CHP tarafından bayram öncesi verilen yasa teklifi emeklilikte yaşa takılanlar için umut oldu. TBMM Başkanlığı’na sunulan teklifte sigorta süresi ve prim gün sayısını doldurmuş, ancak yaş koşulunu bekleyenlerin emekli olması öngörülüyor.
Eğer teklif Meclis’te kabul edilirse, sigorta süresi ve prim gün sayısını dolduranlar, emeklilik hakkına kavuşacak. Çalışma yaşamında en büyük düş kırıklığı yaşayanlardan biri de ‘’Emeklilikte Yaşa Takılanlar’’ diye tanımlanan kitle.
Çalışma süresi ile prim ödeme gün sayıları dolduğu halde, sırf yaşlarından ötürü emekli olamayan 5 milyon kişi yıllardır mağduriyet yaşıyor. Emeklilik mağduriyetinin yanı sıra, sağlık sigortası güvencesinden de yoksunlar. Bu kitleye çeşitli sözler verilmesine, vaatlerde bulunmasına karşın bugüne dek hiçbiri yerine getirilmedi, sözlerin arkasında durulmadı. .
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı nezdinde yaptıkları girişimlerden de olumlu sonuç alamayan 5 milyon kişi umudunu CHP’nin verdiği yasa teklifine bağladı. 5 milyon kişi, çalışma süresi ile prim ödeme gün sayılarını doldurmalarına karşın, neden emeklilik hakkını elde edemiyor?
1999 yılında yürürlüğe giren 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Yasası çıkarılırken, bu yasaya eklenen ve işsizlik sigortası ile hiçbir bağlantısı bulunmayan maddelerle sigortalıların çalışma ve emeklilik hakları radikal bir şekilde değiştirildi. Yasa ile emeklilik için istenen süre ve gün koşullarına kadınlar için 58, erkekler için de 60 yaş şartı getirildi. Eklenen bu yaş şartının kademeli olarak 1976 yılına kadar geriye dönük uygulanması kararlaştırıldı. Emeklilik de 2 yıldan 15 yıla kadar ötelenmiş oldu. Başka bir ifade ile 5 milyon yurttaşın emeklilik hakkı bir gecede ellerinden haksız bir şekilde alınmış oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de bu değişikliğe ‘’Maç oynanırken kural değiştirilmiş. Bu olmaz. Mağduriyet var’’ diyerek karşı çıkmış, mağduriyeti kabullenmişti. ‘’Emeklilikte Yaşa Takılanlar Platformu’’nun verilerine göre, 8 Eylül 1976-8 Eylül 1999 arasında sigortalı olan kadınların tamamı emeklilikte yaş engeline takıldı. 4447 sayılı yasa ile emeklilik hakları ellerinden alınan, hayal kırıklığı yaşayan insanlar, haklarının geri verilmesi için çalmadık kapı bırakmadı. Ne ki, olumlu bir sonuç alamadı. Bu insanlar çalışmaya başladıklarında yaş koşulu yoktu. 4447 sayılı yasa ile bir gecede getirilen değişiklikle emeklilik planları değişti, mağdur oldu.
Çocuklarınızın, ailenizin adına geleceğe ilişkin planlar yapıp, bunları düşünürken, bir gecede emeklilik hakkınız elinizden alınsa ne yapardınız?
Bu haksızlığın, mağduriyetin giderilmesi amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı daha önce bir hazırlık yaptı. Ancak bu hazırlık Maliye Bakanlığı’nın engeline takıldı. Maliye Bakanlığı her zaman olduğu gibi bu hazırlığa da ‘’kamu maliyesi bu yükü kaldıramaz’’ gerekçesiyle karşı çıkınca, 5 milyon yurttaşın umudu bir kez daha suya düşmüştü.
Görüldüğü gibi emeklilikte yaşa takılanların talebinin karşılanabilmesi için Maliye engelinin aşılması gerekiyor. İşte bundan ötürü CHP’nin yasa teklifi çok önemli. Eğer olası 63. Hükümet içinde yer alırsa CHP verdiği teklifin yasalaşması için kararlılıkla arkasında duracaktır.
Aslında bu kitle yeni bir hak değil, ellerinden 4447 sayılı yasa ile hem emeklilik hem de sağlık sigortası güvencesinin geri verilmesini istiyor. Yani ellerinden alınanın yeniden kendilerine teslim edilmesini istiyor. Umarım CHP kadar diğer partiler de bu mağduriyetin ve haksızlığın ortadan kaldırılmasına destek verir.
22 Temmuz 2015 Çarşamba
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Sahipsiz Emekli
Emekliler yargıdan gelen haberle bir kez daha sarsıldı, umudunu yitirdi.
Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) tarafından 2000 yılı sonrası emeklilerin de intibak düzenlemesinden yararlanması talebiyle açılan dava, Ankara 3. İş Mahkemesi tarafından reddedildi.
Anımsanacağı üzere, bundan kısa süre önce aynı amaçla İşçi, Memur, Bağ-Kur Emeklileri Derneği (İMBED) Genel Başkanı Hamdi Öz tarafından açılan dava da Ankara 5. İş Mahkemesi tarafından reddedilmişti.
Hem TÜED, hem de İMBED 2013 yılında çıkarılan intibak yasasından 2000 sonrası emeklilerin yararlanamadığı, bunun anayasaya aykırı olduğu, bu adaletsizliğin giderilmesi istemi ile ayrı ayrı dava açmışlardı.
Yargıdan gelen haberle birlikte 2000 sonrası emeklilerin intibak ve zam umudu şimdilik suya düştü. Şimdilik diyoruz, her iki karar da temyiz edilerek Yargıtay’a taşınacak. Hatta Hamdi Öz açtığı davanın ret edilmesi üzerine daha önceden Yargıtay’a başvurmuştu bile. TÜED de yasal süre içinde temyize gidecektir. Eğer Yargıtay’dan da olumsuz bir karar çıkarsa umutlar Anayasa Mahkemesi’ne (AYM), hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınacak, buralarda hak aranacak. Öncelikle Yargıtay’dan gelecek haber önemli. Belki de Yüksek Mahkeme emeklileri sevindirecek bir karar alabilir. Eğer iş mahkemeleri emekli lehine karar verseydi 2000 sonrası emekli olanların aylıklarında 50-300 lira arasında artış olacaktı.
Ne yazık ki, mahkeme aldığı kararlarla emeklinin sevincini kursağında bıraktı, Şeker Bayramı’nda ağızları tatsız bıraktı. Dediğim gibi gözler Yargıtay'dan çıkacak karara çevrildi, umutlar buraya bağlandı. Zaten çok düşük aylık alan, zamları da az olan enflasyon oranında belirlenen işçi ve Bağ-Kur emeklileri yıllardır talep etmesine karşın banka promosyonundan da yararlanamıyor.
SGK ,emekliye aylık ödemek için bankalara yılda 156 milyar lirayı aşkın para yatırıyor. Bu parayı ödeme gününe, hatta saatine, dakikasına kadar işletiyor, ama kazandığı değerden emekliye promosyon ödemeye yanaşmıyor.
Oysa, memura ve diğer çalışanlara her yıl belli oranda promosyon ödüyor. Emekli kitlesi sahipsiz olduğundan sesini yükseltmesine karşın promosyondan yararlanamıyor. Bu ayrımcılığı anlamakta zorlanıyoruz. Mevcut emekli dernekleri de bu konuda yeterli çaba göstermiyor. Gösteriyor da bizim, emeklinin haberi mi yok?
Anlayacağınız, yıllarca bu ülkeye hizmet veren, emek harcayan, ter akıtan 11 milyon emekli deyim yerinde ise sahipsiz.
Adeta yazgısı ile baş başa bırakılmış, aldığı üç- beş kuruşla yaşamaya çalışıyor. Hiç olmazsa 2000 sonrası emeklileri kapsayan yeni bir intibak düzenlemesi hayata geçirilir, aylıklarda göreceli bir iyileştirme yapılır da bu dar gelirli kitle rahat bir nefes alabilir.
Tabii bunu yapacak olan da işbaşına gelecek 63. Hükümet, gerçekleşirse koalisyon. Yani sonuçta bu konuda karar verecek olan siyasi irade. Zaten koalisyonu oluşturacak partilerin bu konuda sözü yok muydu? Umarım emekliye seçim meydanlarında verilen sözler unutulmaz, gereği yerine getirilir.
Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) tarafından 2000 yılı sonrası emeklilerin de intibak düzenlemesinden yararlanması talebiyle açılan dava, Ankara 3. İş Mahkemesi tarafından reddedildi.
Anımsanacağı üzere, bundan kısa süre önce aynı amaçla İşçi, Memur, Bağ-Kur Emeklileri Derneği (İMBED) Genel Başkanı Hamdi Öz tarafından açılan dava da Ankara 5. İş Mahkemesi tarafından reddedilmişti.
Hem TÜED, hem de İMBED 2013 yılında çıkarılan intibak yasasından 2000 sonrası emeklilerin yararlanamadığı, bunun anayasaya aykırı olduğu, bu adaletsizliğin giderilmesi istemi ile ayrı ayrı dava açmışlardı.
Yargıdan gelen haberle birlikte 2000 sonrası emeklilerin intibak ve zam umudu şimdilik suya düştü. Şimdilik diyoruz, her iki karar da temyiz edilerek Yargıtay’a taşınacak. Hatta Hamdi Öz açtığı davanın ret edilmesi üzerine daha önceden Yargıtay’a başvurmuştu bile. TÜED de yasal süre içinde temyize gidecektir. Eğer Yargıtay’dan da olumsuz bir karar çıkarsa umutlar Anayasa Mahkemesi’ne (AYM), hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınacak, buralarda hak aranacak. Öncelikle Yargıtay’dan gelecek haber önemli. Belki de Yüksek Mahkeme emeklileri sevindirecek bir karar alabilir. Eğer iş mahkemeleri emekli lehine karar verseydi 2000 sonrası emekli olanların aylıklarında 50-300 lira arasında artış olacaktı.
Ne yazık ki, mahkeme aldığı kararlarla emeklinin sevincini kursağında bıraktı, Şeker Bayramı’nda ağızları tatsız bıraktı. Dediğim gibi gözler Yargıtay'dan çıkacak karara çevrildi, umutlar buraya bağlandı. Zaten çok düşük aylık alan, zamları da az olan enflasyon oranında belirlenen işçi ve Bağ-Kur emeklileri yıllardır talep etmesine karşın banka promosyonundan da yararlanamıyor.
SGK ,emekliye aylık ödemek için bankalara yılda 156 milyar lirayı aşkın para yatırıyor. Bu parayı ödeme gününe, hatta saatine, dakikasına kadar işletiyor, ama kazandığı değerden emekliye promosyon ödemeye yanaşmıyor.
Oysa, memura ve diğer çalışanlara her yıl belli oranda promosyon ödüyor. Emekli kitlesi sahipsiz olduğundan sesini yükseltmesine karşın promosyondan yararlanamıyor. Bu ayrımcılığı anlamakta zorlanıyoruz. Mevcut emekli dernekleri de bu konuda yeterli çaba göstermiyor. Gösteriyor da bizim, emeklinin haberi mi yok?
Anlayacağınız, yıllarca bu ülkeye hizmet veren, emek harcayan, ter akıtan 11 milyon emekli deyim yerinde ise sahipsiz.
Adeta yazgısı ile baş başa bırakılmış, aldığı üç- beş kuruşla yaşamaya çalışıyor. Hiç olmazsa 2000 sonrası emeklileri kapsayan yeni bir intibak düzenlemesi hayata geçirilir, aylıklarda göreceli bir iyileştirme yapılır da bu dar gelirli kitle rahat bir nefes alabilir.
Tabii bunu yapacak olan da işbaşına gelecek 63. Hükümet, gerçekleşirse koalisyon. Yani sonuçta bu konuda karar verecek olan siyasi irade. Zaten koalisyonu oluşturacak partilerin bu konuda sözü yok muydu? Umarım emekliye seçim meydanlarında verilen sözler unutulmaz, gereği yerine getirilir.
15 Temmuz 2015 Çarşamba
Başka Karadeniz Yok
Türkiye günlerdir “Yeşil Yol” projesine direnen köylüleri, Rabia Güler’i, Birgül Gönül Gülay’ı, Carrettepe’de siyanürle altın aranmasına karşı eylemde olan Artvinlileri konuşuyor.
Onların direnişi, tepkisi, eylemi, doğup büyüdükleri yaylaların, yerleşim birimlerinin rant uğruna bozulmasına, elden çıkarılmasına, ekolojik dengenin bozulmasına, birilerine peşkeş çekilmesine, o güzelim yeşil doğanın yok olmamasına.
Onların tek amacı sahip oldukları değerlerin, anılarının, geleceğe yönelik düşlerinin korunması , yitip gitmemesi.
Sadece onlar değil, yurduna, yeşiline, doğasına bağlı onu gözü gibi koruyan Karadeniz’in diğer insanları da doğa tahribatına, HES’lere, termik santrallere, çöp tesislerine karşı yılmadan direniyor.
Terme halkı termik, Sinoplular nükleer santrale, Fatsalılar siyanürle altın aranmasına, Çavuşlular çöp tesisine, diğer yerleşim biriminde yaşayanlar da HES’lere karşı kenetlenerek güçleri oranında mücadele ediyor.
Karadeniz’de 8 ildeki yaylaları birbirine bağlamak, turizme açmak amacıyla hayata geçirilmesi öngörülen “Yeşil Yol” projesi ile Samsun’dan Artvin’ e 2 binli rakımlardan geçecek, 40 noktada turizm merkezleri bulunacak bir hat oluşturulmak isteniyor.
Bu toprakların, yaylaların, yeşilin sahiplerine sorulmadan hayata geçirilmek istenen proje, bir takım tehlikeleri de beraberinde getirecek, doğal yaşamı karartacak.
Köylülerin direnmesine, mücadelesine karşın bu proje yine de hayata geçerse, yol için dökülecek beton ve asfalttan ötürü toprak ile suyun bağlantısı kesilecek, böylelikle yağışların sele dönüşme riski artacak.
Daha fazla beton ve asfalt daha fazla sera gazı emisyonu demek. Yani Küresel İklim’in baş aktörü sayılan sera gazları artık Karadeniz’de de daha çok salınacak, hava daha da kirlenecek.
Yaylaları birbirine bağlayacak 2 bin 600 kilometrelik yol, buralara daha çok otomobilin gelmesi, dolayısıyla daha fazla fosil yakıtın yakılması demektir.
“Yeşil Yol” projesi ile turizme açılacak yaylalara turist çekmek amacıyla kurulacak tesisler, oteller ve diğer konaklama yapılarının ısıtılması için yine daha fazla kirli, fosil yakıt tüketilecek.
Daha fazla fosil yakıt, daha fazla iklim değişikliği, hava kirliliği, Karadeniz yaylalarının doğasının, bitki örtüsü ve hayvanlarının daha çok erozyona uğraması demektir.
Dünya Koruma Vakfı’nın (WWF) koruma altına alınması gereken 100 ekolojik bölge arasında gösterdiği Doğu Karadeniz Yaylaları bu proje ile yok edilmek isteniyor.
İşte bu nedenlerden ötürü kaygılı, Karadeniz’in çilekeş insanları.
Tepkilerini, direnişlerini de salt bu kaygıdan, yaşadıkları birimlerin ellerinden kayıp gitmesinden korkuyor, mücadele ediyor.
Eğer bu proje hayata geçerse; biyolojik çeşitlilik açısından en değerli ve korunması gereken 100 orman arasında bulunan “Fırtına Vadisi” olmak üzere Karadeniz’in ekosistemi geri dönülmez biçimde tahrip olacak, özgünlüğünü yitirecek.
Yaylalar arasında ulaşımı kolay hale getirmek, daha fazla turist çekmek denilse de buralardaki asıl amaç madencilik faaliyetlerine kolayca olanak sağlamak, yayları birilerine peşkeş çekmek demektir.
“Daha fazla turist için, daha çok yol” tezi öne sürülse de bu yaylalara yapılacak daha çok asfalt ve beton yollar ekolojik dengeyi bozacak, dolayısıyla eko turizmi öldürecek.
Eğer bu yaylalara daha fazla turistin gelmesi isteniyorsa; mevcut yollar iyileştirilerek ulaşım kolaylaşır, böylelikle yeşil örtü üzerine dökülmek istenen tonlarca asfalt, betondan kurtulur.
Bu olumsuzluklar, uyarılar, direniş dikkate alınmazsa Karadeniz halkı yaylasıyla, ormanıyla ilişkisini, doğal yaşamla bağını yitirecek.
İşte bu nedenle bağırıyor, direniyor Rabia Ana, Gönül Teyze, Artvin’in halkı, Terme’nin köylüleri, Fatsa’nın dayatmaya karşı çıkan yurttaşı, turizmin parlayan yıldızı Sinop’un eğitimli vatandaşı.
Onların tek derdi, Karadeniz’in, doğanın, yeşil bitki örtüsünün korunması.
Çünkü başka Karadeniz yok.
Onların direnişi, tepkisi, eylemi, doğup büyüdükleri yaylaların, yerleşim birimlerinin rant uğruna bozulmasına, elden çıkarılmasına, ekolojik dengenin bozulmasına, birilerine peşkeş çekilmesine, o güzelim yeşil doğanın yok olmamasına.
Onların tek amacı sahip oldukları değerlerin, anılarının, geleceğe yönelik düşlerinin korunması , yitip gitmemesi.
Sadece onlar değil, yurduna, yeşiline, doğasına bağlı onu gözü gibi koruyan Karadeniz’in diğer insanları da doğa tahribatına, HES’lere, termik santrallere, çöp tesislerine karşı yılmadan direniyor.
Terme halkı termik, Sinoplular nükleer santrale, Fatsalılar siyanürle altın aranmasına, Çavuşlular çöp tesisine, diğer yerleşim biriminde yaşayanlar da HES’lere karşı kenetlenerek güçleri oranında mücadele ediyor.
Karadeniz’de 8 ildeki yaylaları birbirine bağlamak, turizme açmak amacıyla hayata geçirilmesi öngörülen “Yeşil Yol” projesi ile Samsun’dan Artvin’ e 2 binli rakımlardan geçecek, 40 noktada turizm merkezleri bulunacak bir hat oluşturulmak isteniyor.
Bu toprakların, yaylaların, yeşilin sahiplerine sorulmadan hayata geçirilmek istenen proje, bir takım tehlikeleri de beraberinde getirecek, doğal yaşamı karartacak.
Köylülerin direnmesine, mücadelesine karşın bu proje yine de hayata geçerse, yol için dökülecek beton ve asfalttan ötürü toprak ile suyun bağlantısı kesilecek, böylelikle yağışların sele dönüşme riski artacak.
Daha fazla beton ve asfalt daha fazla sera gazı emisyonu demek. Yani Küresel İklim’in baş aktörü sayılan sera gazları artık Karadeniz’de de daha çok salınacak, hava daha da kirlenecek.
Yaylaları birbirine bağlayacak 2 bin 600 kilometrelik yol, buralara daha çok otomobilin gelmesi, dolayısıyla daha fazla fosil yakıtın yakılması demektir.
“Yeşil Yol” projesi ile turizme açılacak yaylalara turist çekmek amacıyla kurulacak tesisler, oteller ve diğer konaklama yapılarının ısıtılması için yine daha fazla kirli, fosil yakıt tüketilecek.
Daha fazla fosil yakıt, daha fazla iklim değişikliği, hava kirliliği, Karadeniz yaylalarının doğasının, bitki örtüsü ve hayvanlarının daha çok erozyona uğraması demektir.
Dünya Koruma Vakfı’nın (WWF) koruma altına alınması gereken 100 ekolojik bölge arasında gösterdiği Doğu Karadeniz Yaylaları bu proje ile yok edilmek isteniyor.
İşte bu nedenlerden ötürü kaygılı, Karadeniz’in çilekeş insanları.
Tepkilerini, direnişlerini de salt bu kaygıdan, yaşadıkları birimlerin ellerinden kayıp gitmesinden korkuyor, mücadele ediyor.
Eğer bu proje hayata geçerse; biyolojik çeşitlilik açısından en değerli ve korunması gereken 100 orman arasında bulunan “Fırtına Vadisi” olmak üzere Karadeniz’in ekosistemi geri dönülmez biçimde tahrip olacak, özgünlüğünü yitirecek.
Yaylalar arasında ulaşımı kolay hale getirmek, daha fazla turist çekmek denilse de buralardaki asıl amaç madencilik faaliyetlerine kolayca olanak sağlamak, yayları birilerine peşkeş çekmek demektir.
“Daha fazla turist için, daha çok yol” tezi öne sürülse de bu yaylalara yapılacak daha çok asfalt ve beton yollar ekolojik dengeyi bozacak, dolayısıyla eko turizmi öldürecek.
Eğer bu yaylalara daha fazla turistin gelmesi isteniyorsa; mevcut yollar iyileştirilerek ulaşım kolaylaşır, böylelikle yeşil örtü üzerine dökülmek istenen tonlarca asfalt, betondan kurtulur.
Bu olumsuzluklar, uyarılar, direniş dikkate alınmazsa Karadeniz halkı yaylasıyla, ormanıyla ilişkisini, doğal yaşamla bağını yitirecek.
İşte bu nedenle bağırıyor, direniyor Rabia Ana, Gönül Teyze, Artvin’in halkı, Terme’nin köylüleri, Fatsa’nın dayatmaya karşı çıkan yurttaşı, turizmin parlayan yıldızı Sinop’un eğitimli vatandaşı.
Onların tek derdi, Karadeniz’in, doğanın, yeşil bitki örtüsünün korunması.
Çünkü başka Karadeniz yok.
11 Temmuz 2015 Cumartesi
Başka Bedende Yaşam
Ölmeye sayılı günleriniz kaldı! Tek yaşama şansınız zihninizin başka birinin bedenine yüklenmesine bağlı ise bunu kabul eder misiniz?
Öyle ya, fiziksel olarak ölseniz de fikriniz, belleğiniz, anılarınız, geçmiş ve geleceğe ilişkin öngörüleriniz başka birinin bedeninde yaşayacak, bu sırrınızı en yakınınızdakiler dahi bilmeyecek.
Hint kökenli yönetmen Tarsem Singh’in masalsı senaryodan beyaz perdeye aktardığı “Self/less” filmi tüm bu bilinmeyenleri, merak edilenleri ilginç bir öykü ile seyirciye sunuyor.
Bu hafta gösterime giren, sıra dışı konusu ile dikkat çeken bilim kurgu, aksiyon karışımı “Self/less”te amansız hastalığın pençesinde kıvranan ve ölmeye çok yakın zengin bir adamın, daha önce uygulanmayan bir tedaviyi kabul ederek genç ve diri bedende yaşadıkları anlatılıyor.
Yaşamı boyunca kızı Claire’e (Michele Dockery) istediği gibi babalık edemeyen amansız hastalıktan ölmeye sayılı günleri kalan zengin yaşlı adam Damian Hale (Ben Kingsley), hin oğlu hin, cin fikirli bilim adamı Albright’in (Matthew Goode) önerdiği , ederi çok fazla olan deri değiştirme operasyonunu kabul eder.
Albright’in başkanı olduğu gizli tıp çetesinin gözlerden ırak, kuytu bir yerde kurduğu merkezde Damian Hale’nin belleği, bilinci güçlü kuvvetli eski bir askerin (Ryan Reynolds) bedenine aktarılır.
Olanlar da bundan sonra olur. Bu operasyonun arkasında gizli bir tıp çetesinin olduğunu anlayan yeni Damian (Ryan Reynolds), hem bu çeteye karşı savaşır, hem de eski askerin karısı (Natalie Martinez) ve kızını çeteden korumaya çalışır.
Daha önce çektiği “Hücre” ve “Düşüş” filmleriyle oldukça övgüler alan Hint asıllı yönetmen Tarsem Singh, “Self/less” ile yine bir fantastik denemeye kalkmış.
Hasta iş adamı Damian Hale’nin deri değiştirdiği sahneye kadar bilim kurgu yanı öne çıkan film, eski asker yeni Damian’ın ortaya çıkması ile araçlarla kovalamaca, kırdı, döktü, adam öldürmeleriyle tipik bir aksiyona bürünüyor.
Yani, Tarsem yeni filmi ile hem bilim kurgu, hem de aksiyon tutkunlarına mesaj gönderiyor.
Hintli yönetmenin önceki filmlerinin düzeyini tutturmasa da “Self/less” ilginç konusu ile izlenebilir, sırıtmayan, eli yüzü düzgün bir seyirlik.
-Çölde Kovalamaca-
Jean Baptiste Leonetti’nin “Tehlikeli Oyun” filmi gerilimden hoşlananların kayıtsız kalamayacağı bir yapım.
Amerikan sinemasının efsane oyuncusu Michael Douglas’ın başrolünü oynadığı kovalamacanın başka bir türü olan “Tehlikeli Oyun”da çölde avlanmak isteyenlere rehberlik hizmeti veren gencin başarılı iş adamı Madec tarafından kiralanması ile başlayan gerilim anlatılıyor.
İş adamı Madec (Michael Douglas) yanlışlıkla çölde gezen birini öldürünce, genç bu cinayetin ortaya çıkmasını istemeyen Macek’ten kaçmaya çalışır.
Madec, işlediği cinayetin duyulmaması için genci yakalayıp, öldürme peşindedir.
Rehber genç, artık Madec’in avı olmuştur.
Kavurucu sıcak altında çölde adeta bir kedi-fare kovalamacası başlamıştır. Bu gerilim yüklü kovalamaca nereye dek uzanacak, sonunda kazanan kim olacaktır?
Orta düzeyde bir gerilim olarak değerlendirilen “Tehlikeli Oyun”da kuş uçmayan, kervan geçmeyen, bir tek su damlasının bulunmadığı çöldeki kovalamaca çok güzel görüntüler eşliğinde seyirciye sunuluyor.
Öyle ya, fiziksel olarak ölseniz de fikriniz, belleğiniz, anılarınız, geçmiş ve geleceğe ilişkin öngörüleriniz başka birinin bedeninde yaşayacak, bu sırrınızı en yakınınızdakiler dahi bilmeyecek.
Hint kökenli yönetmen Tarsem Singh’in masalsı senaryodan beyaz perdeye aktardığı “Self/less” filmi tüm bu bilinmeyenleri, merak edilenleri ilginç bir öykü ile seyirciye sunuyor.
Bu hafta gösterime giren, sıra dışı konusu ile dikkat çeken bilim kurgu, aksiyon karışımı “Self/less”te amansız hastalığın pençesinde kıvranan ve ölmeye çok yakın zengin bir adamın, daha önce uygulanmayan bir tedaviyi kabul ederek genç ve diri bedende yaşadıkları anlatılıyor.
Yaşamı boyunca kızı Claire’e (Michele Dockery) istediği gibi babalık edemeyen amansız hastalıktan ölmeye sayılı günleri kalan zengin yaşlı adam Damian Hale (Ben Kingsley), hin oğlu hin, cin fikirli bilim adamı Albright’in (Matthew Goode) önerdiği , ederi çok fazla olan deri değiştirme operasyonunu kabul eder.
Albright’in başkanı olduğu gizli tıp çetesinin gözlerden ırak, kuytu bir yerde kurduğu merkezde Damian Hale’nin belleği, bilinci güçlü kuvvetli eski bir askerin (Ryan Reynolds) bedenine aktarılır.
Olanlar da bundan sonra olur. Bu operasyonun arkasında gizli bir tıp çetesinin olduğunu anlayan yeni Damian (Ryan Reynolds), hem bu çeteye karşı savaşır, hem de eski askerin karısı (Natalie Martinez) ve kızını çeteden korumaya çalışır.
Daha önce çektiği “Hücre” ve “Düşüş” filmleriyle oldukça övgüler alan Hint asıllı yönetmen Tarsem Singh, “Self/less” ile yine bir fantastik denemeye kalkmış.
Hasta iş adamı Damian Hale’nin deri değiştirdiği sahneye kadar bilim kurgu yanı öne çıkan film, eski asker yeni Damian’ın ortaya çıkması ile araçlarla kovalamaca, kırdı, döktü, adam öldürmeleriyle tipik bir aksiyona bürünüyor.
Yani, Tarsem yeni filmi ile hem bilim kurgu, hem de aksiyon tutkunlarına mesaj gönderiyor.
Hintli yönetmenin önceki filmlerinin düzeyini tutturmasa da “Self/less” ilginç konusu ile izlenebilir, sırıtmayan, eli yüzü düzgün bir seyirlik.
-Çölde Kovalamaca-
Jean Baptiste Leonetti’nin “Tehlikeli Oyun” filmi gerilimden hoşlananların kayıtsız kalamayacağı bir yapım.
Amerikan sinemasının efsane oyuncusu Michael Douglas’ın başrolünü oynadığı kovalamacanın başka bir türü olan “Tehlikeli Oyun”da çölde avlanmak isteyenlere rehberlik hizmeti veren gencin başarılı iş adamı Madec tarafından kiralanması ile başlayan gerilim anlatılıyor.
İş adamı Madec (Michael Douglas) yanlışlıkla çölde gezen birini öldürünce, genç bu cinayetin ortaya çıkmasını istemeyen Macek’ten kaçmaya çalışır.
Madec, işlediği cinayetin duyulmaması için genci yakalayıp, öldürme peşindedir.
Rehber genç, artık Madec’in avı olmuştur.
Kavurucu sıcak altında çölde adeta bir kedi-fare kovalamacası başlamıştır. Bu gerilim yüklü kovalamaca nereye dek uzanacak, sonunda kazanan kim olacaktır?
Orta düzeyde bir gerilim olarak değerlendirilen “Tehlikeli Oyun”da kuş uçmayan, kervan geçmeyen, bir tek su damlasının bulunmadığı çöldeki kovalamaca çok güzel görüntüler eşliğinde seyirciye sunuluyor.
7 Temmuz 2015 Salı
İkramiye Sözünü Unutmayın
Yaklaşık 11 milyon emekli 3 Temmuz’da açıklanan enflasyon ile bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı.
Aylıklarında bir önceki 6 ayda gerçekleşen yüzde 4.76’lık enflasyon oranında artış olan işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin çoğunluğunun eline günlük 1 lira 70 kuruş geçecek.
Yani emekli günlük artışla bir ramazan pidesi bile alamayacak.
Bu da göstermektedir ki enflasyona endeksli zam uygulaması bırakın emeklinin derdine çare olmayı, satın alma gücünü aşağıya çekmektedir.
Enflasyona endeksli zamlar emekli aylıkları arasındaki makası giderek açmakta, haksızlığa neden olmaktadır.
Bundan ötürü emekli olası koalisyon Hükümetinden 5510 sayılı yasa ile aylıklardaki artışı enflasyona endeksleyen uygulamaya son verilmesini bekliyor.
Eğer kurulursa 63. Hükümetin önceliği emekli aylıklarındaki artışın enflasyon yerine, seyyanen zamlarla belirleneceği düzenlemeyi hayata geçirmek olmalı.
Yani emekli aylığına enflasyon artışı yerine, seyyanen zam uygulanmalı.
Ayrıca 2000 sonrası emeklileri çok yakından ilgilendiren ve halen yargı aşamasında bulunan intibak düzenlemesi ile ilgili yasa da gecikmesizin çıkarılmalıdır.
Enflasyon zammından umduğunu bulamayan emekli umudunu siyasi parti liderlerinin seçim meydanlarında vaat ettiği ikramiyeye bağladı.
Malum, AKP ile koalisyon Hükümeti kurmaları gündemde olan CHP’nin emekliye yılda iki maaş tutarında, MHP’nin de yılda iki kez 1400 lira ödenmesine ilişkin vaatleri var.
Hem Kılıçdaroğlu, hem de Bahçeli seçim öncesi gittikleri her yerde, her ilde meydanlarda bunu açık ve gür bir sesle haykırmış, dile getirmiş, bu vaatlerle emekliden oy istemişlerdi.
Şimdi bu sözlere baktığımızda, 63. Hükümetin kurulmasındaki “Olmazsa olmazlardan” birinin de emekliye ödenecek ikramiye olduğunu düşünüyoruz.
Gerek Kılıçdaroğlu, gerek Bahçeli eğer AKP ile bir koalisyon oluşturacaklarsa, pazarlık masasında seçim meydanlarında emekliye verdiği bu sözü unutmasınlar.
AKP iki ikramiye yerine 100 liralık seyyanen zammın tüm emeklilere yansıtılması eğiliminde imiş.
Ancak 100 liralık seyyanen zammın emekliye iki ikramiye kadar yararı olmaz.
AKP ile hangi parti Hükümet kuracak olursa olsun ikramiyede ısrarcı olmalı, bu konu mutlaka protokol altına alınmalıdır.
Eğer CHP veya MHP emekliye vaatlerini, sözünü yerine getiremezlerse inandırıcılığını yitirir, güven erozyonuna uğrarlar.
Özellikle TBMM Başkanlığı seçiminde ağır eleştirilere uğrayan, tepki toplayan MHP koalisyon ortağı olması halinde bu tepkileri, eleştirileri emekliye ikramiye sözünü yerine getirerek belki bir ölçüde giderebilir.
Yani; emekliye iki ikramiye MHP için bir fırsattır. Onlar da en az CHP, Kılıçdaroğlu kadar emekliye verdiği sözün arkasında durmalıdır.
Zaten düşük aylıklarla kıt kanaat geçinen dar gelirli kitle için bu para onların bir nebze olsun soluklanmasına yardımcı olacaktır.
Aylıklarında bir önceki 6 ayda gerçekleşen yüzde 4.76’lık enflasyon oranında artış olan işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin çoğunluğunun eline günlük 1 lira 70 kuruş geçecek.
Yani emekli günlük artışla bir ramazan pidesi bile alamayacak.
Bu da göstermektedir ki enflasyona endeksli zam uygulaması bırakın emeklinin derdine çare olmayı, satın alma gücünü aşağıya çekmektedir.
Enflasyona endeksli zamlar emekli aylıkları arasındaki makası giderek açmakta, haksızlığa neden olmaktadır.
Bundan ötürü emekli olası koalisyon Hükümetinden 5510 sayılı yasa ile aylıklardaki artışı enflasyona endeksleyen uygulamaya son verilmesini bekliyor.
Eğer kurulursa 63. Hükümetin önceliği emekli aylıklarındaki artışın enflasyon yerine, seyyanen zamlarla belirleneceği düzenlemeyi hayata geçirmek olmalı.
Yani emekli aylığına enflasyon artışı yerine, seyyanen zam uygulanmalı.
Ayrıca 2000 sonrası emeklileri çok yakından ilgilendiren ve halen yargı aşamasında bulunan intibak düzenlemesi ile ilgili yasa da gecikmesizin çıkarılmalıdır.
Enflasyon zammından umduğunu bulamayan emekli umudunu siyasi parti liderlerinin seçim meydanlarında vaat ettiği ikramiyeye bağladı.
Malum, AKP ile koalisyon Hükümeti kurmaları gündemde olan CHP’nin emekliye yılda iki maaş tutarında, MHP’nin de yılda iki kez 1400 lira ödenmesine ilişkin vaatleri var.
Hem Kılıçdaroğlu, hem de Bahçeli seçim öncesi gittikleri her yerde, her ilde meydanlarda bunu açık ve gür bir sesle haykırmış, dile getirmiş, bu vaatlerle emekliden oy istemişlerdi.
Şimdi bu sözlere baktığımızda, 63. Hükümetin kurulmasındaki “Olmazsa olmazlardan” birinin de emekliye ödenecek ikramiye olduğunu düşünüyoruz.
Gerek Kılıçdaroğlu, gerek Bahçeli eğer AKP ile bir koalisyon oluşturacaklarsa, pazarlık masasında seçim meydanlarında emekliye verdiği bu sözü unutmasınlar.
AKP iki ikramiye yerine 100 liralık seyyanen zammın tüm emeklilere yansıtılması eğiliminde imiş.
Ancak 100 liralık seyyanen zammın emekliye iki ikramiye kadar yararı olmaz.
AKP ile hangi parti Hükümet kuracak olursa olsun ikramiyede ısrarcı olmalı, bu konu mutlaka protokol altına alınmalıdır.
Eğer CHP veya MHP emekliye vaatlerini, sözünü yerine getiremezlerse inandırıcılığını yitirir, güven erozyonuna uğrarlar.
Özellikle TBMM Başkanlığı seçiminde ağır eleştirilere uğrayan, tepki toplayan MHP koalisyon ortağı olması halinde bu tepkileri, eleştirileri emekliye ikramiye sözünü yerine getirerek belki bir ölçüde giderebilir.
Yani; emekliye iki ikramiye MHP için bir fırsattır. Onlar da en az CHP, Kılıçdaroğlu kadar emekliye verdiği sözün arkasında durmalıdır.
Zaten düşük aylıklarla kıt kanaat geçinen dar gelirli kitle için bu para onların bir nebze olsun soluklanmasına yardımcı olacaktır.
5 Temmuz 2015 Pazar
Western'i Özlemişiz
İtalyan yönetmen Sergio Leone’nın unutulmaz “İyi Kötü Çirkin”, “Bir Avuç Dolar İçin”, “Birkaç Dolar İçin” yapımları ile dünya sinemasında çığır açan Western filmlerinin kuşkusuz her daim özel bir seyircisi, tutkunu olmuştur.
Küçük bir kasabada, kötü ve zalim bir kovboya karşı, halkın yanında, iyiliğin ve doğrunun timsali iyi yürekli kovboyların öykülerine yer veren Western’ler oldum olası ilgi çekmiş, yenileri Yedinci Sanat tutkunlarınca merakla beklenmiştir.
İşte bu hafta gösterime giren Danimarka yapımı “İntikam” türünün tipik özelliklerini içeren, uzun süre bekleyenlerin iştahını olabildiğince karşılayan Western filmi.
Amerikan Western’leri , özellikle Sergio Leone’nın yukarıda sıraladığım filmleri kadar olmasa da bu türün yeni yapımını bekleyen, özlem duyanların isteğini yine de yerine getiren bir seyirlik olarak görülebilir “İntikam”.
Yönetmenliğini Kristan Levring’ın üstlendiği bir Danimarka Western’i olan filmde, Danimarka’daki savaştan kaçarak Amerika’ya yerleşen Jon’un karısını ve çocuğunu öldüren acımasız bir çeteden intikamı anlatılıyor.
Amerika’ya yerleşen Jon (Mads Mikkelsen) bir süre sonra eşini ve çocuğunu da buraya çağırır. Eşi ve çocuğu ile evlerine doğru bindikleri posta arabasında yörenin acımasızlığı ile ün salan ve herkesin görüp kaçtığı Delaure’nın kardeşi de bulunmaktadır.
Arabada karısına tecavüz edilen, çocuğu öldürülen Jon için yaşamın tek anlamı intikamdır, hesap sormaktır.
İntikam ateşiyle yanıp tutuşan Jon aynı zamanda çete reisi Delaure ile de hesaplaşacaktır.
1870’li yılların Amerikasında geçen filmde rolünün altından başarıyla kalkan, hatta fazlasını veren Mads Mikkelsen’ın yanı sıra çete reisinin kardeşinin karısına göz koyduğu dilsiz Madelaine’yı canlandıran güzeller güzeli Eva Green ile birlikte Eric Cantona, Jeffrey Dean Morgan gibi oyuncular da yer alıyor.
Burada filmi tek başına sürükleyen Mads Mikkelsen’e ayrı bir parantez açmak gerek.
Değişik, gülmeyen, gergin yüzü ile son yıllarda dikkatleri çeken Danimarkalı oyuncu Mad Mikkelsen tıpkı Amerikan dizisi “Hannibal”daki gibi bu filmde de yeteneğini adeta konuşturuyor, döktürüyor.
Sonuçta, Sergio Leone’nın her biri kült olan filmleri kadar olmasa da çorak kasabaları, düelloları, at sırtında koşuşturan acımasız kovboyları, dolaysıyla Western’i özleyenleri hoşnut edecekbir seyirlik “İntikam”.
Bu hafta gösterime giren filmlerin en iyisi.
-Başkanı Kurtaran Çocuk-
Uçağına suikast düzenlenen ABD Başkanı uçsuz bucaksız bir ormanda tek başına kalırsa, yardımına kim gelip kurtarır?
Bu sorunun yanıtını Jalmari Helander’ın yönettiği “Büyük Oyun” filminde bulabilirsiniz.
Finlandiya’nın dev bütçeli aksiyon türündeki yapımda, erginliğini kanıtlamak amacıyla geyik avı için Finlandiya ormanlarında bulunan çocuğun (Onni Tommila) suikasta uğrayan uçağından bir kapsül sayesinde hayatta kalan ABD Başkanı‘nı (Samue L. Jackson) peşinde olan teröristlerden kurtarması gözler önüne seriliyor.
Zaman zaman Başkan ile kendini kurtaran çocuğun güldürücü diyaloglarına da yer veren, eğlendirici olduğu kadar, izleyene çok da bir şeyler vermeyen “Büyük Oyun” da terörist liderini oynayan Türk oyuncu Mehmet Kurtuluş da yer alıyor.
“Sabun köpüğü” nitelemesini fazlasıyla hak eden filmin tek olumlu yanı Finlandiya’nın eşsiz güzellikteki ormanlar ile insanı ürküten sarp dağlarının görüntüleri.
Film öyküsünden, anlatımından çok görselliği ile ön plana çıkıyor.
Gerisi hikaye.
Küçük bir kasabada, kötü ve zalim bir kovboya karşı, halkın yanında, iyiliğin ve doğrunun timsali iyi yürekli kovboyların öykülerine yer veren Western’ler oldum olası ilgi çekmiş, yenileri Yedinci Sanat tutkunlarınca merakla beklenmiştir.
İşte bu hafta gösterime giren Danimarka yapımı “İntikam” türünün tipik özelliklerini içeren, uzun süre bekleyenlerin iştahını olabildiğince karşılayan Western filmi.
Amerikan Western’leri , özellikle Sergio Leone’nın yukarıda sıraladığım filmleri kadar olmasa da bu türün yeni yapımını bekleyen, özlem duyanların isteğini yine de yerine getiren bir seyirlik olarak görülebilir “İntikam”.
Yönetmenliğini Kristan Levring’ın üstlendiği bir Danimarka Western’i olan filmde, Danimarka’daki savaştan kaçarak Amerika’ya yerleşen Jon’un karısını ve çocuğunu öldüren acımasız bir çeteden intikamı anlatılıyor.
Amerika’ya yerleşen Jon (Mads Mikkelsen) bir süre sonra eşini ve çocuğunu da buraya çağırır. Eşi ve çocuğu ile evlerine doğru bindikleri posta arabasında yörenin acımasızlığı ile ün salan ve herkesin görüp kaçtığı Delaure’nın kardeşi de bulunmaktadır.
Arabada karısına tecavüz edilen, çocuğu öldürülen Jon için yaşamın tek anlamı intikamdır, hesap sormaktır.
İntikam ateşiyle yanıp tutuşan Jon aynı zamanda çete reisi Delaure ile de hesaplaşacaktır.
1870’li yılların Amerikasında geçen filmde rolünün altından başarıyla kalkan, hatta fazlasını veren Mads Mikkelsen’ın yanı sıra çete reisinin kardeşinin karısına göz koyduğu dilsiz Madelaine’yı canlandıran güzeller güzeli Eva Green ile birlikte Eric Cantona, Jeffrey Dean Morgan gibi oyuncular da yer alıyor.
Burada filmi tek başına sürükleyen Mads Mikkelsen’e ayrı bir parantez açmak gerek.
Değişik, gülmeyen, gergin yüzü ile son yıllarda dikkatleri çeken Danimarkalı oyuncu Mad Mikkelsen tıpkı Amerikan dizisi “Hannibal”daki gibi bu filmde de yeteneğini adeta konuşturuyor, döktürüyor.
Sonuçta, Sergio Leone’nın her biri kült olan filmleri kadar olmasa da çorak kasabaları, düelloları, at sırtında koşuşturan acımasız kovboyları, dolaysıyla Western’i özleyenleri hoşnut edecekbir seyirlik “İntikam”.
Bu hafta gösterime giren filmlerin en iyisi.
-Başkanı Kurtaran Çocuk-
Uçağına suikast düzenlenen ABD Başkanı uçsuz bucaksız bir ormanda tek başına kalırsa, yardımına kim gelip kurtarır?
Bu sorunun yanıtını Jalmari Helander’ın yönettiği “Büyük Oyun” filminde bulabilirsiniz.
Finlandiya’nın dev bütçeli aksiyon türündeki yapımda, erginliğini kanıtlamak amacıyla geyik avı için Finlandiya ormanlarında bulunan çocuğun (Onni Tommila) suikasta uğrayan uçağından bir kapsül sayesinde hayatta kalan ABD Başkanı‘nı (Samue L. Jackson) peşinde olan teröristlerden kurtarması gözler önüne seriliyor.
Zaman zaman Başkan ile kendini kurtaran çocuğun güldürücü diyaloglarına da yer veren, eğlendirici olduğu kadar, izleyene çok da bir şeyler vermeyen “Büyük Oyun” da terörist liderini oynayan Türk oyuncu Mehmet Kurtuluş da yer alıyor.
“Sabun köpüğü” nitelemesini fazlasıyla hak eden filmin tek olumlu yanı Finlandiya’nın eşsiz güzellikteki ormanlar ile insanı ürküten sarp dağlarının görüntüleri.
Film öyküsünden, anlatımından çok görselliği ile ön plana çıkıyor.
Gerisi hikaye.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)