Yıllardır temcit pilavı gibi ısıtılıp gündeme getirilir, kamuoyunun özellikle de işçinin, sendikaların tepkisi, nabzı ölçülmeye çalışılır.
Emekçilerin, sendikalı işçilerin en büyük güvencesi olan, emekli olduğunda önceki yıllarda başını sokacak bir ev alabildiği (günümüzde mümkün değil) kıdem tazminatının kaldırılarak, fona dönüştürülmesi isteği, amacı hükümetlerin hep gündeminde olmuştur.
İşverenlerin de ısrarla talebi olan, hükümetlerin bu isteğine, yaklaşımına, işçi sendikaları Türk-İş ve DİSK
'kıdem tazminatını kaldırmak genel grev nedeni' açıklamaları ile karşı çıkarken, genel kurullarında böyle bir düzenlemeye karşı da 'genel grev' kararı almışlardır.
Hak-İş kıdem tazminatı fonuna olumlu yaklaşırken, işveren örgütleri TİSK ve TÜSİAD ise fon kurulmasını yıllardır büyük bir iştahla savunagelmiştir.
Başbakan Erdoğan başkanlığında 9 yıl sonra 26 Eylül'de toplanan 'Çalışma Meclisi'nin gündemini esnek çalışma modeli, özel istihdam bürolarının kurulması ile birlikte yine kıdem tazminatı oluşturuyordu.
Her ne kadar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik 'Başbakan'ın talimatı ile kıdem tazminatı rafa kaldırıldı'' açıklamalarını yapsa da, Çalışma Meclisi'nin gündemine baktığımızda hiç de rafa kaldırılmadığı görülmektedir.
Hükümet, 1 milyon 250 bin dolayındaki taşeron işçinin de kıdem tazminatından yararlanması amacıyla, çalışanların mevcut hakları korunarak, yeniden bir düzenlemeye gereksinim olduğu gerekçesiyle konuyu yeniden tartışmaya açtı.
Mevcut sistemde bir yıllık çalışma süresini tamamlayan işçi, kıdem tazminatına hak kazanırken, hükümetin hazırlığına göre, bir gün bile çalışan özellikle taşeron işçiler de fon aracılığı ile kıdem tazminatı alabilecek.
Başbakan Erdoğan'ın 'üzerinde anlaşarak bize gelin'' çağrısını yaptığı, çalışma yaşamını derinden etkileyecek
kıdem tazminatı ile esnek çalışma modeli ve özel istihdam bürolarının kurulmasını öngören yasa tasarısının TBMM'ye sunulması ile kuşkusuz çalışma yaşamı bir anda sıcak atmosfere girecek, sendikalar hareketlenecek.
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay'ın belirttiği gibi çalışan kesimin, emekçilerin daha önce kurulan fonlardan çok canı yanmıştır.
Hükümetin, ' mevcut haklar korunacak, fon yeni işe başlayanlar ve taşeron işçiler için kurulacak' açıklamalarına karşın, daha önceki fonlardan beklediğini alamayan, hak kaybına uğrayan işçilerin ve sendikaların, yeniden canlarının yanmaması için bu fona kuşku ile yaklaşmaları, karşı çıkmaları son derece doğal.
Bunun yanı sıra, sendikalaşmayı zayıflatacak, işçilerin satın alma gücünü geriletecek özel istihdam bürolarının kurulması, esnek çalışma modeli gibi düzenlemeler, zor günlerden geçen çalışma yaşamını iyice cendereye sokacaktır.
DİSK Genel Başkanı Kani Beko Çalışma Meclisi'nde yaptığı konuşmada 'Emekçilerin yaşam koşullarını daha aşağıya çekecek düzenlemeler hayata geçerse kayış kopar' diyerek haklı endişesini dile getirdi.
Çalışma yaşamını derinden etkileyecek böyle bir düzenleme yasalaşırken, işçi sendikalarının endişeleri ve talepleri kesinlikle dikkate alınmalı.
28 Eylül 2013 Cumartesi
14 Eylül 2013 Cumartesi
Emekliye Bir Parmak Bal
Emekli, yıllardır talep ettiği banka promosyonuna bu kez kavuşacak gibi, ancak ödenecek miktar emeklinin beklentilerinden çok uzak.
Basına yansıyan haberlere göre, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile emekli aylıklarını ödeyen bankaların genel müdürleri önümüzdeki günlerde bir araya gelerek, konuyu değerlendirecek.
Aldıkları düşük aylıkla yaşamlarını güçlükle sürdüren 10 milyonu aşkın emeklinin yıllardır haykırarak dile getirdiği talebinin gerçekleşmesi, hayata geçmesi kuşkusuz olumlu bir gelişme.
Ancak ödenecek tutarın televizyonlarda ''Emekliye promosyon müjdesi'' şeklinde yapılan anonslardaki gibi çok yüksek olmayacağı da ortada.
Yine basına yansıyan haberlere göre, emekliye aylıkları ödenen banka tarafından yılda bir kez olmak üzere, maaşının aylık yüzde 1'i oranında promosyon verilecek.
Yani bin lira aylığı olan emekliye yılda bir kez 120 lira, 2 bin lira aylık alan emekliye de yine yılda bir kez 240 lira tutarında promosyon ödenecek.
Eğer kamuoyuna yansıyan rakamlar kesinleşirse, emeklinin beklentisi karşılanmayacak, burukluk yaratacak, bu düzeydeki bir ödeme ''emekliye bir parmak bal'' olacak.
Memur ve diğer çalışanlara maaşlarına yakın düzeyde promosyon ödeyen bankalar nedense emekliye karşı cimri bir tutum içinde.
Toplumda gerekli saygıyı göremeyen, ikinci sınıf yurttaş davranışı ile karşılaşan emeklilere ne yazık ki bankalar da bu tavırla yaklaşıyor.
On milyonu aşkın emekliye 122 milyar lira aylık ödeyen SGK, önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek görüşmelerde yüzde 1 oranındaki promosyon miktarının daha yukarıda olması için çaba harcamalı, emekliyi bu promosyonu ödeyecek bankalara yöneltmeye teşvik etmeli.
Emekli aylıklarını hesaplarında tutan ve bunu değerlendirerek karlar elde eden bankaların bu karlarının bir bölümünü emekliye ödemesi gerekmez mi? Emeklinin bu kardan pay istemesi en doğal talebi değil mi? Emekli bir parmak bal değil, aylığı kadar promosyon bekliyor.
Aslında üç bin lira düzeyindeki 'Yoksulluk Sınırı'nın üstünde olması gereken emekli aylıklarında çok ciddi bir düzenleme yapmanın zamanı geçti bile.
Yıllardır 'kaynak yok' gerekçesiyle açlığa mahkum edilen emeklilere istenilse öyle kaynaklar yaratılır ki, ama niyet ciddi olsun.
Basına yansıyan haberlere göre, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile emekli aylıklarını ödeyen bankaların genel müdürleri önümüzdeki günlerde bir araya gelerek, konuyu değerlendirecek.
Aldıkları düşük aylıkla yaşamlarını güçlükle sürdüren 10 milyonu aşkın emeklinin yıllardır haykırarak dile getirdiği talebinin gerçekleşmesi, hayata geçmesi kuşkusuz olumlu bir gelişme.
Ancak ödenecek tutarın televizyonlarda ''Emekliye promosyon müjdesi'' şeklinde yapılan anonslardaki gibi çok yüksek olmayacağı da ortada.
Yine basına yansıyan haberlere göre, emekliye aylıkları ödenen banka tarafından yılda bir kez olmak üzere, maaşının aylık yüzde 1'i oranında promosyon verilecek.
Yani bin lira aylığı olan emekliye yılda bir kez 120 lira, 2 bin lira aylık alan emekliye de yine yılda bir kez 240 lira tutarında promosyon ödenecek.
Eğer kamuoyuna yansıyan rakamlar kesinleşirse, emeklinin beklentisi karşılanmayacak, burukluk yaratacak, bu düzeydeki bir ödeme ''emekliye bir parmak bal'' olacak.
Memur ve diğer çalışanlara maaşlarına yakın düzeyde promosyon ödeyen bankalar nedense emekliye karşı cimri bir tutum içinde.
Toplumda gerekli saygıyı göremeyen, ikinci sınıf yurttaş davranışı ile karşılaşan emeklilere ne yazık ki bankalar da bu tavırla yaklaşıyor.
On milyonu aşkın emekliye 122 milyar lira aylık ödeyen SGK, önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek görüşmelerde yüzde 1 oranındaki promosyon miktarının daha yukarıda olması için çaba harcamalı, emekliyi bu promosyonu ödeyecek bankalara yöneltmeye teşvik etmeli.
Emekli aylıklarını hesaplarında tutan ve bunu değerlendirerek karlar elde eden bankaların bu karlarının bir bölümünü emekliye ödemesi gerekmez mi? Emeklinin bu kardan pay istemesi en doğal talebi değil mi? Emekli bir parmak bal değil, aylığı kadar promosyon bekliyor.
Aslında üç bin lira düzeyindeki 'Yoksulluk Sınırı'nın üstünde olması gereken emekli aylıklarında çok ciddi bir düzenleme yapmanın zamanı geçti bile.
Yıllardır 'kaynak yok' gerekçesiyle açlığa mahkum edilen emeklilere istenilse öyle kaynaklar yaratılır ki, ama niyet ciddi olsun.
9 Eylül 2013 Pazartesi
Türk-İş'te Çözüm Ne?
Türkiye'nin en büyük işçi konfederasyonu Türk-İş'te beklenen oldu, Genel Başkan Mustafa Kumlu bu görevinden istifa etti, Genel Mali Sekreter Ergün Atalay yeni başkan oldu.
21. olağan genel kurulun ardından içten içe kaynayan, bütünlüğünü yitiren, emekçilerin sorunlarına kayıtsız kalan yönetim kurulundaki huzursuzluk, Mustafa Kumlu'nun 30 işçinin altında işçi çalıştıran işletmelerde sendikal örgütlenmeyi ve toplu iş sözleşmesini kısıtlayan hükümler içeren hükümet tarafından hazırlanan protokolü imzalamasıyla iyice belirginleşti.
Her ne kadar Mustafa Kumlu'nun bu protokolü tek başına imzaladığı ileri sürülse de Türk-İş yönetiminin bu imzadan bilgisi yok muydu? İddia edildiği gibi Kumlu, işverenlere büyük avantajlar sağlayacak bu protokolü yönetime haber vermeden mi imzaladı?
Aslında yönetimdeki huzursuzluğun başlangıcı Mustafa Kumlu'nun kızının ABD Büyükelçiliği'nden vize alırken 20 milyon dolarlık hesap cüzdanını göstermesine yönelik iddialara dayanıyordu.
Bu iddialar basında gündeme gelmiş, Kumlu da bu iddiaları yalanlamıştı.
Adeta kaynayan kazana dönüşen konfederasyon yönetiminde bu iddialar ve imzaladığı protokolden ötürü tek başına kalan Mustafa Kumlu'nun istifa etmekten başka bir seçeneği de kalmamıştı.
Emekçilerin sorunlarına duyarsız kalmakla eleştirilen, tabanı işçilerden büyük tepki alan yeni Türk-İş Genel Başkanı ve yönetimini zor günler bekliyor.
TBMM'nin açılması ile birlikte hükümet tarafından gündeme getirileceği belirtilen Kıdem Tazminatı Fonu'nun kurulması, esnek çalışma modeli, özel istihdam büroları gibi işçiyi yakından ilgilendiren yasa tasarıları karşısında Türk-İş'in tavrı merakla bekleniyor.
-Olağanüstü Genel Kurul-
Aslında Türk-İş için en doğru olanı olağanüstü genel kuruldur.
Yönetimdeki, bölünme ve huzursuzluktan ötürü aylarca yönetim kurulu toplantısı yapamayan Türk-İş, 21. olağan genel kurulun ardından başta tabanı işçiler olmak üzere çalışanları ilgilendiren sorunlar karşısında hep sessiz kaldı, demokratik tepkisini sergileyemedi.
Diğer konfederasyonlar mücadelelerini, tepkilerini alanlarda gösterirken, Türk-İş bu gelişmeleri uzaktan izledi, neredeyse 'Üç Maymun'u oynadı.
Kurulduğu 1952 yılından bu yana Türk işçi hareketinin öncüsü olan Türk-İş'in bu duyarsızlığı, umarsızlığı, edilgenliği emekçiler ve kamuoyunca haklı olarak tepki ile karşılandı, kınandı.
Türk-İş'in üzerindeki ölü toprağını atması, silkinmesi, emekçiler adına yoğun mücadeleye başlayabilmesi için olağanüstü genel kurulun toplanması kaçınılmazdır.
Gerçekleştirilecek olağanüstü genel kurulda ötekileştirme bir yana bırakılarak, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Hava-İş, Belediye-İş, Basın-İş, Deri-İş, TGS, TÜMTİS, Kristal-İş, TOLEYİS gibi sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu temsilcilerinin de içinde yer aldığı yeni ve dinamik bir Türk-İş yönetimi oluşturulmalı.
Olağanüstü genel kurulda efsane başkan Seyfi Demirsoy'un belleklere kazınan ''Ankara'da Türk-İş Var'' sözüne uygun, ciddiye alınan, emekçinin saygı duyacağı edilgen değil, etkin bir Türk-İş yönetimi göreve getirilerek, konfederasyona dinamik bir yapı kazandırılmalı.
21. olağan genel kurulun ardından içten içe kaynayan, bütünlüğünü yitiren, emekçilerin sorunlarına kayıtsız kalan yönetim kurulundaki huzursuzluk, Mustafa Kumlu'nun 30 işçinin altında işçi çalıştıran işletmelerde sendikal örgütlenmeyi ve toplu iş sözleşmesini kısıtlayan hükümler içeren hükümet tarafından hazırlanan protokolü imzalamasıyla iyice belirginleşti.
Her ne kadar Mustafa Kumlu'nun bu protokolü tek başına imzaladığı ileri sürülse de Türk-İş yönetiminin bu imzadan bilgisi yok muydu? İddia edildiği gibi Kumlu, işverenlere büyük avantajlar sağlayacak bu protokolü yönetime haber vermeden mi imzaladı?
Aslında yönetimdeki huzursuzluğun başlangıcı Mustafa Kumlu'nun kızının ABD Büyükelçiliği'nden vize alırken 20 milyon dolarlık hesap cüzdanını göstermesine yönelik iddialara dayanıyordu.
Bu iddialar basında gündeme gelmiş, Kumlu da bu iddiaları yalanlamıştı.
Adeta kaynayan kazana dönüşen konfederasyon yönetiminde bu iddialar ve imzaladığı protokolden ötürü tek başına kalan Mustafa Kumlu'nun istifa etmekten başka bir seçeneği de kalmamıştı.
Emekçilerin sorunlarına duyarsız kalmakla eleştirilen, tabanı işçilerden büyük tepki alan yeni Türk-İş Genel Başkanı ve yönetimini zor günler bekliyor.
TBMM'nin açılması ile birlikte hükümet tarafından gündeme getirileceği belirtilen Kıdem Tazminatı Fonu'nun kurulması, esnek çalışma modeli, özel istihdam büroları gibi işçiyi yakından ilgilendiren yasa tasarıları karşısında Türk-İş'in tavrı merakla bekleniyor.
-Olağanüstü Genel Kurul-
Aslında Türk-İş için en doğru olanı olağanüstü genel kuruldur.
Yönetimdeki, bölünme ve huzursuzluktan ötürü aylarca yönetim kurulu toplantısı yapamayan Türk-İş, 21. olağan genel kurulun ardından başta tabanı işçiler olmak üzere çalışanları ilgilendiren sorunlar karşısında hep sessiz kaldı, demokratik tepkisini sergileyemedi.
Diğer konfederasyonlar mücadelelerini, tepkilerini alanlarda gösterirken, Türk-İş bu gelişmeleri uzaktan izledi, neredeyse 'Üç Maymun'u oynadı.
Kurulduğu 1952 yılından bu yana Türk işçi hareketinin öncüsü olan Türk-İş'in bu duyarsızlığı, umarsızlığı, edilgenliği emekçiler ve kamuoyunca haklı olarak tepki ile karşılandı, kınandı.
Türk-İş'in üzerindeki ölü toprağını atması, silkinmesi, emekçiler adına yoğun mücadeleye başlayabilmesi için olağanüstü genel kurulun toplanması kaçınılmazdır.
Gerçekleştirilecek olağanüstü genel kurulda ötekileştirme bir yana bırakılarak, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Hava-İş, Belediye-İş, Basın-İş, Deri-İş, TGS, TÜMTİS, Kristal-İş, TOLEYİS gibi sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu temsilcilerinin de içinde yer aldığı yeni ve dinamik bir Türk-İş yönetimi oluşturulmalı.
Olağanüstü genel kurulda efsane başkan Seyfi Demirsoy'un belleklere kazınan ''Ankara'da Türk-İş Var'' sözüne uygun, ciddiye alınan, emekçinin saygı duyacağı edilgen değil, etkin bir Türk-İş yönetimi göreve getirilerek, konfederasyona dinamik bir yapı kazandırılmalı.
2 Eylül 2013 Pazartesi
Ya Diğerleri?
Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi'nin (CAS) kararı Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarında şok yaratırken, beraberinde birçok tartışmayı, soruyu da gündeme getirdi.
UEFA'nın Fenerbahçe'yi 2, Beşiktaş'ı da 1 yıl Avrupa kupalarından men kararının CAS tarafından onaylanması, kuşkusuz uluslararası düzlemde Türkiye'nin başını sürekli ağıratacaktır.
Elbette şike girişimleri temiz futbol adına kabullenilemez. Böylesi çirkin girişimlerde bulunan takım ve yöneticiler gerekli karşılığını bulmalı, yaptırımları çok ağır olmalıdır. Ancak şikeye ilişkin verilen cezalar beraberinde tartışmaları getirmemeli, tüm sporseverlerin gönlünde yer bulmalıdır.
3 Temmuz süreciyle birlikte Türk futbolunda başlayan darbenin CAS'ın son kararıyla bittiğini, sonuçlandığını söylemek çok da doğru değil. Bu kararlar çok uzun yıllar tartışılacak, eğriliği, doğruluğu, haksızlığı sürekli sorgulanacak.
Bu süreçte en çok yarayı alan, taraftarının desteği ve özverisi ile adeta 'Yıkılmadım Ayaktayım' mesajını veren Fenerbahçe, hem Türkiye, hem de uluslarası spor çevrelerince şike girişimlerinin tek suçlusu olarak ilan edildi.
Önceleri 14 maçta, daha sonra 7 maçta şike yaptığı savlanan Fenerbahçe, hem UEFA hem de CAS'ın kararına göre bu maçlarda şikeyi tek başına yapmış. Peki Fenerbahçe'nin şike yaptığı iddia edilen diğer takım, kişi ve kurumlar nerede? Eğer Fenerbahçe'ye şikeden ceza veriyorsanız, anlaştığı karşı takım ve oyunculara neden ceza yok? Tek başına şike oluyor mu? Ya diğerleri?
Tromsö'yü muhteşem bir futbol ile eleyerek tur atlayan Beşiktaş'ın sevinci, CAS'ın kararı ile acıya dönüştü.Kara Kartallar da tıpkı Fenerbahçe gibi CAS'tan gelen haber ile yıkıldı.Çarşı'nın coşkulu desteği ile Olimpiyat Stadyumu'nda destan yazan Beşiktaş'a Avrupa yolu kapandı.
Oysa o kadar umutluydu ki Beşiktaş camiası, 'Bizim durumumuz Fenerbahçe'den farklı'' söylemi ile bu umutlarını dile getiriyorlardı, ama olmadı, CAS, Beşiktaş'a da ''Avrupa'da yoksun'' dedi.
Geç olmakla birlikte, hem Fenerbahçe, hem de Beşiktaş, UEFA ve CAS'ta gerekli mücadeleyi yapıp, lobi oluştursalar acaba bu kararlar çıkar mıydı? Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) takımlarımıza yeteri kadar sahip çıkıp, arkalarında durdu mu? İddia edildiği gibi özellikle de Fenerbahçe'nin ceza almasını isteyen rakip takım yöneticileri UEFA nezdinde girişim de bulundu mu? CAS sadece polis fezlekesini mi dikkate aldı? gibi sorular gündeme geldi, yanıtı arandı. Ama olan oldu
Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi Türk futbolunun çınarları, taraftarının desteği, coşkusu ve özverisi ile bu zor günleri de atlatacak, Avrupa'daki zaferlerine yeniden imza atacaktır. Aldırma Fener Aldırma Kara Kartal, bu kötü günler de geçer.
Avrupa Şampiyonlar Ligi'ndeki temsilcimiz Galatasaray ile UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele edecek Trabzonspor, ülke futbolu adına bu yıl daha fazla sorumluluk üstlenmek zorunda. Galatasaray ve Trabzonspor'un başarıları, bir üst tura yükselmeleri, UEFA ve CAS tarafından Türk futboluna reva görülen haksızlığa tokat gibi bir yanıt olacak.
Tüm sporseverler gibi, (Trabzonsporlu yöneticilerin kışkırtıcı açıklamaları, tavırlarına karşın) Fenerbahçe taraftarı ile Beşiktaş taraftarının Cim Bom ve Trabzonspor'u Avrupa'da sonuna dek destekleyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
FİFA listelerinde sürekli gerileyen, adı bile duyulmayan ülkelerin gerisinde kalan Türk futbolunun yeniden o görkemli günlere dönmesi, başarısı, ayağa kalkması için birliğe, beraberliğe, kenetlenmeye öyle çok gereksinimimiz var ki...
UEFA'nın Fenerbahçe'yi 2, Beşiktaş'ı da 1 yıl Avrupa kupalarından men kararının CAS tarafından onaylanması, kuşkusuz uluslararası düzlemde Türkiye'nin başını sürekli ağıratacaktır.
Elbette şike girişimleri temiz futbol adına kabullenilemez. Böylesi çirkin girişimlerde bulunan takım ve yöneticiler gerekli karşılığını bulmalı, yaptırımları çok ağır olmalıdır. Ancak şikeye ilişkin verilen cezalar beraberinde tartışmaları getirmemeli, tüm sporseverlerin gönlünde yer bulmalıdır.
3 Temmuz süreciyle birlikte Türk futbolunda başlayan darbenin CAS'ın son kararıyla bittiğini, sonuçlandığını söylemek çok da doğru değil. Bu kararlar çok uzun yıllar tartışılacak, eğriliği, doğruluğu, haksızlığı sürekli sorgulanacak.
Bu süreçte en çok yarayı alan, taraftarının desteği ve özverisi ile adeta 'Yıkılmadım Ayaktayım' mesajını veren Fenerbahçe, hem Türkiye, hem de uluslarası spor çevrelerince şike girişimlerinin tek suçlusu olarak ilan edildi.
Önceleri 14 maçta, daha sonra 7 maçta şike yaptığı savlanan Fenerbahçe, hem UEFA hem de CAS'ın kararına göre bu maçlarda şikeyi tek başına yapmış. Peki Fenerbahçe'nin şike yaptığı iddia edilen diğer takım, kişi ve kurumlar nerede? Eğer Fenerbahçe'ye şikeden ceza veriyorsanız, anlaştığı karşı takım ve oyunculara neden ceza yok? Tek başına şike oluyor mu? Ya diğerleri?
Tromsö'yü muhteşem bir futbol ile eleyerek tur atlayan Beşiktaş'ın sevinci, CAS'ın kararı ile acıya dönüştü.Kara Kartallar da tıpkı Fenerbahçe gibi CAS'tan gelen haber ile yıkıldı.Çarşı'nın coşkulu desteği ile Olimpiyat Stadyumu'nda destan yazan Beşiktaş'a Avrupa yolu kapandı.
Oysa o kadar umutluydu ki Beşiktaş camiası, 'Bizim durumumuz Fenerbahçe'den farklı'' söylemi ile bu umutlarını dile getiriyorlardı, ama olmadı, CAS, Beşiktaş'a da ''Avrupa'da yoksun'' dedi.
Geç olmakla birlikte, hem Fenerbahçe, hem de Beşiktaş, UEFA ve CAS'ta gerekli mücadeleyi yapıp, lobi oluştursalar acaba bu kararlar çıkar mıydı? Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) takımlarımıza yeteri kadar sahip çıkıp, arkalarında durdu mu? İddia edildiği gibi özellikle de Fenerbahçe'nin ceza almasını isteyen rakip takım yöneticileri UEFA nezdinde girişim de bulundu mu? CAS sadece polis fezlekesini mi dikkate aldı? gibi sorular gündeme geldi, yanıtı arandı. Ama olan oldu
Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi Türk futbolunun çınarları, taraftarının desteği, coşkusu ve özverisi ile bu zor günleri de atlatacak, Avrupa'daki zaferlerine yeniden imza atacaktır. Aldırma Fener Aldırma Kara Kartal, bu kötü günler de geçer.
Avrupa Şampiyonlar Ligi'ndeki temsilcimiz Galatasaray ile UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele edecek Trabzonspor, ülke futbolu adına bu yıl daha fazla sorumluluk üstlenmek zorunda. Galatasaray ve Trabzonspor'un başarıları, bir üst tura yükselmeleri, UEFA ve CAS tarafından Türk futboluna reva görülen haksızlığa tokat gibi bir yanıt olacak.
Tüm sporseverler gibi, (Trabzonsporlu yöneticilerin kışkırtıcı açıklamaları, tavırlarına karşın) Fenerbahçe taraftarı ile Beşiktaş taraftarının Cim Bom ve Trabzonspor'u Avrupa'da sonuna dek destekleyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
FİFA listelerinde sürekli gerileyen, adı bile duyulmayan ülkelerin gerisinde kalan Türk futbolunun yeniden o görkemli günlere dönmesi, başarısı, ayağa kalkması için birliğe, beraberliğe, kenetlenmeye öyle çok gereksinimimiz var ki...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)