Malum asgari ücrete yılbaşından geçerli olmak üzere yüzde 6.1 oranında zam yapıldı
Böylece brüt asgari ücret 1202, net asgari ücret ise 949 liraya yükseldi.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu tüm uyarılara karşın, işçi ile birlikte dört kişiden oluşan bir ailenin harcamalarını dikkate almadan yeni ücreti belirledi.
Devletin kurumu TÜİK asgari ücretin net 1425 lira olması yönündeki görüşünü komisyona iletmişti.
Ne var ki komisyon TÜİK’in de görüşüne itibar etmedi.
Türk-İş’in araştırmasına göre Ocak ayı itibarıyla dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1286 liraya çıktı.
Oysa belirlenen yeni ücret net 949 lira.
Komisyon kararıyla net asgari ücrete birinci 6 ay 58 lira zam yapıldı. Ücrette günlük 1.98 lira artış oldu.
Yani asgari ücretli bir işçi yine açlıkla mücadeleye devam edecek, yaşam mucizesine imza atacak.
Asgari ücret hayat pahalılığı karşısında erimeye başladı bile.
Nitekim Türk-İş Araştırma Uzmanı Enis Bağdadioğlu’nun yaptığı araştırma bunu net şekilde ortaya koyuyor.
Yıllardır Türk-İş’in ‘’Açlık ve Yoksulluk Sınırı’’ araştırmasını yapan, bu araştırmaları toplu iş sözleşmelerinde baz alınan Enis Bağdadioğlu, net 949 lira olan asgari ücretle çalışanların kira ödeyebilmek ve çeşitli gıda maddelerini satın alabilmesi için çalışması gereken süreleri hesapladı.
Bağdadioğlu’nun hesaplamasından ilginç sonuçlar çıktı
Bu ilginç sonuçlardan en dikkat çekeni, asgari ücretli bir işçi, oturduğu konutun kirasını (ortalama kira 630 lira) ödeyebilmesi için 20 gün çalışmak zorunda.
Asgari ücretle çalışan işçinin 20 günlük ücreti sadece konutunun kirasını karşılayabiliyor.
İşçi, geriye kalan 10 günlük ücreti ile diğer ihtiyaçlarını karşılayabilecek.
Bunu nasıl gerçekleştireceği meçhul?
Bağdadioğlu’nun araştırmasına göre, net 949 lira alan asgari ücretli, 1 kilogram ekmek için 49 dakika, 1 kilogram dana eti için 7 saat 27 dakika( Bir günlük çalışma süresi), 1 kilogram beyaz peynir için 4 saat 31 dakika, 1 kilogram kuru fasulye için 1 saat 53 dakika çalışması gerekiyor.
1 kilogram zeytin satın alabilmek için 3 saat 11 dakika emek harcaması gereken asgari ücretli 1 kilogram zeytinyağı için 4 saat 11 dakika, 1 kilogram margarin için 1 saat 32 dakika, 1 kilogram şeker için 53 dakika, 1 kilogram pirinç için 1 saat 36 dakika, 1 kilogram çay için 4 saat 20 dakika, 1 tüpgaz için ise 1 gün 7 saat emek harcaması gerekiyor.
Yine asgari ücretli bir işçi 1 ton kömür alabilmek için 17 gün 4 saat, 100 metreküp doğalgaz için 3 gün 5 saat 13 dakika, 150 kilowat elektrik için 1 gün 6 saat 27 dakika, 10 metreküp su için de 1 gün 1 saat 12 dakika çalışmak zorunda.
Eğer asgari ücretli konutunun temizliği için bir gündelikçi tutsa, temizlikçiye kendi günlük yevmiyesi 32 liranın 3.5 katı tutarında, yani 105 lira ödemesi gerekiyor.
Temizliğe giden kadınların günlüğü bile asgari ücretli işçinin günlüğünden fazla.
Asgari ücret ‘’Sefalet Ücreti’’ özelliğini sürdürecek.
Aralılarla gündeme getirilmesine karşın, asgari ücret vergi dışı bırakılmıyor.
Hani bu konuda ‘’siyasi irade vardı?
Asgari ücretten vergi kesintisi yapılmazsa, işçi 252 lira daha fazla alacak.
Asgari ücretlinin rahat bir nefes alabilmesi, vergide adaletin sağlanması için, bu ücretten vergi kesintisi yapılmamalı.
Unutulmasın ki, asgari ücret pazarlık ücreti değildir.
Bilimsel, objektif yöntemler ve güvenilir verilerle tespit edilen taban ücrettir
Ama bu ilkeyi komisyon hiçbir zaman dikkate almıyor.
25 Şubat 2015 Çarşamba
18 Şubat 2015 Çarşamba
Ne Oldu Bize?
Toplum, insanlar niye bu denli acımasız oldu, niye her an patlamaya hazır barut fıçısına dönüştü.
Geleceğe ilişkin büyük hayalleri olan, öğrenim gördüğü üniversitenin psikoloji bölümünden mezun olarak insanların ruhsal durumlarının iyileştirilmesine katkıda bulunmayı amaçlayan Özgecan, tam bir psikopat, ruh hastası şiddet makinesi bir cani tarafından öldürüldü.
Şu tezata bakar mısınız, ruh hastalarını tedavi edecek Özgecan, bir ruh hastası tarafından yaşamını yitiriyor. Yani, yarın hastası olabilecek bir psikopatın kurbanı oluyor.
Türkiye son bir haftadır ayakta, kadına şiddete, kadın cinayetine tek bir yumruk haykırıyor, tepkisini ortaya koyuyor. Bu tepki artarak da devam edecek.
Son 12 yılda kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı, bu sürede 5 bini aşkın kadın öldürüldü.
Günde ortalama 3 kadın güya namus, töre uğruna ve cinsel saldırı sonucu öldürülüyor.
Ne denli ilkel, ne denli yüz kızartıcı bir tablo. Bu tablonun izah edilecek, savunulacak hiçbir yönü yok.
Türkiye tam bir şiddet kıskacının altında, insanlar patlamaya hazır bir bomba gibi.
‘’Gözünün üstünde kaşın var’’ denilemeyecek ortamdayız.
İnsanlar öfkeli, birbirlerine saldırmayı bekliyor sanki.
Toplumun bu gergin ruh hali, kadına şiddet olabildiğince tartışılırken, bu şiddete karşı neler yapılacağı gündemde iken Meclis’ten ve İstanbul’dan gelen haberler Özgecan’ın ölümü üzerine tuz biber ekti.
TBMM’de İç Güvenlik Paketi görüşmeleri sırasında milletvekillerinin birbirlerinin üzerine yürümesi, yumruk ve tekmelerin havada uçuşması, Başkanlık kürsüsündeki tokmağın fırlatılarak başların yarılması. Hiç yakışıyor mu bu Meclis’e?
Paket görüşmelerinin gergin geçeceği belliydi, ama bu denli saldırıların olacağını da kimse Meclis’in sayın üyelerinden beklemiyordu.
Topluma örnek olması gereken sayın vekillerin bu yaptıkları hiç de hoş olmadı.
Örnek alınması gerekenler bunu yaparsa, toplum neler yapmaz.
Meclis’te gergin saatler yaşanırken, bu kez ülkenin yetişmiş, deneyimli gazetecisi Nuh Köklü kartopu tartışması gibi ucuz gerekçeyle kalbine aldığı bıçak yarası sonucu yaşamını yitirdi.
Gazeteci Nuh Köklü, sırf vitrinine isabet eden kartopu yüzünden çıkan tartışma sonucu ruh sağlığını yitirmiş bir katil tarafından yaşamdan koparıldı.
Bu cani ruhlu katil utanmadan ’’ Sağlık raporum var. Kısa bir süre sonra elimi kolumu sallayarak çıkarım’’ diyebiliyor. O denli yüzsüz ve acımasız..
İnsan canına kıymanın acısını yaşayacak katilin böylesine çirkin bir açıklama yapabilme cesaretini bulabilmesi insanın kanını donduruyor.
Ne oldu bize, ne oldu bu insanlara?
Neden bu denli şiddet, kin, öfke dolu insanlarımız?
Bu kamplaşma niye?
Bu kamplaşmada yürütülen politikanın etkisi yok mu?
Oysa eskiden böyle miydi ülkemizin insanları? Birbirini sever, sayar, saygı gösterir, derde düşenin yanında olur, yardım için çırpınırdı.
Oysa, simdi bir bakıyorsunuz, evde, işte, okulda, ailede, çevrede insanlar hep birbirine nefret dolu bakışlar sarkıtıyor.
Esas irdelenmesi gereken, toplumun, insanların ruh sağlığının neden bozulduğu, neden giderek şiddete doğru evrildiği, neden barut fıçısı haline gelmesidir..
Geleceğe ilişkin büyük hayalleri olan, öğrenim gördüğü üniversitenin psikoloji bölümünden mezun olarak insanların ruhsal durumlarının iyileştirilmesine katkıda bulunmayı amaçlayan Özgecan, tam bir psikopat, ruh hastası şiddet makinesi bir cani tarafından öldürüldü.
Şu tezata bakar mısınız, ruh hastalarını tedavi edecek Özgecan, bir ruh hastası tarafından yaşamını yitiriyor. Yani, yarın hastası olabilecek bir psikopatın kurbanı oluyor.
Türkiye son bir haftadır ayakta, kadına şiddete, kadın cinayetine tek bir yumruk haykırıyor, tepkisini ortaya koyuyor. Bu tepki artarak da devam edecek.
Son 12 yılda kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı, bu sürede 5 bini aşkın kadın öldürüldü.
Günde ortalama 3 kadın güya namus, töre uğruna ve cinsel saldırı sonucu öldürülüyor.
Ne denli ilkel, ne denli yüz kızartıcı bir tablo. Bu tablonun izah edilecek, savunulacak hiçbir yönü yok.
Türkiye tam bir şiddet kıskacının altında, insanlar patlamaya hazır bir bomba gibi.
‘’Gözünün üstünde kaşın var’’ denilemeyecek ortamdayız.
İnsanlar öfkeli, birbirlerine saldırmayı bekliyor sanki.
Toplumun bu gergin ruh hali, kadına şiddet olabildiğince tartışılırken, bu şiddete karşı neler yapılacağı gündemde iken Meclis’ten ve İstanbul’dan gelen haberler Özgecan’ın ölümü üzerine tuz biber ekti.
TBMM’de İç Güvenlik Paketi görüşmeleri sırasında milletvekillerinin birbirlerinin üzerine yürümesi, yumruk ve tekmelerin havada uçuşması, Başkanlık kürsüsündeki tokmağın fırlatılarak başların yarılması. Hiç yakışıyor mu bu Meclis’e?
Paket görüşmelerinin gergin geçeceği belliydi, ama bu denli saldırıların olacağını da kimse Meclis’in sayın üyelerinden beklemiyordu.
Topluma örnek olması gereken sayın vekillerin bu yaptıkları hiç de hoş olmadı.
Örnek alınması gerekenler bunu yaparsa, toplum neler yapmaz.
Meclis’te gergin saatler yaşanırken, bu kez ülkenin yetişmiş, deneyimli gazetecisi Nuh Köklü kartopu tartışması gibi ucuz gerekçeyle kalbine aldığı bıçak yarası sonucu yaşamını yitirdi.
Gazeteci Nuh Köklü, sırf vitrinine isabet eden kartopu yüzünden çıkan tartışma sonucu ruh sağlığını yitirmiş bir katil tarafından yaşamdan koparıldı.
Bu cani ruhlu katil utanmadan ’’ Sağlık raporum var. Kısa bir süre sonra elimi kolumu sallayarak çıkarım’’ diyebiliyor. O denli yüzsüz ve acımasız..
İnsan canına kıymanın acısını yaşayacak katilin böylesine çirkin bir açıklama yapabilme cesaretini bulabilmesi insanın kanını donduruyor.
Ne oldu bize, ne oldu bu insanlara?
Neden bu denli şiddet, kin, öfke dolu insanlarımız?
Bu kamplaşma niye?
Bu kamplaşmada yürütülen politikanın etkisi yok mu?
Oysa eskiden böyle miydi ülkemizin insanları? Birbirini sever, sayar, saygı gösterir, derde düşenin yanında olur, yardım için çırpınırdı.
Oysa, simdi bir bakıyorsunuz, evde, işte, okulda, ailede, çevrede insanlar hep birbirine nefret dolu bakışlar sarkıtıyor.
Esas irdelenmesi gereken, toplumun, insanların ruh sağlığının neden bozulduğu, neden giderek şiddete doğru evrildiği, neden barut fıçısı haline gelmesidir..
10 Şubat 2015 Salı
Oscar’a Doğru…
22 Şubat’ta dağıtılacak ödüllere 24 kategoride aday olanlar,kamuoyuna açıklandı.
Sinemanın en prestijli ödülleri arasında ilk sırayı alan Oscar’a sinemaseverlerin ilgisi giderek azalıyor gibi.
Önceki yıllarda Oscar Ödüllerine kimlerin aday olacağı merakla beklenir, aday gösterilen film, oyuncu ve yönetmenler günler öncesinden tartışılır, heykelcikleri kimlerin kucaklayacağına ilişkin çeşitli tahminler yürütülürdü.
Son yıllarda bu merak ve heyecan giderek aşağıya doğru ivme kazandı, tartışmalar sıradanlaşmaya başladı.
Kuşkusuz, Oscar tartışmaları ödüllerin dağıtılacağı 22 Şubat’a az bir süre kala yoğunlaşacaktır. Ne ki, bu ilginin, heyecanın giderek azaldığı da sır değil.
Bunda seçiciler kurulunun yanlı davranması, bazı filmlere yapılan haksızlıklar, ödül alacakların çok önceden jüri üyelerinin kafasında yer edinmesi gibi faktörlerin etkili olduğu ileri sürülse de, Oscar Ödülleri yine de en çok ilgi çeken, sonuçları tüm dünyada coşku ile beklenen, kazananları ile çok konuşulan yarışma.
Amerikan Sahne ve Sinema Akademisi (AMPAS) tarafından 22 Şubat’ta 87. 'ncisi düzenlenecek Oscar Ödülleri’ne 9’ar dalda aday gösterilen Alejandro Inarritu’nun ‘’Bırdman’’ ile Wes Anderson’ın ‘’Büyük Budapeşte Otel’’ filmleri damgasını vuracak gibi görünüyor.
Ayrıca, 8 dalda aday olan, İngiliz kriptolog Alan Turing’in yaşamını anlatan, başrolünü Benedict Cumberbach’ın oynadığı, Morten Tyldum’un yönettiği ‘’Yapay Oyun’’ ile 6 dalda aday olan Richard Linklater’ın 12 yılda çektiği ‘’Çocukluk’’ filmleri dikkati çekiyor.
Linklater’in çok emek harcadığı ‘’Çocukluk’’ filmine ilişkin bazı ayrıntıları paylaşmakta yarar var.
Yönetmen Linklater, 12 yılda her yıl tekrarlanan birkaç haftalık çekimlerle tamamladığı filminde bir çocuğun büyüme öyküsünü 5-18 yaşları arasında takip ediyor, çok doğal bir akışı yakalıyor.
Üç saatlik bu görkemli filmi sinemaseverler sinemada izleme fırsatı bulamayacak. İşletmeciler, bu filme sıcak bakmadığından gösterime girmeyecek. Ancak DVD’sini alarak izleme şansınız olabilir.
Clint Eastwood’ın çektiği, Irak savaşında tüfeği ile 255 kişiyi öldüren, bundan ötürü de madalyalar alan Amerikalı keskin nişancı Chris Kyle’nın öyküsünü anlatan, başrolünü Bradley Cooper’ın oynadığı ‘’Amerikan Keskin Nişancı’’ filmi de 6 dalda Oscar’a aday gösterildi.
ABD ordusuna yapılan bir güzelleme filmi olarak nitelendirilen ‘’Amerikan Keskin Nişancı’’ muhafazakar kesim tarafından övgü aldığı kadar, başta yönetmen Michael Moore olmak üzere savaş karşıtlarınca hayli eleştirildi.
Meksikalı yönetmen Inarrıtu’nun ‘’Birdman’’ filmin zamanında bir süper kahramanı canlandırarak ünlenmiş aktör Riggan Thomson’a odaklanıyor.
‘’Batman’’ den tanıdığımız Michael Keaton’un başrolünü oynadığı ‘’Birdman’’ Oscar’da bir hayli ses getireceğe benziyor.
Martin Luther King’in yurttaşlık hakları kampanyasını anlatan, Ava DuVernay’ın çektiği ‘’Selma’’ filmi ancak iki dalda aday olabildi.
Tarihin akışını değiştiren bilim adamı olarak gösterilen, geçirdiği hastalık sonucu felç olan fizikçi Stephen Hawking’ın yaşam öyküsünü muhteşem bir şekilde gözler önüne seren James Marsh’ın yönettiği ‘’Herşeyin Teorisi’’ Oscar’a damgasını vurabilecek bir diğer film.
Özellikle, felçli Stephen Hawking’i çok başarıulı canlandıran Eddie Redymane ‘’En İyi Erkek Oyuncu’’ dalında heykelciği kucağına almaya çok yakın gibi.
İşte adaylar:
‘’En İyi Film ‘’ dalında aday gösterilen filmler; Amerikan Keskin Nişancı, Birdman, Çocukluk, Büyük Budapeşte Otel, Yapay Oyun, Selma, Herşeyin Teorisi, Whiplash.
‘’En İyi Yönetmen’’ dalında aday olanlar; Alejandro G. Inarrıtu ( Birdman), Richard Linklater (Çocukluk), Bennett Miller (Foxcatcher), Wes Anderson (Büyük Budapeşte Otel), Morten Tyldum (Yapay Oyun).
‘’En İyi Erkek Oyuncu’’ dalında aday olanlar; Bradley Cooper (Amerikan Keskin Nişancı), Eddie Redmayne (Herşeyin Teorisi), Michael Keaton (Birdman), Benedict Cumberbatch (Yapay Oyun), Steve Carell ( Foxcatcher).
‘’En İyi Kadın Oyuncu’’ dalında aday olanlar; Marion Cotillard (İki Gün Bir Gece), Felicity Jones (Herşeyin Teorisi), Julianne Moore (Unutma Beni), Rasamund Pike ( Kayıp Kız), Reese Witherspoon (Wild).
Büyük Budapeşte Otel, Selma, Herşeyin Teorisi, Yapay Oyun, Birdman ‘’En İyi Film’’;
Wes Anderson, Alejandro G. Inarrıtu, Richard Linklater ‘’En İyi Yönetmen’’;
Eddie Redmayne, Michael Keton, Benedict Cuberhatch ‘’En İyi Erkek Oyuncu’’;
Marion Cottilard, Julianne Moore, Rosamund Pike ‘’En İyi Kadın Oyuncu’’ dallarında öne çıkıyor.
Tabii, kimin hangi ödülü kazandığını 22 Şubat gecesi Digitürk’te yayınlanacak ödül töreninde öğrenebileceğiz.
3 Şubat 2015 Salı
Kıdem Tazminatı İştahı
Hükümetin Kıdem Tazminatı Fonu iştahı yeniden kabardı, rafa kaldırılan fon tekrar gündeme geldi.
Kıdem Tazminatı Fonu, temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp belirli aralıklarla gündeme getiriliyor.
Bu kez de Başbakan Ahmet Davutoğlu, ‘’Yapısal Dönüşüm Programı’’ kapsamında kıdem tazminatında yeni düzenlemeye gidileceğini açıkladı.
Kıdem tazminatı çalışanların, emekçilerin en önemli hakkı,emekli olduğunda tek güvencesi.
Önceki yıllarda, işçi emekli olduğunda kıdem tazminatı ile başını sokabilecek bir konuta sahip olabiliyordu. Artık bu da zor.
Fon ile birlikte alacağı kıdem tazminatı da yarı yarıya düşecek.
İşçilerin ve sendikaların çok duyarlı olduğu kıdem tazminatının kaldırıp, tazminatların oluşturulacak fondan ödenmesi istenilen sonucu sağlar mı? Hayır sağlamaz.
Daha önce gündeme getirilen, kamuoyunun nabzı yoklanan taslakları irdelediğimizde, işverenin belirli oranda prim ödeyeceği fondan, işçiye verilecek yıllık tazminatı 15 günlük ücreti tutarında olacak.
Eğer önceki taslak hayata geçerse, yararlanma koşullarını yerine getiren işçiye çalıştığı her 1 yıl için 15 günlük ücreti kadar tazminat ödenecek.
Oysa mevcut sisteme göre, en az 1 yıl kıdemi olan işçi, belirli nedenlerden ötürü işini yitirmesi halinde her yıl için 30 günlük ücreti tutarında tazminat alabiliyor.
Eski taslaktaki bu düzenleme aynen kabul edilirse, işçinin her yıl 15 günlük ücreti tutarında kaybı olacak.
Her ne kadar ‘’hak kaybı olmayacak’’ dense de işçinin kazanılmış haklarından geriye gidiş olacağı çok net.
Hükümete göre, iflas ya da sıkça yaşanan işçi çıkarmalarından ötürü 10 işçiden 9'u kıdem tazminatını alamıyor.
Kıdem tazminatını alamayanların çoğunluğunun sendikasız işyerlerinde çalışanlardan oluştuğu sır değil.
Daha önceki taslağa göre, fondan evlenen kadın işçilerle, askere gidenler kıdem tazminatı alamayacak.
İşçi, fondan tazminat alabilmek için ölümlerin dışında 15 yıl bekleyecek.
Ölümü halinde yasal mirasçıları bu parayı alabilecek.
İşveren de yıllardır yakındığı kıdem tazminatından fonun hayata geçmesi ile kurtulmuş olacak.
Çünkü kurulması öngörülen fonla birlikte işverenin kıdem tazminatı yükü yüzde 8’lerden yüzde 3-4’e düşecek.
İşveren hem işçiye karşı tazminattan sorumlu olmayacak, hem de maliyetini aşağıya çekecek.
Kıdem Tazminatı Fonu yerine, Ücret Garanti Fonu'na bir madde eklenerek kıdem tazminatları güvence altına alınabilir, emekçiye de parası buradan ödenebilir.
İşverenin ekonomik sorunlardan, iflastan ötürü çalıştırdığı emekçiye ücret verememesi durumunda, Ücret Garanti Fonu'ndan işçilere bir kez olmak koşuluyla üç aylık ücretleri zaten ödeniyor.
Elinizdeki böyle bir fona eklenebilecek tek maddeyle kıdem tazminatları pekala güvenceli hale getirilebilir, işçi de işverenin ödemediği tazminatını buradan alabilir
Kıdem tazminatı saatli bomba gibidir. Bu konuda yeni bir düzenleme yapılırken çok dikkatli olunmalı.
İşçilerin onayı alınmadan, ‘’ben yaptım oldu’’ mantığı ile hayata geçirilecek düzenleme çalışma barışını çok ciddi tehdit eder, ortadan kaldırır.
Türk-İş ve DİSK’in bu konuda daha önce aldığı ‘’genel grev’’ kararları da unutulmamalı.
Hak-İş ise fona dünden razı.
Kıdem Tazminatı Fonu, temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp belirli aralıklarla gündeme getiriliyor.
Bu kez de Başbakan Ahmet Davutoğlu, ‘’Yapısal Dönüşüm Programı’’ kapsamında kıdem tazminatında yeni düzenlemeye gidileceğini açıkladı.
Kıdem tazminatı çalışanların, emekçilerin en önemli hakkı,emekli olduğunda tek güvencesi.
Önceki yıllarda, işçi emekli olduğunda kıdem tazminatı ile başını sokabilecek bir konuta sahip olabiliyordu. Artık bu da zor.
Fon ile birlikte alacağı kıdem tazminatı da yarı yarıya düşecek.
İşçilerin ve sendikaların çok duyarlı olduğu kıdem tazminatının kaldırıp, tazminatların oluşturulacak fondan ödenmesi istenilen sonucu sağlar mı? Hayır sağlamaz.
Daha önce gündeme getirilen, kamuoyunun nabzı yoklanan taslakları irdelediğimizde, işverenin belirli oranda prim ödeyeceği fondan, işçiye verilecek yıllık tazminatı 15 günlük ücreti tutarında olacak.
Eğer önceki taslak hayata geçerse, yararlanma koşullarını yerine getiren işçiye çalıştığı her 1 yıl için 15 günlük ücreti kadar tazminat ödenecek.
Oysa mevcut sisteme göre, en az 1 yıl kıdemi olan işçi, belirli nedenlerden ötürü işini yitirmesi halinde her yıl için 30 günlük ücreti tutarında tazminat alabiliyor.
Eski taslaktaki bu düzenleme aynen kabul edilirse, işçinin her yıl 15 günlük ücreti tutarında kaybı olacak.
Her ne kadar ‘’hak kaybı olmayacak’’ dense de işçinin kazanılmış haklarından geriye gidiş olacağı çok net.
Hükümete göre, iflas ya da sıkça yaşanan işçi çıkarmalarından ötürü 10 işçiden 9'u kıdem tazminatını alamıyor.
Kıdem tazminatını alamayanların çoğunluğunun sendikasız işyerlerinde çalışanlardan oluştuğu sır değil.
Daha önceki taslağa göre, fondan evlenen kadın işçilerle, askere gidenler kıdem tazminatı alamayacak.
İşçi, fondan tazminat alabilmek için ölümlerin dışında 15 yıl bekleyecek.
Ölümü halinde yasal mirasçıları bu parayı alabilecek.
İşveren de yıllardır yakındığı kıdem tazminatından fonun hayata geçmesi ile kurtulmuş olacak.
Çünkü kurulması öngörülen fonla birlikte işverenin kıdem tazminatı yükü yüzde 8’lerden yüzde 3-4’e düşecek.
İşveren hem işçiye karşı tazminattan sorumlu olmayacak, hem de maliyetini aşağıya çekecek.
Kıdem Tazminatı Fonu yerine, Ücret Garanti Fonu'na bir madde eklenerek kıdem tazminatları güvence altına alınabilir, emekçiye de parası buradan ödenebilir.
İşverenin ekonomik sorunlardan, iflastan ötürü çalıştırdığı emekçiye ücret verememesi durumunda, Ücret Garanti Fonu'ndan işçilere bir kez olmak koşuluyla üç aylık ücretleri zaten ödeniyor.
Elinizdeki böyle bir fona eklenebilecek tek maddeyle kıdem tazminatları pekala güvenceli hale getirilebilir, işçi de işverenin ödemediği tazminatını buradan alabilir
Kıdem tazminatı saatli bomba gibidir. Bu konuda yeni bir düzenleme yapılırken çok dikkatli olunmalı.
İşçilerin onayı alınmadan, ‘’ben yaptım oldu’’ mantığı ile hayata geçirilecek düzenleme çalışma barışını çok ciddi tehdit eder, ortadan kaldırır.
Türk-İş ve DİSK’in bu konuda daha önce aldığı ‘’genel grev’’ kararları da unutulmamalı.
Hak-İş ise fona dünden razı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)