İnsanlar selin kurbanı oldu, evler, yollar, köprüler yıkıldı, ulaşım sağlanamadı.
Serin hava beraberinde yağışları hem de aşırı yağışları getirerek Karadeniz’de yeniden doğal afete yol açtı.
Son yıllarda yaşanan mevsimsel değişiklikten ötürü aşırı sıcağın ardından sellere yol açan yağışlar, en çok Karadeniz Bölgesi’ni olumsuz etkiliyor, can alıyor.
“Yaramaz Çocuk” diye tanımlanan küresel iklimin bir türü olan “El Nino”, yaz mevsiminde hem bunaltan sıcaklıklara, hem de sellere yol açan yağışlara neden oluyor.
Aslında sel Karadeniz’in yazgısı.
Karadeniz ile sel birbiriyle özdeşleşmiş iki sözcük gibi.
Önceki yıllarda Trabzon Maçka, Rize, Samsun, Fatsa, Ünye ve diğer yerleşim birimlerinde onlarca can alan doğal afet bu kez Artvin’i vurarak, 7 kişiyi yaşamdan kopardı.
50 yılın en büyük faciası olduğu belirtilen sel, Artvin’de önüne ne geldiyse sildi süpürdü, yıkıp geçti.
İhmal, duyarsızlık, inatlaşma ve sorumsuzluk her yıl istenmeyen bu facialara yol açıyor.
Aşırı yağış alan bir bölgede dere yatağına ev yapan anlayış, buna izin veren sorumsuzluk, halkın karşı çıkmasına karşın her dereye, ırmağa inatla yapılan HES’ler böylesi facialara vize veriyor.
Termik santrallerin atmosfere saldığı sera gazları da küresel iklimi yaratıyor.
Her yıl tekrarlanan faciadan ne yazık ki gerekli dersler alınmıyor, alınamıyor.
Zaten Türkiye doğal afetlerin en fazla zarar verdiği ve vereceği bir ülke.
1999 depreminin ardından yıllar geçti, uzmanlar yırtınırcasına “felaket geldi, geliyor” diye bağırıyor. Ama bu çığlığı ne duyan , ne de yeterli önlemleri alan var.
Doğal afetin ne zaman geleceği belli olmaz.
Ancak buna karşı alınacak önlemler de ihmale gelmez.
Bu kadar yaşanan acı deneyimlere karşın, neden önlemler ihmal ediliyor, neden dere yatağına konut izni veriliyor, neden ırmaklar, dereler gerekli şekilde ıslah edilmiyor, derelerin akış güzergahını değiştiren, doğal yatağını bozan HES’ler neden hala kuruluyor anlamak mümkün değil.
Bölge insanı bile bile adeta ölüme davetiye çıkarırcasına, “Bir şey olmaz” mantığı ile sele açık alanlara konut yapıyor, yerel yönetimler de bu konutlara ruhsat , dereleri kurutan HES’lere ÇED raporu veriliyor, sel felaketi can aldıktan, yıkıp geçtikten sonra da bazı şeyleri sorgulamaya başlıyoruz.
Yani iş geçtikten sonra konuşuyor, yazıyor, çareler aramaya başlıyoruz.
Elbette ki doğal afetin ne zaman, nereden geleceği bilinmez.
Ancak önceden önlemler alınabilir, eksiklikler giderilebilir, insanlar bilgilendirilebilir.
Sel artık Karadenizlinin yazgısı olmaktan çıkarılmalı, bu doğal afete karşı koruyucu önlemler ivedilikle hayata geçirilmeli.
Yoksa gelecekte de sel daha çok canlar alır, yine dövünüp dururuz.
Türküdeki gibi Çarşamba’yı da, Karadeniz’i de sel almasın.
Yerleşim birimlerinin alt yapısını sağlıklı şekilde yapamayan, dere yataklarına imar izni veren, sele karşı yeterli önlemi alamayan yerel yöneticilere birilerinin ‘’istifa’’ sözcüğünü anımsatmasında yarar olacağını düşünsem de bu sözcüğün Belediye Başkanlarının lugatında bulunmadığına da eminim.
Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasındaki en önemli fark da bu olsa gerek.
Serin hava beraberinde yağışları hem de aşırı yağışları getirerek Karadeniz’de yeniden doğal afete yol açtı.
Son yıllarda yaşanan mevsimsel değişiklikten ötürü aşırı sıcağın ardından sellere yol açan yağışlar, en çok Karadeniz Bölgesi’ni olumsuz etkiliyor, can alıyor.
“Yaramaz Çocuk” diye tanımlanan küresel iklimin bir türü olan “El Nino”, yaz mevsiminde hem bunaltan sıcaklıklara, hem de sellere yol açan yağışlara neden oluyor.
Aslında sel Karadeniz’in yazgısı.
Karadeniz ile sel birbiriyle özdeşleşmiş iki sözcük gibi.
Önceki yıllarda Trabzon Maçka, Rize, Samsun, Fatsa, Ünye ve diğer yerleşim birimlerinde onlarca can alan doğal afet bu kez Artvin’i vurarak, 7 kişiyi yaşamdan kopardı.
50 yılın en büyük faciası olduğu belirtilen sel, Artvin’de önüne ne geldiyse sildi süpürdü, yıkıp geçti.
İhmal, duyarsızlık, inatlaşma ve sorumsuzluk her yıl istenmeyen bu facialara yol açıyor.
Aşırı yağış alan bir bölgede dere yatağına ev yapan anlayış, buna izin veren sorumsuzluk, halkın karşı çıkmasına karşın her dereye, ırmağa inatla yapılan HES’ler böylesi facialara vize veriyor.
Termik santrallerin atmosfere saldığı sera gazları da küresel iklimi yaratıyor.
Her yıl tekrarlanan faciadan ne yazık ki gerekli dersler alınmıyor, alınamıyor.
Zaten Türkiye doğal afetlerin en fazla zarar verdiği ve vereceği bir ülke.
1999 depreminin ardından yıllar geçti, uzmanlar yırtınırcasına “felaket geldi, geliyor” diye bağırıyor. Ama bu çığlığı ne duyan , ne de yeterli önlemleri alan var.
Doğal afetin ne zaman geleceği belli olmaz.
Ancak buna karşı alınacak önlemler de ihmale gelmez.
Bu kadar yaşanan acı deneyimlere karşın, neden önlemler ihmal ediliyor, neden dere yatağına konut izni veriliyor, neden ırmaklar, dereler gerekli şekilde ıslah edilmiyor, derelerin akış güzergahını değiştiren, doğal yatağını bozan HES’ler neden hala kuruluyor anlamak mümkün değil.
Bölge insanı bile bile adeta ölüme davetiye çıkarırcasına, “Bir şey olmaz” mantığı ile sele açık alanlara konut yapıyor, yerel yönetimler de bu konutlara ruhsat , dereleri kurutan HES’lere ÇED raporu veriliyor, sel felaketi can aldıktan, yıkıp geçtikten sonra da bazı şeyleri sorgulamaya başlıyoruz.
Yani iş geçtikten sonra konuşuyor, yazıyor, çareler aramaya başlıyoruz.
Elbette ki doğal afetin ne zaman, nereden geleceği bilinmez.
Ancak önceden önlemler alınabilir, eksiklikler giderilebilir, insanlar bilgilendirilebilir.
Sel artık Karadenizlinin yazgısı olmaktan çıkarılmalı, bu doğal afete karşı koruyucu önlemler ivedilikle hayata geçirilmeli.
Yoksa gelecekte de sel daha çok canlar alır, yine dövünüp dururuz.
Türküdeki gibi Çarşamba’yı da, Karadeniz’i de sel almasın.
Yerleşim birimlerinin alt yapısını sağlıklı şekilde yapamayan, dere yataklarına imar izni veren, sele karşı yeterli önlemi alamayan yerel yöneticilere birilerinin ‘’istifa’’ sözcüğünü anımsatmasında yarar olacağını düşünsem de bu sözcüğün Belediye Başkanlarının lugatında bulunmadığına da eminim.
Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasındaki en önemli fark da bu olsa gerek.