Sayfalar

27 Nisan 2015 Pazartesi

1 Mayıs ve Taksim

1 Mayıs emekçinin, alın teri ile yaşamını sürdürenlerin bayramı.

1 Mayıs’ta alanları dolduran emekçiler gönüllerince eğlenir, bayramın tadını doyasıya yaşar.

Tüm dünyada coşku ile kutlanan 1 Mayıs son yıllarda Türkiye’de yasaklamalar, kısıtlamalar, inatlaşmadan ötürü anlamına uygun kutlanamıyor.

Ne yazık ki ülkemizde 1 Mayıs istisnalar hariç her yıl gerilimi, korkuyu, endişeyi beraberinde getiriyor.

Türkiye’de emekçiler son iki yılda 1 Mayıs’ı hiç de hak etmediği halde dayak ve TOMA’lardan sıkılan su altında kutlar oldu. Tabii kutlayabilirse.

Karanlık güçler tarafından kana boyanan Taksim’de 34 emekçinin yaşamını yitirdiği 1977’deki 1 Mayıs kutlamaları o tarihten bu yana birkaç istisna dışında hep üzücü görüntülere sahne oldu.


Taksim Meydanı AİHM kararına karşın bu yıl da emekçiye kapatıldı.

Taksim’i tarihi ve kutsal bir alan olarak kabul eden emekçilere bu alan yine yasaklandı, kutlamalara izin çıkmadı.

Hükümet yasakta ne denli kararlıysa DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve diğer kitle örgütleri de Taksim’de o denli ısrarlı.

Yapılan görüşmelerden uzlaşma çıkmadı. İstanbul Valisi sendikalara Yenikapı ya da Maltepe’deki alanları adres gösterdi.

Oysa AKP hükümeti değil miydi 22 Nisan 2009’da çıkardığı yasa ile emekçiler doyasıya bu günün tadını çıkarsın, kutlasın diye 1 Mayıs’ı “Emek ve Dayanışma Günü’’ ilan ve tatil eden?

Hükümet 1978’den tam 32 yıl sonra 2010 yılında Taksim’de kutlamalara izin vermiş, Başbakan da bunu her yerde övgü ile anlatmıştı.

Yine 2011 ve 2012’de Taksim’de kutlamalara izin verilmiş, buradaki coşkulu bayramda hiç kimsenin burnu bile kanamamıştı.

Ne değişti de Taksim Meydanı 2013, 2014’te ve bu yıl emekçiye kapatıldı?

Hükümet Taksim’i yasaklaya dursun, AİHM bu konuda emekçiye destek çıktı.

DİSK ve KESK 1 Mayıs 2008’deki kutlamalara polisin müdahale etmesini, Avrupa insan Hakları Sözleşmesi’nin toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11.maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’e başvuruda bulunmuştu.

Başvuruyu haklı bulan AİHM Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etmişti.

Yine geçen yıl ki kutlamalardan ötürü halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırttıkları iddiası ile haklarında dava açılan DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Genel Başkanı Lami Özgen ile DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu İstanbul 28. Asliye Ceza Mahkemesi ‘nde beraat etti.

Hem Türk yargısı hem de uluslararası yargı kararlarıyla emekçilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamasına bir anlamda onay vermiş oldu.

Ancak yargı kararlarına karşın Taksim Meydanı bu yıl da emekçiye kapatıldı.

Taksim Meydanı emekçiye neden kapatılıyor, anlamak mümkün değil?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizdeki emekçilerin de coşku ile bayramı Taksim’de kutlamasına neden izin verilmiyor?

İşçiyi öcü gibi gören anlayıştan vazgeçilmeli.

Eşini, çocuğunu yanına alan emekçiler, özgür bir şekilde, şiddetten , gaz bombalarından uzak eğlenerek, halay çekerek, türkü söyleyerek gününü doyasıya kutlamak istiyor.


1 Mayıs’taki korku ve kabus yerini, neşeli, gerilimden uzak, güvercinlerin, balonların uçurulduğu, türkülerin söylendiği , halayların çekildiği kutlamalara bırakmalı.

2010, 2011 ve 2012’de farklı sendikaların, kesimlerin dostça, kardeşçe Taksim’de kutladıkları 1 Mayıs niye bu yıl da gerçekleşmesin?

Artık 1 Mayıs korku ve gerilim günü olmaktan çıkarılmalı.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Okulda Değil Tezgah Başındalar

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk çocuklarına armağan ettiği bayram.

Dünya’da çocuklara armağan edilen tek bayram.

Büyük dahi Atatürk’ün çocuklara verdiği değerin günü.

Ne yazık ki Ulu Önder’in çocuklara verdiği bu değer, çocuk gelinlerle, çocuk işçilerle, sokak çocukları ve diğer olumsuzluklardan ötürü gittikçe anlamını yitiriyor.

Küçücük bedenleriyle, üretime, kazandıkları para ile ailelerine katkıda bulunan çocuk işçiler Türkiye’nin en önemli sorunlardan başında geliyor.

Ülkemizin acı gerçeği, tedavi edilemeyen kanayan yarasıdır çocuk işçiliği.

Çeşitli platformlarda, ‘’Çocuk işçiliğine hayır’’ diye haykırılmasına, paneller yapılmasına, en önemlisi kağıt üstünde yasaklanmasına karşın, her yıl katlanarak artması, iş cinayetlerine kurban gitmesi ürkütücü boyutlarda.

Yaşıtları ile sokaklarda oynaması, okullarda eğitim görmesi, çocukluğunu doyasıya yaşaması gereken çocuklar, o küçük bedenleriyle çoğu da ilkel koşullarda, aile bütçesine katkı sağlamak, ya da iş öğrenebilmek amacıyla terinin son damlasına dek kayıt dışı çalışıyor.

Küçük bedenleriyle orantılı olmayan zor işlerin üstesinden gelmeye, ustasının övgüsünü kazanmaya çalışan, bu küçük emekçilerin birçoğu da, yaşamın keyfini süremeden, geride derin bir acı bırakarak iş cinayetlerinde can veriyor.

Onca uyarılara, önlemlere, denetimlere, yaptırımlara rağmen, çocuk işçi sayısı dünyada olduğu gibi, ülkemizde de önü alınamaz bir şekilde yaygınlaşıyor.



Her yıl ‘’ Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’’de o bildik toplantılar yapılıyor, klişe sözler dile getiriliyor, çocukların yerinin okul ve sokaklar olduğu ifade ediliyor. Ama değişen hiç bir şey olmuyor. Çocuk işçiliği acımasızca her yerde yüzünü gösteriyor.

Önemli olan zihniyet değişikliği ve çocuk işçiliğini önlemeye yönelik kararlı bir iradenin gösterilmesi. Ne yazık ki bu irade yok.

Dünyada 5-17 yaş arasındaki her 5 çocuktan biri çalışıyor. Yani 300 milyonun üzerindeki çocuk, sağlıklı bir çevreden, temel özgürlüklerden yoksun yaşıyor.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre de Türkiye’de 800 bin çocuk çalışıyor.

İş cinayetlerine kurban giden her 20 emekçiden biri çocuk.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre ise, ülkemizde 15-17 yaş arasındaki 653 bin çocuk çalışıyor: Bunların yüzde 89.2’si de kayıt dışı emek harcıyor.

Geçen yıl yasaya aykırı şekilde çocuk işçi çalıştıran 43 işyerine 51 bin 264 lira idari para cezası uygulandı.

Çocuk işçiliği en yoğun olarak yaz mevsiminde tarım ve inşaat sektöründe yüzünü gösterirken, çocuk işçiliğinde en fazla ölümler yine yaz mevsiminde meydana geliyor.

Çocuk işçiler, harçlığını çıkarabilmek, aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla, daha çok oto tamiri, kaporta, berber çırağı, inşaat, depo, esnafın yanında yardımcı, madenlerde de günlük 30 lira yevmiye ile yerin yüzlerce metre altında köle gibi çalışıyor.

İş yasasında çalışma yaşının hala 15 olması, asgari ücrette 16 yaş farkının kaldırılması çocuk işçiliğini özendiriyor, katlanarak artmasına yol açıyor.

Çocuk işçiliği Türkiye’nin kanayan yarası. Bu yara toplumsal sorun haline geldi.

Yarayı iyileştirecek tedaviye hemen başlanabilmesi, çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi için ağır yaptırımlar, hatta hapis cezalarını içeren yasal düzenlemeler neden hayata geçirilemiyor?

13 Nisan 2015 Pazartesi

Soma’nın Hesabı Sorulacak mı?

Karabulut gibi üzerlerine çöken o melun iş cinayetinde, canlarını sevdiklerini, yakınlarını yitiren Anadolu’nun yoksul, gönülleri zengin madenci yakınlarının çığlıkları, feryadı hala kulaklarımızda.

Gözü yaşlı anne, baba, eş ve çocukların elleri kolları bağlı günlerce süren umutlu bekleyişleri, ölmesin diye açtıkları kanalla göçüğe su gönderme uğraşıları hala gözlerimizin önünde.

Emeğinden, alın terinden gayrı gücü, sermayesi olmayan kalbi tertemiz ocaktan yaralı kurtarılan maden emekçisinin ambulansa bindirilişi sırasında yüreğimizi burkan o ‘’Sedye kirlenmesin, çizmemi çıkarayım mı?” sözleri hala belleğimizde.

Soma’da 13 Mayıs 2015’te 301 emekçinin canını alan Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük iş cinayetinin acısı hala tüm ulusun kalbinde.

İhmalkarlık, yetersiz denetim, aşırı kar hırsı, ilkel koşullarda çalışma ve en önemlisi insana, emekçiye değer vermeyen bir anlayışın sonucu meydana gelen iş cinayetinin sorumluları bir yılın ardından 13 Nisan’da yargı önüne çıktı.

Soma faciasında ihmali, kusuru bulunan 8’i tutuklu 45 sanık Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargıç karşısında hesap veriyor.

Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede tutuklu 8 sanık için olası kastla öldürme suçundan 301 kez 20 yıldan 25 yıla, ağırlaşmış neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçundan 162 kez 2 yıldan 6 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyor.

Tutuksuz 37 sanığın ise 2 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep ediliyor.

Ocak sahibi ve yetkililerinin yargılandığı davadan çıkacak karar, bir anlamda emekçiye verilen değerin, onları köle gibi gören anlayışın cezalandırılması kararı olacak.

Ucu açık kesintisiz hafta sonu da sürecek davada, bağımsız Türk yargısının vereceği karar bundan sonrası için kaçak, düşük ücretle, ilkel koşullarda, iş güvenliği sağlanmayan ocaklarda işçi çalıştıranlar için de ibretlik bir karar olacak.

Nereden bakılırsa bakılsın, mahkemenin kararı emekçiler kadar, toplumun vicdanını rahatlatması açısından da önemli bir karar olacak.

Eşini, oğlunu, babasını yüzlerce metre altında ocağa kurban veren madenci yakınları, tüm Türkiye bağımsız yargının kararını bekliyor.

Umarım, bu karar madenci yakınlarının hiçbir zaman dinmeyecek acısını bir nebze olsun azaltır, toplumun vicdanını rahatlatır.

Şurası bir gerçek ki, hangi karar alınırsa alınsın, gencecik yaşlarında ekmek parası için yerin yüzlerce metre altında canlarını veren yoksul maden emekçilerini geri getirmeyecek.

TBMM tatile girmeden önce çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası kapsamında madenlerde yaşam odası kurulmasının zorunlu kılınması olumlu, ama geç gelen bir düzenleme.

Keşke bu düzenleme, madenlerde yüzlerce emekçi canını yitirmeden önce hayata geçirilseydi.

İlla bu düzenlemenin yapılabilmesi için emekçilerin ölmesi mi gerekiyordu?

Hükümet ve muhalefetin uzlaşısıyla çıkarılan İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası’nda Soma ve Ermenek’teki iş cinayetlerinde ölenlerin yakınlarına yönelik düzenlemelerin de yer alması olumlu bir adım.

Son çıkan yasa, iş cinayetlerinde Türkiye'nin çok kötü sicilini temizler mi?

Yasanın öngördüğü düzenlemeler, buna yönelik denetimler eksiksiz uygulanırsa pekala mümkün olabilir.

Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa şampiyonluğundan, kötü sicilinden artık kurtulmalı.

Bunun için de öncelikle iş cinayetlerine karşı kararlı ve topyekün mücadelenin başlatılması gerekiyor.

8 Nisan 2015 Çarşamba

GSS Dikiş Tutmuyor

1 Ocak 2012’de ‘’Sağlıkta Devrim’’ sloganı ile hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası’nın (GSS) iddia edildiği gibi sağlıkta devrim olmadığı, aksine yurttaşın ücretsiz sağlık hizmeti alımını engellediği 3 yıllık süreçte görüldü.

GSS prim borcu olanların bunu yapılandırılması, ya da silinmesine yönelik yeniden gelir testine girmek için başvuru süresi 6 ay daha uzatıldı.

Başvuru süresi uzatılsa da GSS'de beklenen sonuca ulaşılmadığı sağlık hizmetindeki olumsuzluklar net şekilde ortaya koyuyor.

GSS uygulamasından 3 yılda 5.3 milyon kişi SGK’ya 10 milyar lira borçlu duruma geldi.

Bu kişilerden 3.5 milyonunun borcundan haberi bile yok.

Borçlulardan ancak 155 bini Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na başvurarak yeniden gelir testi yaptırdı

Bu konuda ne yeterli bilgilendirme, ne tebligat yapılabildi.

Yurttaşlar, ancak hastaneye gittiğinde ‘’Borcun var, sağlık hizmeti alamazsın’’ uyarısı ile borcu olduğunu öğrenebiliyor, ne yapacağını şaşırıyor.

Bir yanda adına çıkan prim borcu, diğer yanda esirgenen sağlık hizmeti.

12 Eylül 2014’te yürürlüğe giren 6552 sayılı torba yasa ile GSS kapsamında SGK tarafından adlarına prim borcu çıkarılan bu kişilere 6 ay içinde gelir testine müracaat ederek gelir durumuna göre borçlarını güncelleme ya da silinmesi olanağı getirilmişti.


Ne var ki 31 Mart’ta biten başvuruya prim borçlularının çoğunluğu ilgi göstermedi, yeniden gelir testi yaptırmadı.

Başvurunun düşük kalmasından ötürü borçlulara ikinci bir olanak tanınarak gelir testi başvuru süresi 6 ay daha uzatıldı.

Prim borcu olanlar 30 Eylül 2015’e dek kaymakamlıklardaki Sosyal Yardımlaşma Vakfı’na gelir testi için başvuruda bulanabilecek,

Gelir testi sonucunda çıkabilecek borç ya yeniden yapılandırılacak, ya da tamamen silinecek.

Herhangi bir şekilde SGK’lı çalışmayanlar, sosyal güvenlik kapsamında bulunmayanlar, işsizler, 25 yaşını dolduranlar veya öğrenime devam etmediği için sosyal güvencesi anne-babası üzerinden devam etmeyenler gelir testi yaptırmak zorunda.

‘’Sağlık alanında devrim’’ gibi çok iddialı sloganlarla hayata geçirilen GSS’nin başarılı olamadığı, dikiş tutmadığı, yamaların patladığı, aksaklılara, yakınmalara yol açtığı hem uygulamada hem de başvurudaki sayının azlığı açıkça gösteriyor.

Borçluların çoğunluğunun GSS prim borcu olduğundan haberi bile yok. Bu konuda ne yeterli bilgilendirme, ne tebligat yapılabildi.

GSS’de başvuru süresi değil iki, üç veya dört kez daha uzatılsa yine de istenilen sonuç alınamaz.

Çünkü yurttaşın haberi olmadan adına biriken bu yüklü prim borcunu ödeyebilecek maddi gücü yok.

Bunun böyle olduğunu borçluların çoğunluğunun başvuruya ilgisiz kalması ortaya koyuyor

GSS’nin sorunsuz şekilde uygulanabilmesi için yurttaşı sağlık hizmetinden yoksun bırakmayacak önlemler alınmalı, kamuoyu bu sistem hakkında yeterince bilgilendirilmeli.

Öncelikle biriken borçlar tümü ile silinmeli. kamuoyu çok iyi enforme edilerek GSS öyle uygulanmalı.

Sağlık her yurttaşın engellenmeden, aksatılmadan kolaylıkla alabileceği en temel insani hakkıdır.

Hangi gerekçeyle olursa olsun, bu hak hiçbir yurttaştan esirgenemez.