Hükümet ile memur sendikaları konfederasyonları 1 Ağustos'ta zam pazarlığı için toplu iş sözleşmesi masasına oturacak.
Grev hakkı içermeyen 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası uyarınca, Kamu İşveren Heyeti ile yetkili konfederasyon Memur-Sen başkanlığında Türkiye Kamu-Sen ve KESK temsilcilerinden oluşan Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti yaklaşık 3 milyon memur ile 2 milyon memur emeklisinin maaşlarına 2014 ve 2015 yıllarında yapılacak zam için kıran kırana pazarlığa başlayacak.
Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde maaş zammının yanı sıra, ekonomik , sosyal ve özlük haklar da masaya yatırılacak.
Hükümet ile memur sendikaları konfederasyonları arasında yürütülecek görüşmelerde uzlaşma sağlanamaması durumunda, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu devreye girerek, maaş zamlarını saptayacak.
Kendileri de kamu görevlisi olan kurulun bugüne değin belirlediği zamlar, memurun beklentilerinin altında kaldığından hep hayal kırıklığı ve burukluk yarattı.
Toplu pazarlık masasına Memur-Sen 2014 yılı için yüzde 6+6, 2015 yılı için de 6'şar aylık yüzde yüzde 6, Türkiye Kamu-Sen ise her iki yılda da 6'şar aylık dilimler halinde yüzde 10 zam talep ederken, KESK en düşük memur maaşının yoksulluk sınırı olan 3 bin 481 liraya yükseltilerek farklı maaşlara farklı oranlarda zam yapılmasını istiyor.
Türkiye Kamu-Sen, ayrıca memura dini bayramlar yılda iki kez bayram ikramiyesi, kalkınmada öncelikli yerlerde çalışan personel için mahrumiyet ödeneği de istiyor.Memur ve memur emeklilerinin maaşlarına yapılacak zammın belirlenmesinde kuşkusuz yetkili konfederasyon Memur-Sen'in takınacağı tavır etkili olacak.
Son yıllardaki üye artışı ile dikkatleri çeken ve geçen yıl bağıtlanan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde diğer sendikaların tepkisini alan Memur-Sen, yüzde 3, 4 gibi yetersiz zamların memuru hoşnut etmeyeceğini göz önünde bulundurmalı, toplu iş sözleşmesi masasında en azından talep ettiği yüzde 6 zamda ısrarcı olmalıdır.
Bu yıl enflasyonun öngörülenden daha yüksek olacağını belirtmekte yarar var.
Memur ve emeklinin sorununun yüzde 3, yüzde 4 gibi düşük zamlarla çözümlenemeyeceğini, rahat bir nefes alamayacağını Memur-Sen görmeli, toplu iş sözleşmesi masasında bu anlayışla mücadele etmeli.
Memur-Sen'in tavrı bir anlamda 3 milyon memur ile 2 milyon memur emeklisinin beklentilerine de yanıt olacaktır.
Hükümet ile Türk-İş arasında geçtiğimiz günlerde bağıtlanan toplu iş sözleşmesi ile 200 bin kamu işçisinin ücretlerine yüzde birinci yıl 4'er ve ikinci yıl yüzde 3'er zam yapılacak olması anımsandığında, memur ve emeklilerine de bu oranda veya 1 puan üstünde zam yapılacağını söylemek kahin olmayı gerektirmiyor.
Memur, işçi ve emeklinin günümüz koşullarında daha iyi bir yaşam sürdürülebilmesi için, daha yüksek zamma gereksinim var. Düşük zamlarla bunu gerçekleştirmek hiç de olası değil.
Umarım, memur ve emekli toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde umduğunu alabilir.
Resmi Gazete'de 6 Temmuz'da yayımlanan istatistiklere göre, Memur-Sen'in 707 bin 652, Türkiye Kamu-Sen'in 444 bin 935, KESK'in de 237 bin 180 üyesi bulunuyor.
11 hizmet kolunun 10'un da Memur-Sen'e bağlı sendikalar, 1 hizmet kolunda ise KESK' bağlı sendika yetkili.
29 Temmuz 2013 Pazartesi
27 Temmuz 2013 Cumartesi
İnsan mı Çöplük mü?
Oldum olası çok tartışılmış, insana ve çevreye verdiği zararla sürekli gündemde kalmış, haklı olarak tepkilerin odağı olmuştur.
İster vahşi depolama olsun, ister dönüşümü sağlayan Katı Atık Bertaraf Tesisi olsun halkın deyimi ile 'çöplük' insanın ve doğanın can düşmanıdır.
Yerleşim birimlerinden çok uzakta olması gereken çöplükler nedense, Yeşil Çevre örgütleri ile halkın tepkilerine karşın, sorumsuzca şehirlerin, beldelerin merkezlerine çok yakın yerlere kurulmuştur hep.
Buna en güzel örnek Hürriyet gazetesi yazarı Yalçın Bayer'in son günlerde ısrararla gündeme taşıdığı İstanbul Seyrantepe'deki çöp ve moloz dökülen alandır
Karadeniz halkı da tıpkı diğer bölgelerde olduğu gibi çöplüğe karşı mücadele etmekte, tepkisini göstermektedir.
Önce o güzelim Sürmene-Çamburnu'na kurulan vahşi çöp deposu doğayı kirletti, insanları adeta zehirleyerek, ölüme davetiye çıkardı.
Sürmeneli olan yönetmen Fatih Akın çektiği belgesel türdeki ''Cennetteki Çöplük'' filmi ile çöplüğün olumsuz etkisini ve zararını tüm çıplaklığı ile beyaz perdeye aktardı. Eğer bu filmi kaçırdıysanız. DVD'sinizi izleyerek tepkilere rağmen ısrarla yapılan çöplüğün doğayı, insanı nasıl katlettiğine ürperek tanık olabilirsiniz.
Çamburnu'nun ardından şimdi de Çavuşlu halkı beldelerine yapılan Katı Atık Bertaraf Tesisi'ne karşı mücadele veriyor.
Çavuşlu Çöplük Değil
Yeşili ile mavisi kadar ekmeği ile de tanınan Giresun'un Görele ilçesine bağlı Çavuşlu beldesi halkı, tamamalanmak üzere olan Katı Atık Bertaraf Tesisine karşı direnişini sürdürüyor.
Belde halkı, Ordu Bölge İdare Mahkemesi'nin iki kez aldığı yürütmeyi durdurma kararına karşın, Giresun Valiliği, Giresun Belediyesi ile İl Özel İdaresi'nin hukuku hiçe sayarcasına tesisin yapımını sürdürdüğünü belirtiyor.
Bilirkişi heyetleri ile Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlı Çevresel Etki Değerlendirme ve Planlama Genel Müdürlüğünün de tesisin yapımına ilşkin olumsuz görüş belirttiğini, buna rağmen inşaatın sürdüğüne dikkat çeken Çavuşlular:
''Ekmeği ve Asiye türküsüne konu olan turistik Sis Dağı ile tanınan beldemize yapılan çöp depolama sistemi görüşümüz ve hukuk kararları dikkate alınmadan adeta dayatma ile yapılıyor. Denize 700 metre uzaklıkta, beldenin içme suyunu sağlayan şebekenin kıyısına yapılan tesis faaliyete geçtiğinde , içme suyumuzu zehirleyeceği gibi, denizi kirletecek, buradaki tüm canlıları da yok edecektir'' diyerek hukuk tanımaz tavıra tepkilerini dile getiriyor.
Yıllar önce patlayan Çernobil santralindeki nükleer sızıntı nedeniyle bölge halkında kanser hastalığının arttığına dikkat çeken Çavuşlulular, Katı Atık Bertaraf Sistemi'nin faaliyeti ile birlikte insanların sağlığının yeniden tehdit altına gireceğini, kanser vakalarının yeniden artış göstereceğine dikkat çekiyorlar.
Yerli, yabancı turistlerin ilgi odağı Sis Dağı'nın eteklerine kurulan çöp depolama tesisindeki atık suların ünlü Çavuşlu ekmeğinin yapıldığı içme suyunu sızarak kirleteceğini belirten Çavuşlular;
''Çöp deposuna olan tepkimizi, bundan önce Samsun-Trabzon sahil yolunda ulaşımı iki kez durdururarak göstermiştik. Gerekirse ulaşımı yine durdururuz.Beldemizde görüşümüz alınmadan, yargı kararları görmezden gelinerek yapılan çöplüğü istemiyoruz. Çavuşlu halkı çöplük yerine turizm yatırımları istiyor. Başta hükümet olmak üzere tüm siyasetçiler ve yetkililere bir kez daha haykırıyoruz, 'Çavuşlu Çöplük Değildir'. Çavuşlu'yu çöplük olarak görenlere seçimlerde oylarımız ile gereken yanıtı vereceğiz.''diye tepkilerini dile getiriyor.
Neden belde halkının tepkileri, hukuk kararları dikkate alınmaz, neden belde merkezine uzak olması gereken çöplük, beldeye çok yakın yere kurulur?. Nedir bu ısrar. Hiç bir şey insan yaşamından değerli değil.
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Karadeniz Kurudu
Yeşil ile mavinin harman olduğu muhteşem doğası, fındığı kadar balığı ile de ünlüdür Karadeniz.
Yeşile bürünmüş doğası, damaklarda unutulmaz tat bırakan fındığı ve iştahları kabartan balığı, Karadeniz'in olmazsa olmazı, birbirini tamamlayan üçlüsüdür.
Ne varki, Karadeniz'in simgesi sayılan bu üçlüden önce yeşil doğa, yamaçlara plansız, projesiz gelişigüzel yapılan çirkin, sıvasız binalardan etkilendi, güzel yeşil örtüde birer ucube gibi yerini aldı o binalar.
Ardından, dağlık birimler yerine kıyıdan ulaşıma açılan Karadeniz Sahil Yolu (yapılması zorunlu idi) indirdi ikinci darbeyi Karadeniz'e..
Kıyıdaki o güzelim koylar, kayalarla doldurularak güzelliğini, görkemli görüntüsünü yitirdi, adeta yok olup gitti.
Coşkulu akan, berraklığı ve sesi ile insanı dinginleştiren o güzelim dereler, bölge halkının direnişine karşın ısrarla yapılan Hidro Elektrik Santralleri (HES) nedeniyle kurudu, tatlı su balıklarının nesli tükendi.
Üreticinin temel tarım ürünü, tek geçim kaynağı fındık hak ettiği değeri bulamadı, yıllardır üreticiyi boynu eğik bıraktı.
Şimdi de deniz kurudu, Karadeniz neredeyse eski bereketini kaybetti.
Önceleri bolca avlanan, hem balıkçı, hem de tüketicinin yüzünü güldüren hamsi, mezgit, istavrit, palamut, barbun, kefal, lüfer, kalkan, çinekop balıkları elini ayağını çekti, uzaklaştı Karadeniz'den.
Başta hamsi olmak üzere Türkiye'nin balık ihtiyacını karşılayan Karadeniz, şimdi bölgenin bile ihtiyacını karşılayamayacak duruma geldi, balıkçıların dediği gibi neredeyse kurudu Karadeniz.
Ağız tadı ile yediğimiz, tezgahlarda zevkle izlediğimiz, soframızdan eksilmeyen o lezzetli balıkları bulabilmek artık çok zorlaştı.
Hamsi ve balık ile özdeşleşen Karadeniz, eski bereketini yitirdi, tekneler eli boş dönmeye başladı.
Av yasağının sürdüğü bugünlerde sandalları ile denize açılan amatör balıkçıların livarları bile dolmuyor artık.
Ankara, İstanbul ve diğer kentlerden tatil için gelen balık tutkunlarının hevesleri kursaklarında kaldı.
Niye Karadeniz balık vermiyor, neden böyle oldu? Balıkçısından bölge halkına herkes bu soruya yanıt arıyor.
Karadeniz'i elinin içi gibi tanıyan, yıllarını denizlerde geçiren usta kaptan ve balıkçılar, bereketsizliğin temel nedeninin trol ile avlanma olduğunu belirtirken, trol avcılığının balık yuvalarını dağıttığını, yavruların büyüyemediği görüşünde.
Usta balıkçılar, trol avcılığının acilen belirli süre yasaklanması gerektiğini bildiriyor.
Salyangoz avının da balıkları olumsuz etkilediğine dikkat çeken kaptanlar, çevresel etkilerin denizleri kirlettiğini, bunun balıkların yetişmesine olumsuz yansıdığını ifade ediyor.
Karadeniz'in o bereketli günlerine dönebilmesi için, kaptanların uyarılarını dikkate almak, hatta bazı yaptırımları uygulamak, düzenlemeler getirmek kaçınılmaz gibi görülüyor.
Damaklarda tat bırakan, görüntüsü ile insanları büyüleyen o güzel balıklara yeniden bolca kavuşabilmek, en büyük özlemimiz.
15 Temmuz 2013 Pazartesi
İyi Ki Medya Var
Türkiye, yaklaşık iki aydır neredeyse Taksim Gezi Parkı protestosu ve sonrasındaki olaylara kilitlendi.
Bu protesto gösterilerinde ne yazık ki 5 kişi yaşamını yitirirken, 15 kişi gözünü kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı.
Beş kişinin ölümü büyük üzüntü yaratırken, bu ölümlerin failleri biri dışında henüz belirlenemedi.
Ne olduğu bilnmeyen eli palalı kişilerin, hangi yetkilerle gösterici gruba saldırması ise bir başka düşündürücü, kaygı verici olaydı.
Kamuoyu günlerdir bu olayları ve saldırıları tartışıp, sorgularken, yandaşların dışındaki medyanın (gerçi ilk başta duyarsız kaldılar) sorumlu, duyarlı yayıncılığı bu üzücü olayların, gündemde kalmasını sağladı, unutturulmasını engelledi.
Medyanın sorumlu yayıncılığı ile Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz'ın öldürülmeleri, palalı adamların saldırıları saniye saniye ekranlara taşındı, manşetlerde yer buldu.
Çok eleştirilmesine rağmen, demokrasinin dördüncü gücü olan basının bu sorumlu yayıncılığı olmasaydı, Türkiye bunları öğrenemeyecek, palalı saldırganlar tarihin tozlu sayfalarında unutulup gidecekti.
Eleştirsek de, kızsak da basının gücü bir kez daha görüldü. İyi ki varsın medya.
Üretici Sevinecek Mi?
Karadenizli üreticinin büyük umutlarla beklediği fındık sezonunun başlamasına sayılı günler kaldı.
Çok güç koşullarda yetiştirilen, o denli de zor şartlarda hasadı yapılıp, pazara getirilen fındık Karadenizli üreticinin neredeyse tek umudu, tek geçim kaynağıdır.
Üretici tüm bu zorluklara karşın, evladı gibi titrer fındığın üzerine, ona gözü gibi bakar,ondan çok fazladır beklentisi.
'Fındığın yerine başka tarım ürünleri, kivi yetiştirin, daha verimlidir'önerilerine kulağını tıkar, görmezden gelir, vazgeçmez fındık sevdasından. Kendisine zaman zaman ihanet etse de ilk göz ağrısıdır fındık.
Bu yıl olmazsa, gelecek yıl yüzünü güldüreceğine, derdine çare olacağına inanmıştır bir kez.
Hiç bir zaman fındıktan umudunu, beklentilerini yitirmez, bu duygularını hep korur.
Ramazan Bayramı sonrasında toplanmasına başlanacak fındığın bu yılki rekoltesinin, geçen yıla göre dörtte bir az olduğu açıklansa da üretici ürününü daha fazla fiyatla satacağı için umutludur, sevinçlidir.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği'nin (TZOB) araştırmasına göre, bu yıl fındık rekoltesinin geçen yıla göre yüzde 26 oranında bir düşüşle 486 bin ton olarak gerçekleşmesi bekleniyor.
Karadeniz'in bazı birimlerinde fındığın çok, bazı birimlerinde ise çok düşük olduğu açıklansa da TZOB'un açıkladığı gibi rekoltede bir azalma söz konusu.
Düşük rekoltenin yanı sıra, kuraklıktan dolayı fındığın kuruması üreticiyi ayrıca kaygılandırıyor.
Yoğun bir emekle ürettiği fındıktan her yıl kilo başına 7-8 lira gibi bir beklenti içinde olan, ancak hep hayal kırıklığı yaşayan üreticinin beklentisi bu yıl karşılık bulacak gibi.
Fındık piyasasına egemen olan tüccarlar üreticinin bu yıl talep ettiği fiyatla ürününü satabileceği görüşünde. Tüccarlar, bu yıl rekoltenin düşük olmduğunu, talepte artış beklendiğini, bunun da doğrudan fiyatları yansıyacağını belirtiyor.
Özellikle de içi dolgun, kaliteli fındığın piyasada 4-5 lira yerine 7-8 lira arasında işlem göreceği iddiasındalar.
Piyasayı çok iyi bilen, fındıkla yatıp kalkan tüccarların görüşlerini dikkate aldığımızda, bu yıl fındığın gerçek değerinde, 7-8 lira arasında bir fiyatla satılması üreticinin yüzünün bu kez güleceği anlamına geliyor.
Yıllardır umduğunu bulamayan, beklentileri boşa çıkan üreticinin, önceki yıllar gibi bu yıl düş kırıklığı yaşamayacağını söylemek iyimserlik olmaz.
Üreticinin kazançlı olması, kuşkusuz zincirleme olarak olarak bölge ekonomisine de olumlu yansıyacak, piyasa canlanacaktır.
Umarım üretici bu yıl emeğinin karşılığını tam alır.
1 Temmuz 2013 Pazartesi
Alkışlanacak Tavır
İnsanlığın, dürüst davranmanın , doğruluğun, erdem olmanın mumla arandığı günümüzde eğilip bükülmeden gördüğünü söyleyen tavrı ile adeta içimizi ısıttı, umutlarımızı yeşertti, insanlığın ölmediğini gösterdi.
Yalakalığın, birbirine kazık atmanın, riyakarlığın zirve yaptığı dünyamızda üzerine kurulmak istenen psikolojik baskılara karşın, vicdanının sesini dinleyerek bildiğini, gördüğünü anlatan ifadeleriyle ‘’Adam gibi adam’’ sözünü fazlasıyla hak etti.
Gergin ortamın yatışması adına polis ile göstericiler arasındaki uzlaşıya yönelik gösterdiği çaba, hoşgörülü, sağduyu sahibi bir din adamından beklenen, topluma örnek olacak tutumu ile gönülleri fethetti.
Bahsettiğim kişi, Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemcilerine yönelik söylediği, ancak bugüne dek yeterli kanıtın bulunamadığı, ’’Camiye ayakkabılarıyla girerek, orada içki içtiler’’ sözlerini doğrulamayan, gördüklerini anlatan müezzin Fuat Yıldırım.
Biber gazından kaçarak Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ne göstericiler can havliyle sığındı. Camide iddia edildiği gibi ne içki içtiler ne de yıkıp döktüler.
Daha fazla gaz yememek, sırtlarında daha fazla cop hissetmemek ve yaralılara ilk yardımda bulunmak için en yakındaki camiye sığındılar. Müezzin Fuat Yıldırım da bir din adamından beklenen duruşu ile onlara Allah’ın evini açtı. Doğrusu da buydu.
Camiye sığınanlara yardımcı olmak, yaralarını sarmak, onlara kol kanat germek sanki suçmuş gibi, hiçbir kanıt olmamasına rağmen ikide bir ‘’camide içki içtiler yıkıp, döktüler’’ gibi suçlamalarda bulunmak hiç de hoş olmayan ve tehlikeli bir davranış.
Tüm bunlar yaşanırken, üzerinde kurulmak istenen baskıya karşın, müezzin Fuat Yıldırım altı saatlik polis sorgusunda , ‘’Ben camide içki içen görmedim’’ diyerek Yunus Emre’nin, Mevla’nın insan sevgisini kalbinde taşıdığını bizle birlikte tüm dünyaya gösterdi.
Siyasilerin beklediği açıklamada bulunmayan, sadece doğru bildiğini, gördüğünü söyleyen Fuat Yıldırım belki de bugün olmazsa yarın başka bir yere atanabilir, sürgüne yollanabilir. Ancak, yerleştiği gönüllerden sökülüp atılamaz.
Eminim, müezzin Yıldırım bundan böyle vicdanının sesini dinlemenin huzuru ile yaşamını başı dik olarak sürdürecek, çocuklarına onurlu bir miras bırakacaktır.
Öyle özlemişiz ki, böyle insanları, içlerimizi ısıtan, alkışı hak eden, umutlarımızı yeşerten davranışları.
İnsanlık ölmedikçe, yardımlaşmayı, paylaşmayı vicdanlarında taşıyan, birbirine kazık atmayan, insanlar çoğaldıkça öyle bir güzel olacak ki yaşam. Yeter ki bu duygulara gönlümüzde daha çok yer açalım.
Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay, son derece tehlikeli bu açıklamalara adeta isyan ederek sosyal medyadan tepkisini gösterdi, açıklamaların çok yanlış olduğunu defalarca vurguladı.
Bakanlığı döneminde de kültüre ve sanata bakışı Başbakanla farklı olan, birbiriyle örtüşmeyen Ertuğrul Günay, bakanlık görevinin ardından hükümetin yanlışlarına karşı çıkışı, parti içindeki muhalif duruşu ile dikkatleri üzerine topladı, gündemde yer almaya başladı.
Bakanlık görevinde üstlendiği sorumluluktan ötürü, tepkisini, duygusunu bu denli ortaya koyamayan Günay, şimdiki açıklamaları ile haksızlığa uğrayanların sesi oldu, partisinin yanlışlarını çekinmeden yüksek sesle dile getirmeye başladı.
Hatta partisinin son grup toplantılarına katılmayarak, bir şekilde protestosunu kamuoyuna gösterdi.
Ertuğrul Günay’ın bu açıklamaları ve tepkilerinin toplumda nasıl bir karşılık bulacağını, sonuçlarını sanırım önümüzdeki süreçte öğreneceğiz.
Yalakalığın, birbirine kazık atmanın, riyakarlığın zirve yaptığı dünyamızda üzerine kurulmak istenen psikolojik baskılara karşın, vicdanının sesini dinleyerek bildiğini, gördüğünü anlatan ifadeleriyle ‘’Adam gibi adam’’ sözünü fazlasıyla hak etti.
Gergin ortamın yatışması adına polis ile göstericiler arasındaki uzlaşıya yönelik gösterdiği çaba, hoşgörülü, sağduyu sahibi bir din adamından beklenen, topluma örnek olacak tutumu ile gönülleri fethetti.
Bahsettiğim kişi, Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemcilerine yönelik söylediği, ancak bugüne dek yeterli kanıtın bulunamadığı, ’’Camiye ayakkabılarıyla girerek, orada içki içtiler’’ sözlerini doğrulamayan, gördüklerini anlatan müezzin Fuat Yıldırım.
Biber gazından kaçarak Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ne göstericiler can havliyle sığındı. Camide iddia edildiği gibi ne içki içtiler ne de yıkıp döktüler.
Daha fazla gaz yememek, sırtlarında daha fazla cop hissetmemek ve yaralılara ilk yardımda bulunmak için en yakındaki camiye sığındılar. Müezzin Fuat Yıldırım da bir din adamından beklenen duruşu ile onlara Allah’ın evini açtı. Doğrusu da buydu.
Camiye sığınanlara yardımcı olmak, yaralarını sarmak, onlara kol kanat germek sanki suçmuş gibi, hiçbir kanıt olmamasına rağmen ikide bir ‘’camide içki içtiler yıkıp, döktüler’’ gibi suçlamalarda bulunmak hiç de hoş olmayan ve tehlikeli bir davranış.
Tüm bunlar yaşanırken, üzerinde kurulmak istenen baskıya karşın, müezzin Fuat Yıldırım altı saatlik polis sorgusunda , ‘’Ben camide içki içen görmedim’’ diyerek Yunus Emre’nin, Mevla’nın insan sevgisini kalbinde taşıdığını bizle birlikte tüm dünyaya gösterdi.
Siyasilerin beklediği açıklamada bulunmayan, sadece doğru bildiğini, gördüğünü söyleyen Fuat Yıldırım belki de bugün olmazsa yarın başka bir yere atanabilir, sürgüne yollanabilir. Ancak, yerleştiği gönüllerden sökülüp atılamaz.
Eminim, müezzin Yıldırım bundan böyle vicdanının sesini dinlemenin huzuru ile yaşamını başı dik olarak sürdürecek, çocuklarına onurlu bir miras bırakacaktır.
Öyle özlemişiz ki, böyle insanları, içlerimizi ısıtan, alkışı hak eden, umutlarımızı yeşerten davranışları.
İnsanlık ölmedikçe, yardımlaşmayı, paylaşmayı vicdanlarında taşıyan, birbirine kazık atmayan, insanlar çoğaldıkça öyle bir güzel olacak ki yaşam. Yeter ki bu duygulara gönlümüzde daha çok yer açalım.
Ertuğrul Günay’ın Muhalefeti
Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay, son derece tehlikeli bu açıklamalara adeta isyan ederek sosyal medyadan tepkisini gösterdi, açıklamaların çok yanlış olduğunu defalarca vurguladı.
Bakanlığı döneminde de kültüre ve sanata bakışı Başbakanla farklı olan, birbiriyle örtüşmeyen Ertuğrul Günay, bakanlık görevinin ardından hükümetin yanlışlarına karşı çıkışı, parti içindeki muhalif duruşu ile dikkatleri üzerine topladı, gündemde yer almaya başladı.
Bakanlık görevinde üstlendiği sorumluluktan ötürü, tepkisini, duygusunu bu denli ortaya koyamayan Günay, şimdiki açıklamaları ile haksızlığa uğrayanların sesi oldu, partisinin yanlışlarını çekinmeden yüksek sesle dile getirmeye başladı.
Hatta partisinin son grup toplantılarına katılmayarak, bir şekilde protestosunu kamuoyuna gösterdi.
Ertuğrul Günay’ın bu açıklamaları ve tepkilerinin toplumda nasıl bir karşılık bulacağını, sonuçlarını sanırım önümüzdeki süreçte öğreneceğiz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)