Nuri Bilge Ceylan’ın bu yıl Cannes Film Festivali’nde ‘’Altın Palmiye’’ ödülü kazanan ‘’Kış Uykusu’’ sinemaseverleri daha fazla meraklandırmadan gösterime girdi.
Ekim ayında seyircinin karşısına çıkacağı açıklanan başyapıt niteliğindeki ‘’Kış Uykusu’’, yapımcı Zeynep Özbatur’un ani kararı ile Haziran sıcağında, okulların tatile girdiği haftada sinemalarda dönmeye başladı.
İyi de oldu. Benim gibi çoğu sinemaseverin, ‘’Altın Palmiye’’ ödüllü bu filmi neredeyse dört aya yakın süre beklemesi çok zordu. Ödüllü bu filmi sıcağı sıcağına izleyerek büyük keyif aldık.
Nuri Bilge Ceylan’ın ustalık döneminin harika bir eseri olan ‘’Kış Uykusu’’ bu yıl yüzüncü yaşını kutlayan Türk sinemasının da yüzünü ağarttı, hepimizi gururlandırdı.
Nuri Bilge Ceylan’ın daha önceki filmlerinde olduğu gibi, ‘’Kış Uykusu’’ da yine Anadolu’da, bu kez Kapadokya’da geçiyor, üç ana karakter çevresinde gelişiyor.
Filmde yıllarını tiyatroya vermiş, İstanbul’dan göçtüğü Kapadokya’da babadan kalma oteli işleten, haftalık yerel bir gazeteye, güncel , ahlak ve vicdan üzerine yazılar yazan Aydın’ın (Haluk Bilginer) aralarında sorun bulunan eşi Nihal (Melisa Sözen) ile yine eşinden boşanıp kapağı Kapadokya’ya atan bezgin kız kardeşi Necla (Demet Akbağ) ile düşe kalka sürdürdüğü ilişkileri konu alıyor.
Yönetmen Ceylan’ın eşi Ebru Ceylan ile birlikte senaryosunu yazdığı bu muhteşem filmde, Anadolu bozkırlarında tıpkı yaşlı bir yılkı atı (sahipsiz, başıboş gezen at) gibi kış uykusuna yatmış, yöre insanına tepeden bakan, kibirli, her şeyi bilen gerçekler ve hayalleriyle gel git yaşayan ‘’Yalnız Entelektüel’’ Aydın’ın kişiliğine tanık oluyorsunuz.
Filmde dikkatleri çeken Aydın’ın kız kardeşi Necla ile gazeteye yazdığı yazılar üzerindeki tartışmaları, karısı Nihal ile yardımlar konusundaki sert diyalogları, çok uzun olmasına karşılık izleyiciyi sıkmıyor, ayrı bir renk katıyor.
Yine Aydın’ın öğretmen Levent (Nadir Sarıbacak) ile tartışmalarında Shakespeare üzerinden birbirlerine göndermede bulunması filmin edebi yönünü zenginleştiriyor.
Okullara ve çevresine iyilik yapmayı yaşamının bir parçası sayan Nihal ile kitap kurdu kız kardeşi Necla, sadık emiri can yoldaşı Hidayet (Ayberk Pekcan) , kafa dengi, komşusu Suavi (Tamer Levent) dışında dostu bulunmayan, tek amacı ‘’Türk Tiyatro Tarihi’ ni yazmak olan, çevresinden kopuk, icraya verdiği kiracısı Hamdi Hoca (Serhat Kılıç) ile arabasının camını kıran küçük İlyas’a hoşgörüyle bakmayan yalnız entelektüel Aydın iç hesaplaşmasının sonunda nasıl bir karar alacak?
Haluk Bilginer, Demet Akbağ, Melisa Sözen'in yeteneklerini konuşturduğu, bu başyapıtta halen hastalıkla mücadele eden filmde İsmail karakterini canlandıran Nejat İşler’den söz etmemek haksızlık olur.
Hamdi Hoca’nın ağabeyi, küçük İlyas’ın babası hapse girmiş, işsiz, olmasına karşın paraya pula değer vermeyen, onurlu sarhoş İsmail’in, Nihal’in getirdiği yardım paralarını şömineye atarken söyledikleri yüzümüze bir şamar gibi patlıyor.
Nejat İşler, filmde çok az görünmesine karşın, oynadığı karakterle ve duruşuyla yine övgüyü alıyor, alkışı hak ediyor, sinemaseverin kalbini bir kez daha kazanıyor. Nejat işler gibi öğretmen Levent karakterindeki Nadir Sarıbacak da rolünün hakkını veriyor.
Tamer Levent, Ayberk Pekcan, Serhat Kılıç hayat verdikleri figürler ile adeta özdeşleşiyor
Kameraman Gökhan Tiryaki’nin nefis karlı Kapadokya görüntüleri de filme ayrı bir keyif katıyor.
Nuri Bilge Ceylan’ın önceki filmlerine göre daha çok konuşmaların yer aldığı, 3 saat 16 dakika gibi çok uzunluğuna karşın izleyiciyi koltuğa çivileyen, 39 kentte 123 sinemada, 150 salonda gösterime giren ‘’Kış Uykusu’’ dört dörtlük bir başyapıt.
Türk sinema tarihine damgasını vuracak, her dönem adından övgü ile bahsettirecek bu filmi kaçırmayın.
24 Haziran 2014 Salı
19 Haziran 2014 Perşembe
GSS Borçları Silinmeli
Halen TBMM komisyonlarında görüşülen torba yasa tasarısı ile Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borçlarının faizi silinerek yeniden yapılandırılması öngörülüyor.
1 Ocak 2012’de çok büyük umutlarla, tüm yurttaşlara sağlık hizmetinin eksiksiz verilmesi amacıyla uygulanmaya başlanan GSS, bırakın bu amaca ulaşmayı beraberinde birtakım sorunları da getirdi.
Hedef kitleye yeterli bilgi verilmeden, bu konuda aydınlatılmadan uygulamaya koyulan GSS’den ötürü milyonlarca yurttaş prim borçlusu olduğu gibi, sağlık hizmetinden de yoksun kaldı.
Borcunu da tedaviye gittiği sağlık kuruluşlarından öğrenebildi. Ödenemeyen borçlar her ay katlanarak arttı.
Yasa uyarınca 1 Ocak 2012 ile 31 Mayıs 2014 arasında gelir testi yaptırmayan yaklaşık 4 milyon kişiye en yüksek prim üzerinden, her ay için asgari ücretin iki katı üzerinden prim tahakkuk ettirildi. Böylelikle bu 4 milyon kişi yasa hakkında yeterli bilgiye sahip olmamalarından dolayı 9.5 milyar lira borçlu duruma geldi.
Önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’ndan çıkması beklenen yasa ile faizin silinerek, borçların yeniden yapılandırılması olumlu olmakla birlikte borçlu kitlenin taleplerini tamamıyla karşılamaktan uzak.
Görüşmeler sırasında verilecek bir öneri ile 9.5 milyar liralık borcun tamamı silinmeli. Çünkü kamuoyu tarafından tam olarak ‘’ ne olduğu’’ bilinmeden, bilgilendirilmeden uygulamaya koyulan GSS, yurttaşların mağduriyetine yol açtı.
İvedi uygulamayla yaratılan bu mağduriyetin giderilmesi için faizlerle birlikte ana borçlar tamamıyla silinmeli, sağlık hizmetinin önündeki engel kaldırılmalı.
İktidarın bu yönde bir hazırlığı olduğu, Genel Kurul’daki görüşmeler sırasında verilecek önerge ile ana borçların da silineceği belirtiliyor. Umarım bu gerçekleşir, devlet 4 milyona yakın mağdur borçluyu sevindirir, onlarla gerçek anlamda barışır.
GSS borçları, diğer prim ve vergi borçlarından ayrı değerlendirilmeli. İlk kez uygulanan GSS’ye vatandaş hazırlıksız yakalandı, halen de nasıl bir işlevi olduğunu tam bilemiyor, ya da borcunu öğrenince ayırtına varıyor.
GSS’nin amacına ulaşabilmesi için, ne olduğu halka iyi anlatılmalı, gelir testi, ödenecek primler hakkında tüm yurttaşlar bilgilendirilmeli, bu aşamalardan sonra hayata geçirilmeli.
GSS’nin yeniden düzenlenip, sağlık hizmetini önleyecek unsurlarının ortadan kaldırılması da sosyal devlet olmanın önceliğidir.
Ne olursa olsun sağlık hizmeti hiçbir şekilde esirgenemez.
1 Ocak 2012’de çok büyük umutlarla, tüm yurttaşlara sağlık hizmetinin eksiksiz verilmesi amacıyla uygulanmaya başlanan GSS, bırakın bu amaca ulaşmayı beraberinde birtakım sorunları da getirdi.
Hedef kitleye yeterli bilgi verilmeden, bu konuda aydınlatılmadan uygulamaya koyulan GSS’den ötürü milyonlarca yurttaş prim borçlusu olduğu gibi, sağlık hizmetinden de yoksun kaldı.
Borcunu da tedaviye gittiği sağlık kuruluşlarından öğrenebildi. Ödenemeyen borçlar her ay katlanarak arttı.
Yasa uyarınca 1 Ocak 2012 ile 31 Mayıs 2014 arasında gelir testi yaptırmayan yaklaşık 4 milyon kişiye en yüksek prim üzerinden, her ay için asgari ücretin iki katı üzerinden prim tahakkuk ettirildi. Böylelikle bu 4 milyon kişi yasa hakkında yeterli bilgiye sahip olmamalarından dolayı 9.5 milyar lira borçlu duruma geldi.
Önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’ndan çıkması beklenen yasa ile faizin silinerek, borçların yeniden yapılandırılması olumlu olmakla birlikte borçlu kitlenin taleplerini tamamıyla karşılamaktan uzak.
Görüşmeler sırasında verilecek bir öneri ile 9.5 milyar liralık borcun tamamı silinmeli. Çünkü kamuoyu tarafından tam olarak ‘’ ne olduğu’’ bilinmeden, bilgilendirilmeden uygulamaya koyulan GSS, yurttaşların mağduriyetine yol açtı.
İvedi uygulamayla yaratılan bu mağduriyetin giderilmesi için faizlerle birlikte ana borçlar tamamıyla silinmeli, sağlık hizmetinin önündeki engel kaldırılmalı.
İktidarın bu yönde bir hazırlığı olduğu, Genel Kurul’daki görüşmeler sırasında verilecek önerge ile ana borçların da silineceği belirtiliyor. Umarım bu gerçekleşir, devlet 4 milyona yakın mağdur borçluyu sevindirir, onlarla gerçek anlamda barışır.
GSS borçları, diğer prim ve vergi borçlarından ayrı değerlendirilmeli. İlk kez uygulanan GSS’ye vatandaş hazırlıksız yakalandı, halen de nasıl bir işlevi olduğunu tam bilemiyor, ya da borcunu öğrenince ayırtına varıyor.
GSS’nin amacına ulaşabilmesi için, ne olduğu halka iyi anlatılmalı, gelir testi, ödenecek primler hakkında tüm yurttaşlar bilgilendirilmeli, bu aşamalardan sonra hayata geçirilmeli.
GSS’nin yeniden düzenlenip, sağlık hizmetini önleyecek unsurlarının ortadan kaldırılması da sosyal devlet olmanın önceliğidir.
Ne olursa olsun sağlık hizmeti hiçbir şekilde esirgenemez.
11 Haziran 2014 Çarşamba
Vergiyi Sırtlayanlar
Vergide adaletsizlikten yıllardır yakınılır. Çalışanların sırtında ağır bir vergi yükünün bulunduğu sürekli dillendirilmesine karşın, nedense bu konuda adalet bir türlü sağlanamaz.
Türkiye’de gelir ve kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisinin ücretliler tarafından ödendiği sır değil. Ücretliler ödedikleri vergilerle gelir vergisinde şampiyonluğu yıllardır kimseye kaptırmıyor.
Ücretliler üzerindeki ağır vergi yükü, büyük ölçüde vergi ödemesi gerekenlerin bu yükümlülüklerinden kaçınmalarından kaynaklanıyor. Ülkemizde gelir vergisi mükelleflerinin çoğunluğu ücretlilerden oluşuyor. Türkiye’de ücretliler gelir vergisini neredeyse tek başına sırtlıyor.
Gelir vergisinin yüzde 67’si ücretliler, yani emekçiler tarafından ödeniyor.
Ne acıdır ki, ticari ve serbest kazanç sahiplerinin önemli bir bölümü vergi mükellefi değil, yani vergisini ödemiyor,deyim yerinde ise vergi kaçırıyor.
Hürriyet gazetesi yazarı Şükrü Kızılot’un bir yazısında değindiği gibi, asgari ücretli gelir vergisinin yüzde 11.08’ni öderken, ücretliler dışındaki 4 milyon 39 bin gelir vergisi mükellefi toplanan vergilerin sadece yüzde 1.53’nü ödedi.
Yine Kızılot’un yazısında belirttiği gibi, işçiler, memurlardan 3-4 kat daha fazla vergi ödüyor. Anayasa’nın 73. maddesinde ‘’herkesten mali gücüne göre vergi alınır’’ denilmesine karşın, işçiden, memurdan daha fazla vergi kesintisi yapılıyor.
Yıllardır bu adaletsizliği dile getiren Türk-İş, ‘’İşçi ücretlerinin vergilendirilmesinde adalet istiyoruz’’ başlıklı araştırmasında, doğrudan ve dolaylı vergilerin en büyük ödeyicisi işçileri, işverenlerle aynı oranlarda vergilendirmenin haksızlık olduğunu belirtiyor.
Araştırmada, asgari ücret almakta olan bir işçinin bile yılbaşında aldığı net ücret tutarının yılın ortasında zam almasına karşın, yıl sonunda alamadığı, vergi diliminden dolayı yılbaşına göre net ücretinin düştüğü vurgulanıyor.
Vergi yapısındaki adaletsizlikten ötürü bağıtlanan toplu iş sözleşmesiyle alınan zammın anlamını yitirdiği belirtilen Türk-İş araştırmasında, sözleşme ile sağlanan ücret artışının çoğunluğunun vergi ödemesine gittiğine dikkat çekiliyor.
OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) raporlarına göre de Türkiye’de çalışanlar üzerindeki vergi yükü fazla, hatta çok ağır.
OECD Türkiye’de ücretliler üzerindeki vergi yükünün giderek arttığına vurgu yapıyor.
Yıllardır yakınılmasına, gündeme getirilmesine karşın vergideki adaletsizlik hala önlenemedi.
Başta işçi, memur olmak üzere çalışan kesim, vergisini düzenli ödeyenler hiç de hak etmedikleri halde sürekli ‘’kümesteki yolunacak kaz ‘’ gibi görüldü.
Bu olumsuz tablodan kurtulmak için yapılacaklar çok basit.
Öncelikle emek üzerindeki vergi yükünün azaltılması, verginin geniş kitlelere adil bir şekilde yansımasının sağlanması gerekiyor.
Vergi alanında gerçek anlamda yapılacak bir reformla ücretliler aleyhine var olan bu çarpık yapı değiştirilebilir, ücretlilerin biraz daha rahatlaması sağlanabilir.
İşçiden, memurdan, asgari ücretliden kısaca emeği ile geçinen dar gelirli kitleden yüksek vergi almak yerine, kayıt dışı faaliyette bulunan, vergisini kaçıranlar üzerine ciddiyetle gidilmesi, bu kesimden vergi alınması yakınılan adaletsizliği ortadan kaldıracaktır.
Ülke kaynaklarını hovardaca kullanarak gelir ve servet kazananlar, topluma karşı da yükümlülüklerini yerine getirmeli, kazançları oranında vergi ödemeleri sağlanmalı.
Kazancı oranında, adil şekilde vergi ödemek her namuslu yurttaşın görevidir.
Türkiye’de gelir ve kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisinin ücretliler tarafından ödendiği sır değil. Ücretliler ödedikleri vergilerle gelir vergisinde şampiyonluğu yıllardır kimseye kaptırmıyor.
Ücretliler üzerindeki ağır vergi yükü, büyük ölçüde vergi ödemesi gerekenlerin bu yükümlülüklerinden kaçınmalarından kaynaklanıyor. Ülkemizde gelir vergisi mükelleflerinin çoğunluğu ücretlilerden oluşuyor. Türkiye’de ücretliler gelir vergisini neredeyse tek başına sırtlıyor.
Gelir vergisinin yüzde 67’si ücretliler, yani emekçiler tarafından ödeniyor.
Ne acıdır ki, ticari ve serbest kazanç sahiplerinin önemli bir bölümü vergi mükellefi değil, yani vergisini ödemiyor,deyim yerinde ise vergi kaçırıyor.
Hürriyet gazetesi yazarı Şükrü Kızılot’un bir yazısında değindiği gibi, asgari ücretli gelir vergisinin yüzde 11.08’ni öderken, ücretliler dışındaki 4 milyon 39 bin gelir vergisi mükellefi toplanan vergilerin sadece yüzde 1.53’nü ödedi.
Yine Kızılot’un yazısında belirttiği gibi, işçiler, memurlardan 3-4 kat daha fazla vergi ödüyor. Anayasa’nın 73. maddesinde ‘’herkesten mali gücüne göre vergi alınır’’ denilmesine karşın, işçiden, memurdan daha fazla vergi kesintisi yapılıyor.
Yıllardır bu adaletsizliği dile getiren Türk-İş, ‘’İşçi ücretlerinin vergilendirilmesinde adalet istiyoruz’’ başlıklı araştırmasında, doğrudan ve dolaylı vergilerin en büyük ödeyicisi işçileri, işverenlerle aynı oranlarda vergilendirmenin haksızlık olduğunu belirtiyor.
Araştırmada, asgari ücret almakta olan bir işçinin bile yılbaşında aldığı net ücret tutarının yılın ortasında zam almasına karşın, yıl sonunda alamadığı, vergi diliminden dolayı yılbaşına göre net ücretinin düştüğü vurgulanıyor.
Vergi yapısındaki adaletsizlikten ötürü bağıtlanan toplu iş sözleşmesiyle alınan zammın anlamını yitirdiği belirtilen Türk-İş araştırmasında, sözleşme ile sağlanan ücret artışının çoğunluğunun vergi ödemesine gittiğine dikkat çekiliyor.
OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) raporlarına göre de Türkiye’de çalışanlar üzerindeki vergi yükü fazla, hatta çok ağır.
OECD Türkiye’de ücretliler üzerindeki vergi yükünün giderek arttığına vurgu yapıyor.
Yıllardır yakınılmasına, gündeme getirilmesine karşın vergideki adaletsizlik hala önlenemedi.
Başta işçi, memur olmak üzere çalışan kesim, vergisini düzenli ödeyenler hiç de hak etmedikleri halde sürekli ‘’kümesteki yolunacak kaz ‘’ gibi görüldü.
Bu olumsuz tablodan kurtulmak için yapılacaklar çok basit.
Öncelikle emek üzerindeki vergi yükünün azaltılması, verginin geniş kitlelere adil bir şekilde yansımasının sağlanması gerekiyor.
Vergi alanında gerçek anlamda yapılacak bir reformla ücretliler aleyhine var olan bu çarpık yapı değiştirilebilir, ücretlilerin biraz daha rahatlaması sağlanabilir.
İşçiden, memurdan, asgari ücretliden kısaca emeği ile geçinen dar gelirli kitleden yüksek vergi almak yerine, kayıt dışı faaliyette bulunan, vergisini kaçıranlar üzerine ciddiyetle gidilmesi, bu kesimden vergi alınması yakınılan adaletsizliği ortadan kaldıracaktır.
Ülke kaynaklarını hovardaca kullanarak gelir ve servet kazananlar, topluma karşı da yükümlülüklerini yerine getirmeli, kazançları oranında vergi ödemeleri sağlanmalı.
Kazancı oranında, adil şekilde vergi ödemek her namuslu yurttaşın görevidir.
4 Haziran 2014 Çarşamba
Memur-Sen'e Düşen Görev
Memur ve emekli yılın ilk beş ayında enflasyon canavarına yenildi.
Beş aylık enflasyonun yüzde 5.38’ye ulaşması ile birlikte memur ve emekli aylıklarına bu yılın başında yapılan zam eridi.
Hükümet ile Memur-Sen arasında geçen yıl bağıtlanan toplu iş sözleşmesi uyarınca 1 Ocak 2014’ten geçerli olmak üzere memur maaşlarında 123 lira, memur emeklisinin aylıklarında da seyyanen 140 lira artış oldu.
Başka bir ifade ile ortalama memur maaşı 2 bin 200 lira olarak kabul edilirse bu kesime yüzde 5.6, ortalama aylıkları 1500 lira olan memur emeklisine de yüzde 9 zam yapılmış oldu.
Türkiye Kamu-Sen ile KESK’in tüm uyarılarına karşın, daha önceki sözleşmelerde var olan maaşları erimekten kurtaran enflasyon farkı ödenmesi hükmü, Memur-Sen’in bir yıllık imzaladığı toplu iş sözleşmesinde seyyanen zamdan ötürü yer almadı.
İlk beş ayda yüzde 5.38 düzeyinde gerçekleşen enflasyonla memurlara yapılan yüzde 5.6’lık zammın tamamı erirken, memur emeklilerindeki yüzde 9’luk artışın yarıdan fazlası beş ayda buhar olup, uçtu.
Yılın ikinci altı ayında bu kitlenin satın alma gücü yılbaşına göre çok daha geride kalacak.
Memur ve emeklileri bir anlamda enflasyona karşı koruyan fark ödemesi bu yıl yapılmayacak, 7 ay daha 123 ve 140 liralık zamla yetinmek zorunda kalacak.
Yine bu yılın başında aylıklarına yüzde 3.27 oranında zam yapılan işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin durumu daha da kötü.
Aylıkları, memur emeklilerine göre daha düşük olan, işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin kaybı ilk altı ay dolmadan şimdiden yüzde 2.11’i buldu.
En mağdur kitle olan işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin kaybı, aylıklarına zam yapılacak temmuz ayına göre giderek daha da artacak.
Emekçilerin aleyhine gelişen bu olumsuz tablo karşısında, hükümet ile alelacele toplu iş sözleşmesi imzalayan, enflasyon farkında ısrarcı olmayan Memur-Sen ne düşünüyor? Vicdanı rahat mı?
Bağıtladığı toplu iş sözleşmesinin enflasyon karşısında anlamını yitirdiğini nasıl karşılıyor? Yoksa hiçbir şey olmamış gibi sessizce olanı biteni mi izleyecek? Milyonlarca memur ve emekli ek zam konusunda Memur-Sen’den açıklama bekliyor
Memur, memur emeklisi, işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin enflasyona yenik düşmemesi, en azından yılbaşındaki satın alma güçlerini yakalayabilmeleri için ek zam kaçınılmaz.
Burada da görev seyyanen zammı kabullenen, enflasyon farkını görmezden gelen Memur-Sen’in.
Memur-Sen hükümetten ek zammı alarak,toplu iş sözleşmesi masasındaki hatasını gidermeli.
Beş aylık enflasyonun yüzde 5.38’ye ulaşması ile birlikte memur ve emekli aylıklarına bu yılın başında yapılan zam eridi.
Hükümet ile Memur-Sen arasında geçen yıl bağıtlanan toplu iş sözleşmesi uyarınca 1 Ocak 2014’ten geçerli olmak üzere memur maaşlarında 123 lira, memur emeklisinin aylıklarında da seyyanen 140 lira artış oldu.
Başka bir ifade ile ortalama memur maaşı 2 bin 200 lira olarak kabul edilirse bu kesime yüzde 5.6, ortalama aylıkları 1500 lira olan memur emeklisine de yüzde 9 zam yapılmış oldu.
Türkiye Kamu-Sen ile KESK’in tüm uyarılarına karşın, daha önceki sözleşmelerde var olan maaşları erimekten kurtaran enflasyon farkı ödenmesi hükmü, Memur-Sen’in bir yıllık imzaladığı toplu iş sözleşmesinde seyyanen zamdan ötürü yer almadı.
İlk beş ayda yüzde 5.38 düzeyinde gerçekleşen enflasyonla memurlara yapılan yüzde 5.6’lık zammın tamamı erirken, memur emeklilerindeki yüzde 9’luk artışın yarıdan fazlası beş ayda buhar olup, uçtu.
Yılın ikinci altı ayında bu kitlenin satın alma gücü yılbaşına göre çok daha geride kalacak.
Memur ve emeklileri bir anlamda enflasyona karşı koruyan fark ödemesi bu yıl yapılmayacak, 7 ay daha 123 ve 140 liralık zamla yetinmek zorunda kalacak.
Yine bu yılın başında aylıklarına yüzde 3.27 oranında zam yapılan işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin durumu daha da kötü.
Aylıkları, memur emeklilerine göre daha düşük olan, işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin kaybı ilk altı ay dolmadan şimdiden yüzde 2.11’i buldu.
En mağdur kitle olan işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin kaybı, aylıklarına zam yapılacak temmuz ayına göre giderek daha da artacak.
Emekçilerin aleyhine gelişen bu olumsuz tablo karşısında, hükümet ile alelacele toplu iş sözleşmesi imzalayan, enflasyon farkında ısrarcı olmayan Memur-Sen ne düşünüyor? Vicdanı rahat mı?
Bağıtladığı toplu iş sözleşmesinin enflasyon karşısında anlamını yitirdiğini nasıl karşılıyor? Yoksa hiçbir şey olmamış gibi sessizce olanı biteni mi izleyecek? Milyonlarca memur ve emekli ek zam konusunda Memur-Sen’den açıklama bekliyor
Memur, memur emeklisi, işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin enflasyona yenik düşmemesi, en azından yılbaşındaki satın alma güçlerini yakalayabilmeleri için ek zam kaçınılmaz.
Burada da görev seyyanen zammı kabullenen, enflasyon farkını görmezden gelen Memur-Sen’in.
Memur-Sen hükümetten ek zammı alarak,toplu iş sözleşmesi masasındaki hatasını gidermeli.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)