Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da geç kaldı.
İflah olmaz tutkunları dört gözle beklerken, balıkçılar da ne zaman
ağlarımıza takılacak, kasaları ne zaman dolduracağız diye merak etmeye
başladı.
Sofradaki yeri çok farklı olan, ucuz fiyatıyla yosulun yüzünü güldüren
geç çıkıp erkenden veda eden Karadeniz hamsisi, önceki yıllarda olduğu
gibi bu yıl da nazlanıyor, kendini
özletmeye devam ediyor.
Balıkçı tezgahları iyiden iyiye şenlendi.
Birbirinden güzel, iştah kabartan balıklar, tüm albenisiyle tezgahları süslüyor.
Çinekop, lüfer, palamut, torik, barbun, mezgit, istavrit, kalkan,
kefal tezgahlarda güzelliği ve canlılığı ile arzı endam ediyor.
Ne var ki, Karadenizlinin tutkunu olduğu hamsi henüz tezgahlarda yerini alamadı.
Ağız tadı ile sofralarımızın vazgeçilmezi hamsiyi henüz yiyemedik.
Tabi ki, balıkçı tezgahlarında ve sofralarımızda hamsi yer alıyor.
Ama özlemini çektiğimiz Karadeniz hamsisi değil bu.
Çok iri ve yavan olan Marmara hamsisi.
Nerede o ağızlarda unutulmaz lezzet bırakan, buğulaması, kızartması ve
ızgarası ile farklı pişirilen, kuru soğan eşliğinde yediğimiz o
muhteşem Karadeniz hamsisi?
Gerçi Giresun'da az miktarda hamsinin avlandığına ilşikin haberler yer
aldı medyada.
Ancak hamsi henüz istenilen düzeyde, bolca avlanamıyor.
Yavaş yavaş işaretlerini verse de bu sezon da geç kaldı o güzelim, leziz
Karadeniz hamsisi.
Balıkçılar, hamsinin çok az olmasını Karadeniz’de havanın ılıman
gitmesi, deniz suyunun soğumamasına bağlıyor.
Palamut ile çinekopun çok olması, bu balıkların hamsi ile
beslenmesinin de hamsinin az avlanmasına neden olduğu bildiriliyor..
Karadenizli balıkçılar, havanın, dolayısıyla denizin soğuması ile
birlikte sabırsızlıkla beklenen hamsinin tezgahları yine süsleyeceği
görüşünde.
Balıkçıların, Karadeniz'de Marmara hamsisi satıldığına ilişkin
açıklamalarını okuyunca, belleğime hamsinin bolca avlandığı, fakir,
fukaranın ucuz fiyatla tükettiği o eski günler geldi.
Usta şoförlerin kamyonlarıyla Fatsa’dan Ankara ve İstanbul başta olmak
üzere büyük kentlere, şimdiki gibi duble olmayan yollarda adeta zamana
karşı yarışırcasına, kasalarından akan sularla hamsi taşıdıklarını
anımsadım.
Sahi ne güzeldi o günler.
Hele azgın Karadeniz’de kaptan ve tayfaların dondurucu soğuğa karşın
avladığı hamsileri, kelle koltukta gece, gündüz demeden büyük kentlere
kazasız, belasız ulaştıran Fatsalı isimsiz usta şoförleri kim
unutabilir? Şimdi öyle mi?
Hamsi ve balıklar soğutucu kasalı kamyonlarda, duble yollarda,
rahatlıkla büyük kentlere ulaştırılıyor.
O günün cefakar, deniz ve uzun yol emekçilerini bir kez daha saygı ile
anarken, ölenlere rahmet, yaşayanlara uzun ömürler diliyorum
Büyük kentlerde yaşayanlar, hamsinin ve diğer balıkların bin bir emek
ve zahmetle avlandığını, sofralarına nasıl geldiğini acaba hiç
düşünüyor mu?
Yoksa’’ kardeşim ben sadece ''tadına bakarım'' mı diyor?
Umarım balıkçıların dediği, gibi havalar soğur da yoksulu, varsılı
halkın sofrasında arzı endam eden, balıkların içinde, kendine özgü
tadıyla ayrı bir yeri bulunan Karadeniz hamsisi bolca avlanır.
Neredesin Karadeniz hamsisi? Yavan ve tatsız olan Marmara hamsisi
soframızda senin yerini tutamıyor.
Bizi daha fazla bekletme.
Büyük bir özlemle seni bekliyoruz.
.
29 Ekim 2014 Çarşamba
22 Ekim 2014 Çarşamba
Memur ve Emekliye Niye Yok?
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in açıklamalarıyla memur ile memur
emeklisine bu yıl için enflasyon farkı ödenmeyeceği kesinleşti.
Geçen yıl imzalanan toplu iş sözleşmesiyle maaşlarına 123 ila 146 lira
zam yapılan memur ve emeklilerinin hevesi kursağında kaldı.
Bu yıl enflasyonun revize yapılarak yüzde 9.4 olarak gerçekleşmesi
öngörülüyor. Oysa memur ve emekliye bu yıl için yapılan zam maaşlara
göre yüzde 5 ile yüzde 8 arasında değişiyor.
Yani memur ve emekliye yapılan zam enflasyonun gerisinde
kalacak, bu kesim deyim yerinde ise yine açlıkla mücadele edecek.
Hükümet, profesör, doçent ve yardımcı doçent, öğretim görevlisi ile
okutmanların maaşlarına zam yapılmasını içeren yasa tasarısını Meclis'e sundu.
Bunun yanı sıra hakim ve savcıların maaşlarına da zam yapılacak.
Elbette ki bu kesimin maaşlarına açlık sınırının bin 200 lirayı aştığı
bir ortamda zam yapılmasına kimse ''hayır'' diyemez. Bir de yaptıkları
ve üstlendikleri görev gereği bunu fazlasıyla hak ediyorlar.
Ancak memur, işçi, emekli de bu zammı hak ediyor. Onlar da bu ülke
için yıllarca emek harcadı, yıllarca kamu hizmetini yürüttü.
Eğer bir zam yapılacaksa ayrımcılık yapılmadan tüm memur ve emekli
için de aynısı yapılmalı.
Maliye Bakanı enflasyon farkının bu yıl ödenmesinin hukuken mümkün
olmadığını açıklamış.
Eğer hükümet dar gelirli bu kesime zam yapmak istese onlar için de
pekala yasal bir düzenleme gerçekleştirerek, maaşlarında iyileştirme
sağlayabilir.
Ama niyetlerinde, düşüncelerinde bu yok. Çünkü başta emekli olmak
üzere alt gruptaki çalışanlar korumasız. Üye oldukları
sendikaların da sesi çok gür çıkamıyor. Memur ve emekli bu yıl da mağdur.
Elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki yüzde 9'luk artışın ardından
iğneden ipliğe tüm ürünlerde artış olacağı dikkate alındığında memur
ile emekli maaşlarına zam yapılması kaçınılmaz.
Memur ve emekli zam için 2015'i bekleyecek. Ama bu zam da yine yüzde
3+3 olacak. 2015'te bu kesime enflasyon farkı bu kez ödenecek.
İşçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarına ise 1 Ocak 2015'ten itibaren bir
önceki 6 ayda gerçekleşen enflasyon oranında zam yapılacak. Onların
durumu da iç açıcı değil.
Dar gelirli kitlenin rahat bir nefes alabilmesi, günün koşullarına
uygun bir yaşam sürdürebilmeleri için aylıklarında akademisyen, hakim
ve savcı maaşlarında olduğu gibi iyileştirmeler yapılması
zorunlu. Yoksa yüzde 3, 4 veya 5 zamlar yeterli olmuyor, sorunlarını
çözmüyor.
Bu kesim son derece düşük, enflasyonun altında kalan zamlarla yaşam
mücadelesi veriyor.
Geçen yıl hükümet ile Memur-Sen arasında bir gecede bağıtlanan toplu
iş sözleşmesiyle memur ve emeklinin nasıl bir hak kaybına uğradığı,
mağdur olduğu da net olarak ortaya çıktı.
Umarım bağıtlanan bu toplu iş sözleşmesinden Memur-Sen ders alır,
önümüzdeki Ağustos ayında oturacağı toplu iş sözleşmesi masasında aynı
tutumu takınmaz, yüksek zam için ısrarcı olur.
emeklisine bu yıl için enflasyon farkı ödenmeyeceği kesinleşti.
Geçen yıl imzalanan toplu iş sözleşmesiyle maaşlarına 123 ila 146 lira
zam yapılan memur ve emeklilerinin hevesi kursağında kaldı.
Bu yıl enflasyonun revize yapılarak yüzde 9.4 olarak gerçekleşmesi
öngörülüyor. Oysa memur ve emekliye bu yıl için yapılan zam maaşlara
göre yüzde 5 ile yüzde 8 arasında değişiyor.
Yani memur ve emekliye yapılan zam enflasyonun gerisinde
kalacak, bu kesim deyim yerinde ise yine açlıkla mücadele edecek.
Hükümet, profesör, doçent ve yardımcı doçent, öğretim görevlisi ile
okutmanların maaşlarına zam yapılmasını içeren yasa tasarısını Meclis'e sundu.
Bunun yanı sıra hakim ve savcıların maaşlarına da zam yapılacak.
Elbette ki bu kesimin maaşlarına açlık sınırının bin 200 lirayı aştığı
bir ortamda zam yapılmasına kimse ''hayır'' diyemez. Bir de yaptıkları
ve üstlendikleri görev gereği bunu fazlasıyla hak ediyorlar.
Ancak memur, işçi, emekli de bu zammı hak ediyor. Onlar da bu ülke
için yıllarca emek harcadı, yıllarca kamu hizmetini yürüttü.
Eğer bir zam yapılacaksa ayrımcılık yapılmadan tüm memur ve emekli
için de aynısı yapılmalı.
Maliye Bakanı enflasyon farkının bu yıl ödenmesinin hukuken mümkün
olmadığını açıklamış.
Eğer hükümet dar gelirli bu kesime zam yapmak istese onlar için de
pekala yasal bir düzenleme gerçekleştirerek, maaşlarında iyileştirme
sağlayabilir.
Ama niyetlerinde, düşüncelerinde bu yok. Çünkü başta emekli olmak
üzere alt gruptaki çalışanlar korumasız. Üye oldukları
sendikaların da sesi çok gür çıkamıyor. Memur ve emekli bu yıl da mağdur.
Elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki yüzde 9'luk artışın ardından
iğneden ipliğe tüm ürünlerde artış olacağı dikkate alındığında memur
ile emekli maaşlarına zam yapılması kaçınılmaz.
Memur ve emekli zam için 2015'i bekleyecek. Ama bu zam da yine yüzde
3+3 olacak. 2015'te bu kesime enflasyon farkı bu kez ödenecek.
İşçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarına ise 1 Ocak 2015'ten itibaren bir
önceki 6 ayda gerçekleşen enflasyon oranında zam yapılacak. Onların
durumu da iç açıcı değil.
Dar gelirli kitlenin rahat bir nefes alabilmesi, günün koşullarına
uygun bir yaşam sürdürebilmeleri için aylıklarında akademisyen, hakim
ve savcı maaşlarında olduğu gibi iyileştirmeler yapılması
zorunlu. Yoksa yüzde 3, 4 veya 5 zamlar yeterli olmuyor, sorunlarını
çözmüyor.
Bu kesim son derece düşük, enflasyonun altında kalan zamlarla yaşam
mücadelesi veriyor.
Geçen yıl hükümet ile Memur-Sen arasında bir gecede bağıtlanan toplu
iş sözleşmesiyle memur ve emeklinin nasıl bir hak kaybına uğradığı,
mağdur olduğu da net olarak ortaya çıktı.
Umarım bağıtlanan bu toplu iş sözleşmesinden Memur-Sen ders alır,
önümüzdeki Ağustos ayında oturacağı toplu iş sözleşmesi masasında aynı
tutumu takınmaz, yüksek zam için ısrarcı olur.
15 Ekim 2014 Çarşamba
Babalar Gibi Satıyorlar
Eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın kamu kurumlarının
özelleştirilmesine ilişkin ''Babalar gibi satarım'' sözü
belleklerdeki canlılığını hala korur.
Gündeme gelen yeni özelleştirme haberleriyle, Unakıtan'ın hem maliye,
hem de özelleştirmenin başında olduğu dönemde kamu kurumlarının
satılmasına yönelik eleştirilere verdiği bu yanıtı anımsadım
Şimdi de Haydarpaşa Projesi, Otoyol ve Köprüler, Elektrik Üretim
Santralleri, bazı limanlar, Spor Toto, At Yarışları, Halk Sigorta
Emeklilik ile Türksat Kablo TV, şeker fabrikaları satılacakmış.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in açıklamalarına göre, halkın ödediği
vergilerle kurulan, her birinde emekçilerin alın teri bulunan devletin
karlı kuruluşları, öncekiler de olduğu gibi gözden çıkarıldı,
birilerine peşkeş çekilircesine, rant uğruna satılacak.
Son olarak Milli Piyango özelleştirildi. Neymiş efendim ''devlet kumar
oynatmazmış''.
Sırf bu gerekçeyle Hazine'ye oluk oluk para akıtan, kar eden bir kurum
daha elden çıkarıldı, satıldı.
Önceki yıllarda da Türk Telekom, TÜPRAŞ, Elektrik Santralleri,
Barajlar, Seydişehir Alüminyum, Sümerbank, TEKEL ve diğerleri, ''zarar
ediyorlar'', ''devlet ayakkabı, basma üretmez, rakı satmaz''
gerekçesiyle adeta birilerine ikram edilmişti.
Bu kuruluşları alanlar üç- beş yıl sonra ödediklerinin çok üzerinde
rakamlarla, çok büyük karlarla başkalarına devretti, kazandıkça kazandı.
Ne olurdu bu kurumlar devletin elinde kalsa, karları devletin kasasına girseydi?
Milli Piyango'nun ardından şimdi de Haydarpaşa Projesi başta olmak
üzere yine ülkenin göz bebeği kurumlar satılığa çıkarılacak.
Türk Hava Yolları'nın da (THY) özelleştirileceği gündeme getiriliyor,
hatta bu yöndeki hazırlıkların sürdüğü belirtiliyor.
Hem ''THY dünya markası'' diyeceksiniz, hem de filosunu yeni uçaklarla
güçlendiren, neredeyse uçmadığı ülke kalmayan böylesi övünülecek bir
kurumu, markayı satacaksınız. Pes vallahi.
Birer birer elden çıkarılan bu kuruluşların satışıyla elde edilen
para, iç ve dış borcu ödemeye yetti mi? Hiç de öyle değil.
1986-2014 yılları arasında yaklaşık 70 milyar dolarlık özelleştirme
gerçekleştirildi.
Özelleştirme gelirleri, iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere
Hazine'nin hesaplarına aktarıldı.
Ne var ki özelleştirmelere rağmen, iç ve dış borç azalmadı, aksine
artış gösterdi.
AKP döneminde gerçekleştirilen 62 milyar liralık özelleştirme gelirine
rağmen, kamu borç stoku 103 milyar dolar arttı.
Hem borçlar arttı, hem de Cumhuriyet ile yaşıt Türkiye'nin
örnek işletmeleri satıldı.
Bunun yanı sıra özelleştirilen kurumlarda çalışan binlerce
emekçinin işine tazminatları ödenerek son verildi.
Bu insanlar bir anda işsizler ordusuna katıldı.
Nedir bu özelleştirme sevdası? Neden kamunun kar eden kuruluşları
teker teker elden çıkarılıyor? Nedir bu Cumhuriyet'in köklü
kuruluşlarını satma iştahı?
Kamunun işletmelerini sata sata bitiremediler.
İşletmelerin satılmasından vatandaş memnun mu diye sorulmuyor bile.
Özelleştirmeden elde edilen gelirler nereye harcandı, satılan
kurumların ne kadarı kapandı, ne kadarı rehabilite edlip daha iyi bir
duruma geldi?
Kamu kurumlarını alanlar ne kadar yeni istihdam yarattı veya ne kadar
işçi çıkardı?
Bu soruların yanıtı net olarak bilinmeden yeniden devletin devasa,
birçoğu da kar eden kuruluşları satılığa çıkarılıyor.
Rehabilite edilip yeni istidam yaratılması, daha verimli üretim
amacıyla yapılan özelleştirmelerde bu gerçekleşti mi?
Bunun yanıtı tabii ki hayır.
Kamu işletmelerini alanlar bırakın yeni istihdam yaratmayı, öncelikle
işçilerin işine son verdi.
Satılan kurumların arsalarına villa, rezidans, gökdelenler dikildi, bu
inşaatlarda iş güvenliğinden yoksun çalışan yüzlerce işçi hayatını
kaybetti
Oysa özelleştirmenin amacı işletmeler üzerindeki hantal yapıyı
kaldırmak, modernleşmesini sağlamak, üretime ve istihdama katkı
yapmaktı.
Ne yazık ki 1986 yılından bu yana süren özelleştirmelerde bu gerçekleşmedi.
Sonuçta o güzelim devasa kurumlar ''borç ödemek'' için elden
çıkarılırken, istenilen amaca ulaşılamadı, insanlar işinden oldu,
ülkenin gözbebeği kurumlar elden çıkarıldı.
Yaşanan bu olumsuz tabloya karşın hükümet şimdi de yeni kamu
işletmelerini ''Babalar gibi satmaya'' hazırlanıyor.
özelleştirilmesine ilişkin ''Babalar gibi satarım'' sözü
belleklerdeki canlılığını hala korur.
Gündeme gelen yeni özelleştirme haberleriyle, Unakıtan'ın hem maliye,
hem de özelleştirmenin başında olduğu dönemde kamu kurumlarının
satılmasına yönelik eleştirilere verdiği bu yanıtı anımsadım
Şimdi de Haydarpaşa Projesi, Otoyol ve Köprüler, Elektrik Üretim
Santralleri, bazı limanlar, Spor Toto, At Yarışları, Halk Sigorta
Emeklilik ile Türksat Kablo TV, şeker fabrikaları satılacakmış.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in açıklamalarına göre, halkın ödediği
vergilerle kurulan, her birinde emekçilerin alın teri bulunan devletin
karlı kuruluşları, öncekiler de olduğu gibi gözden çıkarıldı,
birilerine peşkeş çekilircesine, rant uğruna satılacak.
Son olarak Milli Piyango özelleştirildi. Neymiş efendim ''devlet kumar
oynatmazmış''.
Sırf bu gerekçeyle Hazine'ye oluk oluk para akıtan, kar eden bir kurum
daha elden çıkarıldı, satıldı.
Önceki yıllarda da Türk Telekom, TÜPRAŞ, Elektrik Santralleri,
Barajlar, Seydişehir Alüminyum, Sümerbank, TEKEL ve diğerleri, ''zarar
ediyorlar'', ''devlet ayakkabı, basma üretmez, rakı satmaz''
gerekçesiyle adeta birilerine ikram edilmişti.
Bu kuruluşları alanlar üç- beş yıl sonra ödediklerinin çok üzerinde
rakamlarla, çok büyük karlarla başkalarına devretti, kazandıkça kazandı.
Ne olurdu bu kurumlar devletin elinde kalsa, karları devletin kasasına girseydi?
Milli Piyango'nun ardından şimdi de Haydarpaşa Projesi başta olmak
üzere yine ülkenin göz bebeği kurumlar satılığa çıkarılacak.
Türk Hava Yolları'nın da (THY) özelleştirileceği gündeme getiriliyor,
hatta bu yöndeki hazırlıkların sürdüğü belirtiliyor.
Hem ''THY dünya markası'' diyeceksiniz, hem de filosunu yeni uçaklarla
güçlendiren, neredeyse uçmadığı ülke kalmayan böylesi övünülecek bir
kurumu, markayı satacaksınız. Pes vallahi.
Birer birer elden çıkarılan bu kuruluşların satışıyla elde edilen
para, iç ve dış borcu ödemeye yetti mi? Hiç de öyle değil.
1986-2014 yılları arasında yaklaşık 70 milyar dolarlık özelleştirme
gerçekleştirildi.
Özelleştirme gelirleri, iç ve dış borç ödemelerinde kullanılmak üzere
Hazine'nin hesaplarına aktarıldı.
Ne var ki özelleştirmelere rağmen, iç ve dış borç azalmadı, aksine
artış gösterdi.
AKP döneminde gerçekleştirilen 62 milyar liralık özelleştirme gelirine
rağmen, kamu borç stoku 103 milyar dolar arttı.
Hem borçlar arttı, hem de Cumhuriyet ile yaşıt Türkiye'nin
örnek işletmeleri satıldı.
Bunun yanı sıra özelleştirilen kurumlarda çalışan binlerce
emekçinin işine tazminatları ödenerek son verildi.
Bu insanlar bir anda işsizler ordusuna katıldı.
Nedir bu özelleştirme sevdası? Neden kamunun kar eden kuruluşları
teker teker elden çıkarılıyor? Nedir bu Cumhuriyet'in köklü
kuruluşlarını satma iştahı?
Kamunun işletmelerini sata sata bitiremediler.
İşletmelerin satılmasından vatandaş memnun mu diye sorulmuyor bile.
Özelleştirmeden elde edilen gelirler nereye harcandı, satılan
kurumların ne kadarı kapandı, ne kadarı rehabilite edlip daha iyi bir
duruma geldi?
Kamu kurumlarını alanlar ne kadar yeni istihdam yarattı veya ne kadar
işçi çıkardı?
Bu soruların yanıtı net olarak bilinmeden yeniden devletin devasa,
birçoğu da kar eden kuruluşları satılığa çıkarılıyor.
Rehabilite edilip yeni istidam yaratılması, daha verimli üretim
amacıyla yapılan özelleştirmelerde bu gerçekleşti mi?
Bunun yanıtı tabii ki hayır.
Kamu işletmelerini alanlar bırakın yeni istihdam yaratmayı, öncelikle
işçilerin işine son verdi.
Satılan kurumların arsalarına villa, rezidans, gökdelenler dikildi, bu
inşaatlarda iş güvenliğinden yoksun çalışan yüzlerce işçi hayatını
kaybetti
Oysa özelleştirmenin amacı işletmeler üzerindeki hantal yapıyı
kaldırmak, modernleşmesini sağlamak, üretime ve istihdama katkı
yapmaktı.
Ne yazık ki 1986 yılından bu yana süren özelleştirmelerde bu gerçekleşmedi.
Sonuçta o güzelim devasa kurumlar ''borç ödemek'' için elden
çıkarılırken, istenilen amaca ulaşılamadı, insanlar işinden oldu,
ülkenin gözbebeği kurumlar elden çıkarıldı.
Yaşanan bu olumsuz tabloya karşın hükümet şimdi de yeni kamu
işletmelerini ''Babalar gibi satmaya'' hazırlanıyor.
7 Ekim 2014 Salı
Sağlık mı Tasarruf mu?
1 Ekim'den itibaren ilaçta yeni uygulama başladı.
Bundan böyle hasta eşdeğer ilacı kabullenmeyip, başka ilacı alması
halinde daha fazla katkı payı ödeyecek.
İşçi, memur, emekli, eşdeğer olarak belirlenen ve ucuz olan ilacın
dışında hekimin yazdığı reçetedeki ilacı tercih etmesi durumunda
ödediği katkı payı artacak.
SGK halen uygulamakta olduğu bant fiyatın yanında bundan böyle taban
fiyat uygulamasını da devreye soktu.
Bant fiyat uygulamasında eşdeğer, yani etken maddelere sahip gruptaki
ilaçlardan en ucuzunun üzerine yüzde 10 katkı yapmaktaydı.
SGK bundan vazgeçerek, taban fiyat uygulayacak, yani yüzde 10
katkıyı bu ilaçlara yapmayacak.
Hasta SGK'nın yeni uygulaması ile taban fiyat kapsamındaki, çoğunluğu
da şeker, kalp, tansiyon ilaçlarında ucuzu yerine, hekimin reçetesine
yazdığı ilacı alırsa ödeyeceği katkı payı iki katına çıkacak.
SGK'nın yaptığı yüzde 10'luk katkının ilerki günlerde tüm eşdeğer
ilaçlardan kaldırılması da öngörülüyor.
Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) Sağlık Uygulama Tebliğinde yapılan
değişiklikle, ilaca katkı payının artmasının yanı sıra belirli
hastalık gruplarında, yani tansiyon, şeker, kalp gibi kronik
hastalıklarda reçete yazım süresi 6 aydan 3 aya indirildi.
Bu uygulama da en çok evinden çıkamayacak derecede hasta olanları zor
durumda bırakacak.
SGK yetkilileri kronik hastaya 3 ayda bir reçete yazılması
uygulamasının istismarın önlenmesi amacıyla getirildiğini savunuyor.
Yetkililer, aile hekimlerinin hastanın ayağına giderek reçete
yazabileceğini de belirtiyor.
SGK, böyle bir uygulamaya geçilmesini tasarruf olarak açıkladı. 2014
yılında SGK'nın ilaç harcamalarının 15 milyar liranın üzerinde olacağı
tahmin ediliyor.
Yine SGK yetkilileri hastaların ilacı bilinçli kullanamadığını, çok
sayıda ilacın çöpe atıldığını vurgulayarak, akılcı ilaç kullanımının
yaygınlaştırılması gerektiğine dikkat çekiyor.
Bu savlarda doğruluk payı olsa da kamuoyunun haberi olmaksızın bir
anda yeni uygulamaya geçilmesi haklı tepkilere yol açtı.
Bu uygulamaya karşı çıkan İlaç İşverenleri Sendikası (İES) uygulama
kapsamına alınan gruplardaki ilaçlar için hızla bir yeni fiyat
erozyonunun yaşanacağını, üreticilerin pazarı ele geçirmek için yanlış
fiyatlandırmaya gideceğini, ilaçların kalitesinin ve çeşidinin
düşeceğini, bunun da hastanın gelecekte ilaç bulmakta zorlanacağını
savunuyor.
Eğer bir hastaya yıllardır kullandığı etkili ilaç yerine ''Bu ucuz
bunu kullan'' demek çok doğru ve sağlıklı bir yaklaşım değil.
Sağlık her bireyin rahatça, hiçbir engellemeyle karşılaşmadan
alabileceği en temel haktır.
Bu hakkı tüm bireylere sağlamak da sosyal devlet olmanın gereğidir.
İlaçta tasarruf yapacağım derken, insan sağlığı ile oynanmamalı.
Tasarrufun yolu toplumu bilinçli ilaç kullandırmaya alıştırmaktan geçer.
Bundan böyle hasta eşdeğer ilacı kabullenmeyip, başka ilacı alması
halinde daha fazla katkı payı ödeyecek.
İşçi, memur, emekli, eşdeğer olarak belirlenen ve ucuz olan ilacın
dışında hekimin yazdığı reçetedeki ilacı tercih etmesi durumunda
ödediği katkı payı artacak.
SGK halen uygulamakta olduğu bant fiyatın yanında bundan böyle taban
fiyat uygulamasını da devreye soktu.
Bant fiyat uygulamasında eşdeğer, yani etken maddelere sahip gruptaki
ilaçlardan en ucuzunun üzerine yüzde 10 katkı yapmaktaydı.
SGK bundan vazgeçerek, taban fiyat uygulayacak, yani yüzde 10
katkıyı bu ilaçlara yapmayacak.
Hasta SGK'nın yeni uygulaması ile taban fiyat kapsamındaki, çoğunluğu
da şeker, kalp, tansiyon ilaçlarında ucuzu yerine, hekimin reçetesine
yazdığı ilacı alırsa ödeyeceği katkı payı iki katına çıkacak.
SGK'nın yaptığı yüzde 10'luk katkının ilerki günlerde tüm eşdeğer
ilaçlardan kaldırılması da öngörülüyor.
Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) Sağlık Uygulama Tebliğinde yapılan
değişiklikle, ilaca katkı payının artmasının yanı sıra belirli
hastalık gruplarında, yani tansiyon, şeker, kalp gibi kronik
hastalıklarda reçete yazım süresi 6 aydan 3 aya indirildi.
Bu uygulama da en çok evinden çıkamayacak derecede hasta olanları zor
durumda bırakacak.
SGK yetkilileri kronik hastaya 3 ayda bir reçete yazılması
uygulamasının istismarın önlenmesi amacıyla getirildiğini savunuyor.
Yetkililer, aile hekimlerinin hastanın ayağına giderek reçete
yazabileceğini de belirtiyor.
SGK, böyle bir uygulamaya geçilmesini tasarruf olarak açıkladı. 2014
yılında SGK'nın ilaç harcamalarının 15 milyar liranın üzerinde olacağı
tahmin ediliyor.
Yine SGK yetkilileri hastaların ilacı bilinçli kullanamadığını, çok
sayıda ilacın çöpe atıldığını vurgulayarak, akılcı ilaç kullanımının
yaygınlaştırılması gerektiğine dikkat çekiyor.
Bu savlarda doğruluk payı olsa da kamuoyunun haberi olmaksızın bir
anda yeni uygulamaya geçilmesi haklı tepkilere yol açtı.
Bu uygulamaya karşı çıkan İlaç İşverenleri Sendikası (İES) uygulama
kapsamına alınan gruplardaki ilaçlar için hızla bir yeni fiyat
erozyonunun yaşanacağını, üreticilerin pazarı ele geçirmek için yanlış
fiyatlandırmaya gideceğini, ilaçların kalitesinin ve çeşidinin
düşeceğini, bunun da hastanın gelecekte ilaç bulmakta zorlanacağını
savunuyor.
Eğer bir hastaya yıllardır kullandığı etkili ilaç yerine ''Bu ucuz
bunu kullan'' demek çok doğru ve sağlıklı bir yaklaşım değil.
Sağlık her bireyin rahatça, hiçbir engellemeyle karşılaşmadan
alabileceği en temel haktır.
Bu hakkı tüm bireylere sağlamak da sosyal devlet olmanın gereğidir.
İlaçta tasarruf yapacağım derken, insan sağlığı ile oynanmamalı.
Tasarrufun yolu toplumu bilinçli ilaç kullandırmaya alıştırmaktan geçer.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)