Sayfalar

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Sendikalar da Kendilerini Sorgulamalı

Soma’daki facia ile birlikte sendikalar açısından sorgulanması gerekenler de gündeme geldi.

Demokrasinin olmazsa olmazı olan sendikalar bu faciadan gerekli dersi çıkarıp, özeleştiride bulunabilecekler mi?

Ülkeyi yasa boğan Soma faciası sendikaların görevinin sadece üye kaydedip, işverenle düşük zamlı toplu iş sözleşmesi bağıtlamak olmadığını bir kez daha ortaya koydu.

Salt ücret zammına odaklanan, tabanı işçilerin iş güvenliğini sağlayacak, işverenin baskısını önleyecek, başta maden ocakları olmak üzere işyerlerinin denetimini zorunlu kılacak, işvereni bu konuda önlemler almaya zorlayıcı hükümleri görmezden gelen bir sendikacılık anlayışının iflas ettiği Soma faciası ile açıkça görüldü.

Üyesi olan emekçilerin aldığı düşük ücretten kesilen aidatlar ile yaşamını sürdüren sendika ve yöneticilerinin önceliği, işçinin işyerinde rahat, güvenli, huzurlu bir şekilde işverenin baskısına, hakaretine uğramadan işini sürdürmesine olanak sağlayacak ortamı sağlamaktır.

Mantar gibi tüm işyerlerini saran taşeron işçiliğin olumsuz sonuçları, acımasızlığı, çirkin yüzü Soma’daki facia ile bir kez daha görülürken, sendikalar örgütlü bulundukları işyerlerinde taşeronluğa karşı yeteri kadar mücadele verebildi mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek çok da doğru olmaz.

Bunları görmezden gelip, salt ücret zammına odaklanırsanız, toplumun size yakıştırdığı ‘’sarı sendika’’ nitelemesinden kurtulamazsınız. İşverenle kol kola sendikacılık yapılamayacağını Soma faciası net bir şekilde ortaya koydu.

Nitekim Soma’da işyerinde örgütlü sendikanın şube başkanının işçiler tarafından yuhalanıp, uzaklaştırılması işçi- sendika arasında oluşan güvensizlik adına ibretlik bir örnek.

Acaba, işçi sendikaları ve konfederasyonları üyelerine yeteri kadar eğitim verebiliyor mu? İş kazalarına karşı onlar gerekli şekilde donatabiliyor mu? Bu eğitimler beş yıldızlı otellerde birkaç tane profesörün bilindik şeyleri söylemesi ile ‘’zevahiri kurtarma’’ anlayışıyla mı yapılıyor?

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) madenlerde iş güvenliğini sağlanmasına ilişkin 176 sayılı sözleşmesinin bugüne dek hayata geçirilememesinde siyasi iradenin yanı sıra, işçi sendikalarının duyarsızlığı da rol oynadı.

Özellikle maden işkolunda örgütlü olan sendikalar, üst kuruluşları olan konfederasyonlar ne yazık ki bu konuda ciddi bir mücadele yürütemedi.

Bu sözleşme imzalansaydı, en azından maden ocaklarında yaşam odaları kurulur, bu kadar fazla emekçi can vermezdi.

İşçi sendikaları, bu faciadan gerekli dersi alıp, kendilerini baştan aşağıya yeniden sorgulamalı.

Yoksa zaten ivme yitiren sendikal yaşam daha da aşağıya doğru gidecek.

Oysa demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının başında gelen, emekçilerin örgütlü gücü olan güçlü sendikalara bugün olduğu gibi, gelecekte de fazlasıyla ihtiyaç var. Ne kadar eleştirilse de sendikalar demokrasinin güvencesidir.

Sendikalar iki yılda bir sözleşme bağıtlayan, göstermelik olarak lüks otel salonlarında seminer düzenleyen değil, öncelikle işçinin güvenliği, huzuru sonrasında ücreti için mücadele eden kurumlardır.

Tabanı emekçilerin güvenliğini, sağlığını önceleyen sendikalarımıza söylenecek bir söz yok. Onlar zaten görevini fazlasıyla yerine getiriyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder