilecek.
Maden ocaklarında çalışan işçiler çiple izlenecek. Yine maden
ocaklarında acil durumlarda fosforlu hayat hattı kurulacak.
Kamuda rödovans olacak, ancak tamamıyla bir başka işverene
devredilemeyecek.Özel sektörde rödovans olmayacak.
İşçinin koruyucu donanımını sağlamayan işverene para cezası verilecek.
İşin durdurulduğu işyerinde üretime devam edilmesi halinde ceza para
cezasına çevrilmeyecek, 3 ile 5 yıl arasında hapis cezası verilecek.
Ana hatlarını yukarıdaki önlemlerin oluşturduğu işçi sağlığı ve iş
güvenliği paketi olumlu olmakla birlikte, kazaların ana nedeni olan
taşeron işçiliğin kaldırlmaması büyük bir eksiklik.
İş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçilerin büyük çoğunluğunun
taşeron oldukları dikkate alındığında, tüm önlem ve paketlere karşın
bu sistemle yine can kayıpları olacaktır.
İşçiyi köle gibi gören bir zihniyetle,çok düşük ücrete işverenin
zorlaması ile mesai saatlerinden fazla çalışan, sosyal hakları
neredeyse olmayan taşeron işçiler,çalışma yaşamının kanayan yarasıdır.
Son yıllarda en çok iş kazalarının taşeron işçilerin ve rödovansın
yaygın olduğu maden ocakları ile inşaatlarda meydana geldiği
aşikardır.
İşçi sendikaları da rödovansın tümüyle yasaklanmasını, taşeron
işçiliğin kaldırılmasını, madenlerin kamulaştırılmasını, havza
madenciliğine geçilmesini, madenlerde sendikalaşmanın teşvik
edilmesini talep ederek, açıklanan paketin bu yönüyle eksik kaldığını
belirtiyorlar.
Görüldüğü gibi tüm sorunlar taşeron işçilik ve rödovansta düğümleniyor.
Sayıları 1.5 milyona ulaşan taşeron işçilik kaldırılarak bu işçiler
kadroya geçirilmeli, maden ocaklarının özelleştirilmesinden
vazgeçilmeli.
Eğer bu önlemler hayata geçirilirse, açıklanan işçi sağlığı ve iş
güvenliği paketi o zaman anlam kazanır.