Sayfalar

20 Eylül 2015 Pazar

Angarya Suç

Türkiye, fazla mesaide rekor kırıyor.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye ülkeler arasında fazla mesaide birinci sırada bulunan Türkiye’de emekçiler haftada ortalama 47.8 saat çalışıyor.


4857 sayılı İş Yasası’na göre haftada 45 saat çalışması gereken işçiler, bu rakamın üzerine çıkarak 3 saate yakın fazla mesai yapıyor.

Haftalık yasal çalışma sürelerinin üzerinde ter akıtan emekçilerin çoğunluğu ne yazık ki bu fazla çalışmanın karşılığını alamıyor, fazla mesaileri bir nevi angarya sayılıyor.

Oysa anayasada angarya yasak.

Yani işçiye baskı ile ücretini ödemeden fazla mesai yaptıranlar, çalıştıranlar yasa önünde suçlu duruma düşüyor.

Ne var ki anayasada yasak olan angarya birçok işyerinde vahşi şekilde uygulanıyor.

OECD verilerine göre, Türkiye’de emekçilerin yüzde 43.3’ü haftada 50 saatin bile üzerinde çalışarak, fazla mesaide rekor kırıyor.

Her iki çalışandan biri haftalık yasal sürenin çok üstünde çalışıyor.

Türkiye’de bir işçi haftada ortalama 47.8 saat çalışırken, Hollanda’da 30, Danimarka’da 33.6, Norveç’te 34.2, İsviçre’de 35, Almanya ‘da 35.3, İngiltere’de 36.5, İtalya’da 36.9, Fransa’da 37.5 saat çalışıyor.

Türkiye’nin yanı sıra Güney Afrika, Kore, Meksika, Şili, Yunanistan, Polonya, İsrail gibi ülkeler de uzun çalışma saatlerinde ilk sıralarda yer alıyor.

Çok uzun sürelerle çalışanların toplam çalışanlara oranı, iş dışındaki zamandan kişisel bakım ve boş vakte kadar kalan süre ölçütleri gözetilerek OECD ülkelerinin çalışma hayat dengesinin değerlendirildiği indekste Türkiye son sırada yer alıyor.

Türkiye’de fazla mesaiye ilişkin düzenlemeler iş yasası ile belirleniyor.

Ne kadar süre fazla mesai yapılacağı, kimlerin fazla mesaiye kalacağı, ne kadar ücret ödeneceği yasaya göre belirleniyor.

Ülkenin yararı ya da işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerden ötürü işveren, işçiye fazla çalışma yaptırabiliyor.

Haftada 45 saatlik çalışma süresini dolduran işçinin çalıştırılması halinde bu süreyi aşan dilimi için fazla mesai ücreti ödenmesi gerekiyor.

Fazla çalışmada günlük 11, yıllık 270 saat sınırı bulunuyor.

Yani bir işçiye günde 11, yılda 270 saatten fazla mesai yaptırmak yasal olarak olası değil.

Yarım saatin altındaki fazla mesailer yarım saat, yarım saati aşan mesailer ise bir saat olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

Fazla mesaiden muaf tutulan işçilerin, yasanın öngördüğü sürenin dışında çalıştırılması da yasak.

Sağlık kuralları yönünden günde en çok 7.5 saat veya daha az çalışması gerekenler, maden kablo döşenmesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı, su altı gibi işlerde çalışanlara, sağlık raporu bulunanlara, 18 yaşından küçük olanlara, kısmi süreli iş sözleşmesi çalışanlara, gebe doğum yapmış ve çocuk emziren işçilere fazla mesai yaptırılmıyor.

Bu kişileri fazla mesaiye zorlamak yasal olarak suç.

Fazla mesaide işçinin onayının alınması zorunlu.

İşçi, baskı ile fazla mesai yaptırılması durumunda istifa ederek hak etmişse açacağı dava ile kıdem tazminatı alabiliyor.

İşçi baskı ile fazla mesai yaptırıldığını mahkemede kanıtlamak zorunda.

Aksi durumda kıdem tazminatı alamaz.

Anayasa’da da yasaklanan angarya, baskı ile fazladan çalıştırma işçiyi huzursuz ettiği gibi, işyerinde iş barışını da bozar.

Eğer fazla mesai yaptırılacaksa mutlak olarak işçinin onayı alınmalı.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Üretici Yine Mağdur

Fındık üreticisinin yüzü bu yıl da gülmeyecek gibi.

Geçen yıl don rekolteyi düşürmüş, hata bazı yerlerde neredeyse sıfırdı.



Umudunu fındığa bağlayan, geleceğini buna göre planlayan üretici geçen yıl düşük rekolte karşısında adeta şok olmuştu.

Buna karşılık rekoltenin düşüklüğünden fındığını hemen pazara indirmeyen, daha sonra tüccara götüren çok az sayıdaki üretici 22 lira gibi bir fiyatla ürününü satabilmişti.

Bu rakam fındığa bugüne dek verilen en fazla fiyattı.

Üretici geçen yıl yaşadığı şoku bu yıl da yaşıyor, hem de rekoltenin yüksek olmasına rağmen.

Geçen yıl ürün az fiyatlar yüksekti, bu yıl rekolte çok fiyat düşük.

Yani 2014’te rekolte azlığından ötürü fiyatı 22 liraya kadar yükselen fındık, bu yıl rekoltenin yüksek olmasından 11 liraya kadar geriledi.

Oysa, üretici bahçesindeki bol fındığı görünce ne kadar da sevinmişti.

Geçen yılın zararını, bu yılki bol hasattan karşılayabileceğinin hesabını bile yapmıştı.

Günlüğü 70-80 liradan işçi çalıştırarak ürününü toplamıştı. Nasıl olsa bu yıl fındık boldu, işçi parasını hesap edecek değildi.

Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı, sevinci kursağında kaldı.

Çünkü bin bir zahmetle topladığı, geleceğini bağladığı fındık kilogramı serbest piyasada 11 liradan işlem görüyordu.

Hiç de beklediği gibi değildi, geçen yılki fiyatın yarısına alıcı bulabiliyordu.

Geçen yılın zararını karşılayacağı umuduyla pazara indirdiği ürünü masraflarını ancak karşılayabilecekti.

Ağustos ayı sonunda kilogramı 13 liradan işlem gören fındık, Eylül ayı ile birlikte 11 liraya geriledi.

Serbest piyasa oluşan bu düşük fiyat beklentilerin bir hayli altında.

Giresun Ziraat Odası Başkanı Nurettin Karan, pazara birden bire fındık indirilmesinden dolayı fiyatların düştüğünü belirtiyor.

Fındığını kurutan, çoğu da gurbetçi olan üreticiler, “Bir an önce satayım, elime para geçsin” düşüncesiyle ürününü pazara indirince piyasa doydu, doğal olarak da fiyatlar geriledi.

Eğer piyasaya ürün inişi bu şekilde sürerse fiyatlar daha da gerileyecek.

Kuşkusuz fiyatların bu denli gerilemesinde serbest piyasaya egemen olan, karar alıcı konumdaki tüccarlar da etkili oldu.

Nurettin Karan’a göre masraflar ve işçi fiyatı hesaplandığında bir kilo fındığın en az 15 lira olması gerekiyor.

Karan’ın da vurguladığı gibi 15 liranın altında satılacak fındık, üreticinin yüzünü güldürmediği gibi, belki de maddi kayba uğramasına neden olacak.

Giresun Ziraat Odası Başkanı Nurettin Karan, üreticiye fındığı hemen pazara indirmemelerini, emanete fındık bırakmamalarını öneriyor.

Doğru geçmiş yıllar irdelendiğinde fındığını bekleten üretici, talebin çok olduğu dönemde daha yüksek fiyatla ürününü satabiliyor.

Ancak, tüccara, piyasaya borcu olan, acil ihtiyaçlarını karşılaması gereken üretici fındığını ne kadar elinde tutabilir, pazara indirmez.

Demem o ki, geçen yıl mağdur olan üretici bu yıl da mağdur. Hem de rekoltenin yüksek olmasına rağmen.

Üreticinin alın terine, emeğine, umutlarına yazık, hem de çok yazık.

7 Eylül 2015 Pazartesi

Diğer Emekliye Zam Niye Yok?

Hükümet ile Memur-Sen arasında bağıtlanan toplu iş sözleşmesi uyarınca emekli memur maaşlarına yüzdelik artışların dışında 1 Eylül’den geçerli olmak üzere 100 lira zam yapılması karar altına alındı. 

7 Haziran seçimi öncesi de 1000 liranın altındaki işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarına 1 Temmuz’dan itibaren yine seyyanen 100 lira artış yapılması kararlaştırılmıştı.

1000- 1099 lira arasındaki işçi ve Bağ-Kur emekli aylıkları da 1.100 liraya tamamlanmıştı. Temmuz ayındaki zamdan 5 milyon işçi ve Bağ-Kur emeklisi, Eylül ayından geçerli olacak zamdan ise 2 milyona yakın memur emeklisi yararlandı.

11 milyon emekliden 7 milyonunun aylığında seyyanen artış olurken, geriye kalan 4 milyonu anlaşılmaz bir tutumla zamdan yoksun kaldı.

Aylığı 1000 liranın üzerinde olan 4 milyona yakın işçi ve Bağ-Kur emeklisi ayrımcılıktan ötürü haksızlığa uğradı.

Bu kitle diğerleri gibi aylıklarına seyyanen 100 lira artış bekliyor. Sosyal adaletin gereği 4 milyon emekliye de seyyanen zam yapılmalı. Aynı haksızlık 2000 öncesi emekli olan işçi ve Bağ-Kur’luları kapsayan intibak düzenlemesinde de gerçekleşmişti.

Düzenleme ile 2000 sonrası emekli olanlar kapsam dışı bırakılmış, aylıklardaki iyileştirmeden yararlanamamıştı.

Aslında haksızlıkların giderilmesi, tüm emekli aylıklarında günün koşullarına uygun iyileştirmenin  yapılabilmesi için radikal bir intibak düzenlemesine gereksinim var. 1 Kasım’daki seçim emekliler adına bir sınav olacak. Bakalım emeklinin oyu yılda 2 maaş tutarında ikramiye sözü veren CHP’ye mi, yoksa “ kaynak yok” diyerek ikramiyeye soğuk bakan, bir kısım emekliye üvey evlat muamelesi yapan AKP’ye mi gidecek?

7 Haziran’da emekliden beklediği oyu alamayan CHP’nin vaatlerini gerçekleştirebilmesi için 11
milyonluk bu kitlenin desteğine ve oyuna ihtiyaç var.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Rasgele

Dört ayı aşkın süren özlem bitti, av sezonu başladı. Hazırlıklarını tamamlayan tekneler ''vira bismillah'' nidalarıyla denizlere açılarak yeni av sezonuna merhaba dedi. Bu yıl bereketli bir sezonunun yaşanacağı belirtiliyor. Bereketli sezonun habercisi sayılan çingene palamudu erkenden tezgahlarda yerini aldı.
Geçen sezon çok kıt olan hamsinin de bu sezon bol olacağı, tüketicinin bayram yapacağı deneyimli balıkçılar tarafından dile getiriliyor.


Umarım bu gerçekleşir, tezgahlar zengin deniz ürünleri ile süslenir, balık tutkunları özlemini doyasıya giderir.
Ne var ki, üç yanı denizlerle çevrili olan Türkiye’de kişi başına
tüketilen balık miktarı Avrupa ülkelerinin bir hayli gerisinde.
AB'de 24-25 kilogram olan kişi başına yıllık balık tüketimi Türkiye'de
7.5-8 kilogram düzeyinde.
Avlanma biçimleri, ana girdi mazot fiyatının sürekli artması
balıkçılığımızı olumsuz etkiliyor.
Denetimsizce denizlerde gezinen gırgırlarla gerçekleştirilen avlanma
sonucu denizlerin kuruması, türün azalması balıkçılığa vurulan en
büyük darbe.
Nitekim yapılan araştırmalara göre son yıllarda balık miktarında yüzde 30 oranında azalma var.
Balıkçılıkta bir zamanlar parmakla gösterilen Türkiye, ne acıdır ki
bugün balık ithal eden bir ülke konumuna geldi.
Tezgahlarda boy gösteren, görünümüyle iştahları kabartan o güzelim
balıkların tamamı ülkemizde avlanmıyor.
Bilinçsizce ve hoyratça avlanmadan ötürü, Türkiye dünyanın dört bir yanından balık ithal eder hale geldi.
Türkiye, Norveç'ten somon ve uskumru, Romanya ve Bulgaristan'dan kalkan, Senegal'den lagos ile dil balığı, Gine ve Mısır'dan barbun, mercan,

Vietnam, Tayland ve Endonezya'dan karides ithal ediyor.
Üç yanı denizlerle çevrili, 8 bin 333 kilometrelik kıyı şeridi ve
177 bin 714 kilometre uzunluğundaki nehirleriyle balıkçılığa uygun bir ülke olan
Türkiye'nin balık ithal etmesi üzücü olduğu kadar da düşündürücü.
Kuşkusuz balıkçılıktaki bu olumsuz tablonun bir numaralı etmeni, denetimsiz, kuralsız, yavru balığı koruyamayan, önüne ne geldiyse ağlarına toplayan gırgırlar.
Vahşi avlanma sisteminin en belirgin örneği olan gırgırlara bir takım kurallar ve yasal düzenlemelerle denetim, hatta sınırlama getirilmeli, gerekirse belirli süre avlanmadan men edilmeli..
Balık avcılığının temel girdisi mazot fiyatının sürekli artmasından
ötürü balıkçılığa ilgi giderek azalıyor, avlanan az
miktardaki balık pahalı olarak tezgahta müşteri bekliyor.
Balıkçılar sahipsiz, yurt dışından balık ithal eder duruma geldik,
sektör zor durumda, balık severler canının çektiği balığı bulamıyor.
Bulsa bile pahalı olmasından ötürü yanına yaklaşamıyor.
Seçenek olarak piyasaya sürülen kültür balıkları ise tadı, kokusu ile
kesinlikle deniz ürünlerinin yerini alamıyor.
Çözüm ne?
Çözüm, balıkçılara uygun koşullardaki krediyle sahip çıkmak, bilinçli
avlanmaya ilişkin eğitim, teknelerin günün koşullarına uygun
teknolojik donanımlarla yenilenmesi, av yasağına uymayanlara ağır
yaptırımların uygulanmasıdır.
Bunların hayata geçirilmesi can çekişen Türk balıkçılığının yeniden
ayağa kalkmasını sağlayacak ilk adımdır.
Yoksa daha çok balıkçılığın bitmek üzere olduğunu yazar, konuşur, yurt
dışından balık ithal ederiz.
Umarım balıkçıların öngördüğü gibi, bu sezon bol balık avlanır,
tezgahlar şenlenir, balık tutkunlarının sofrasından ucuzlayan fiyatıyla
balık eksik olmaz.
Kaptan ve tayfalarına ''rasgele''.