''Biz Bir Aileyiz. Fenerbahçe Türkiye'nin en büyük sivil toplum kuruluşudur. Türkiye'de olduğu gibi, Avrupa'da ve ABD'de de en büyük sivil toplum kuruluşu olmayı hedefleyen Fenerbahçe aynı zamanda, Atatürkçü, laik ve cumhuriyetçidir''. Bu sözler Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'a ait. Ankara İncek Tesisleri'nde ''Hedef 1 Milyon Üye'' kampanyasının tanıtımına katılan Aziz Yıldırım'ın bu sözlerine, genci, yaşlısı, erkeği, kadını torunlarının ellerinden tutarak getirdiği yaşlı bayanlar büyük bir coşku destek verirken, Atatürk ilkelerine bağlılığını bir kez daha gösterdi. Kızabilir, yerden yere vurabilir, fevri davranışlarını haklı olarak eleştirebilirsiniz.
Ancak, bir kulübü ''Hedef 1 Milyon Üye'' kampanyası ile halka açmak, her taraftarın maddi gücü çerçevesinde kulübe üye olabilmesine olanak sağlamak gerçekten alkışı hak ediyor. Ülkemizde çok sevilen yaşamın ötelenemez bir tutkusu olan futbol ve futbol kulüpleri günümüzde ekonomik sorunlarla boğuşuyor. Kulüpler bunları aşabilmek için yeni kaynak arayışına giriyor, ekonomik bağımsızlığını sağlayacak adımlar atıyor. Sadece Türkiye'de değil, Avrupa'daki futbol takımları da bu sorunu yaşıyor, bunları yenebilmenin yöntemini araştırıyor. Maddi kaynak yaratmak için, kulüpler ya halka açılıyor, ya çok güçlü sponsorlarla etkinliğini sürdürmeye çalışıyor, ya da Barcelona'nın çok önceden hayata geçirdiği gibi taraftarını belirli ücret karşılığında üye yapıyor. Ülkemizde de bunun önceliğini Fenerbahçe hayata geçirdi. Artık, belirli kişilerin veya başkanların maddi desteği ile takımların futbolun endüstriyel hale geldiği günümüzde yaşamlarını sürdürmesi çok zor. Futbol takımının geleceğini bir kişinin iki dudağı arasına hapsetmenin doğru olmadığı yaşanan olaylarla açıkça görüldü. Yerden yere vurabilir, bireysel ani ve öfkeli tavırlarını ağır bir şekilde eleştirebilirsiniz, kendi taraftarınca ''diktatör'' diye suçlanabilirsiniz.
Ancak ''Yiğidi öldür hakkını ver'' atasözüne uygun Aziz Yıldırım'ın kulübü belirli kişilerin tekelinden kurtarıp, taraftara açması, böylelikle yeni kaynak yaratmasına hiç bir söz söyleyemezsiniz. Göreceksiniz çok yakında, Galatasaray ve Beşiktaş başta olmak üzere tüm Süper Lig takımları da yeni kaynak arayışına yönelmek için taraftarı kulübe üye yapma kampanyasına gidecek.. Hatta Beşiktaş'ın bu yönde bir çalışma yürüttüğü de medyada yer aldı bile. PTT 1.Lig takımları da önümüzdeki süreçte böyle bir yönteme başvurabilir. Bir türlü kanıtlanamayan, şike iddiaları nedeniyle, hapiste yatan, her maçta yuhalanan Aziz Yıldırım, tüm bunlara dik duruşu ile göğüs gerdi, kulübünü korudu, taraftarı da ona sahip çıktı. Atatürk''ün adını ağzını almaktan korkanların çok yaygın olduğu bir ortamda korkmadan, çekinmeden ''Fenerbahçe camiası Atatatürkçü, laik ve cumhuriyetçidir'' dedi. Sözüm diğer takımlara, gelin siz de taraftarı çok pahalı olmayan ücretle üye yapın, ''Kulübümüz Atatürkçüdür, laik ve cumhuriyetçidir'' diye her yerde haykırın. Var mısınız?
Hemen belirteyim, hayvanseverlerin öfkesini toplayan Kaan Müjdeci'nin ''Sivas'' filmi, iddia edildiği gibi hayvan düşmanı değil, aksine yaşamın gerçeklerini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren bol ödüllü bir yapıt. İki hafta önce sinemalarda seyircinin karşına çıkan, bir hayli de övgü toplayan ''Sivas'' ,Yozgat'ın Yerköy ilçesinde günümüzde gizli de olda yapılan köpek dövüşleri ve bir küçük çocuğun üzerine kurgulanmış başarılı bir film. Film, Sivas isimli dövüşçü bir köpekle, 11 yaşındaki Aslan'ın (Doğan İzci) bozkırda geçen hikayesini anlatıyor. Okulda hep çekingen olan, öğretmenin kendisine Yedi Cüceler ve Pamuk Prenses oyununda prens rolünü vermemesine içerleyen Aslan, egosunu ve hırsını ölüme terkedilen ''Sivas'' isimli köpeği sahiplenerek onu yeniden güçlü hale getirmesi ve tüm dövüşlerde birinci olmasıyla gideriyor.
Sivas'ın dövüşlerde rakiplerini alt ederek birinci olması, Aslan'ı gururlandırıyor, kendisine gereken değeri vermediğine inandığı çevresi ve öğretmeninden bir anlamda, Sivas'ın başarısıyla intikamını alıyor. Geçtiğimiz Eylül ayında 71. Venedik Film Festivali'nde ''Jüri Özel Ödülü''ne layık görülen, 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde de 3 ödülle dönen ''Sivas'' başarılarına bir yenisini daha ekleyerek 8. Abu Dhabi Film Festivali'nde ''En İyi Senaryo'', minik başrol oyuncusu Doğan İzci de '' En İyi Erkek Oyuncu'' ödülünü kazandı. Türk sinemasının kıt olanaklarla iyi işler çıkardığını genç yönetmen Kaan Müjdeci ''Sivas'' filmi ile bir kez daha kanıtlıyor. Kaan Müjdeci Venedik'te seçiciler kurulunun samimiyete ödül verdiğini vurgularken, filminin de çok içten, yöre insanını çok yalın bir şekilde anlatmasından ötürü ödülleri topladığını dile getiriyor. Antalya film Festivali'nde ki gösterimi sırasında hayvanseverlerin topluca salonu terkettiği, köpek dövüş sahneleri nedeniyle sert eleştirilere uğrayan ''Sivas'' ta argo ve küfürlü diyalogların çokluğundan da tepki toplamıştı. Yönetmen Müjdeci, hayvanseverlerin eleştirilerine dövüş sahnelerinde boya kullanıldığını, köpeklerin üzerinde kan bulunmadığı açıklamasıyla yanıt vermişti. Dozu fazla kaçsa da küfür ve argo yaşamın her alanında bireyler tarafından sıkça kullanılıyor mu? Sonuç, ''Sivas'' aldığı ödüllleri fazlasuyla hak eden, genç yönetmen Kaan Müjdeci'nin ilk uzun metrajlı filmi olmasına karşın, bu sezonun en başarılı yapıtlarında biri olduğu kesin. ''Sivas'', sırf 11 yaşındaki Doğan İzci'nin muhteşem oyunculuğunu görmek için izlenmesi gereken bir film.
-Pavyonların Hüzünlü Dünyası-
Türk sinemasına ''Bereketli Topraklar Üzerinde'', ''Hakkari'de Bir Mevsim'', ''Ayna'', ''Kanal'', ''Mavi Sürgün'', ''Yolda'' gibi çok başarılı filmleri kazandırmış olan usta yönetmen Erden Kıral, seyircinin karşına dört yıl sonra ''Gece'' ile çıktı. Yılmaz Güney'in izini süren yönetmenlerden biri olan, halen de bu çabasını elinden geldiğince sürdürmeye çalışan Kıral, 2008'de çektiği ''Vicdan'' daki gibi, ''Gece'' de de dışarıda göz alıcı parlak ışıkların aksine içeride acı, hüzün ve dramı barındıran pavyon ve konsomatrislerin dünyasına götürüyor seyirciyi.
Erden Kıral'ın neredeyse gedikli oyuncusu olan Nurgül Yeşilçay, alışılanın aksine, sert maço bir tipi canlandıran Mert Fırat ile Nur Sürer, İlyas Salman gibi Türk sinemasının emekçi oyuncularının yanı sıra, Vildan Atasever, Teoman Kumbaracıbaşı'nın oynadığı ''Gece'' de Güneydoğu'dan İzmir'e göç eden bir ailenin hüzün dolu hikayesi ve çöküşüne tanık oluyorsunuz. Çektiği her filmde toplumun değişik sorunlarına, alt gelir grubundaki yoksul insanların öyküsüne yer veren Erden Kıral, 2013'te Orhan Kemal Ödülü'nü kazanan Hasan Özçelik'in ''Zahit'' romanından esinlendiği ''Gece'' de de bu ilkesinden ödün vermemiş İzleyenin aklında ve gönlünde yer bırakan, bazı sahnelerinde anlamsızlıkları bünyesinde barındırsa da iyi niyetle kotarılmış bir Erden Kıral filmi ''Gece''.
Çok güzel bir atasözü vardır, ''Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste''. Bu atasözünün ne denli anlamlı olduğu Soma'da zeytin ağaçlarının kesilmesi sonrası yaşanan olaylarla bir kez daha görüldü. Tek geçim kaynağı zeytin ağaçlarının termik santral uğruna katledilmesine gözyaşları ile isyan eden, karşı koyan Somalı üreticilere Danıştay aldığı yürütmeyi durdurma kararı ile destek çıkarken, üreticilerin ellerini arkadan kelepçeleyen özel güvenlik elemanları da işveren tarafından bir anda kapının önüne konuldu. İlahi adalet bu olsa gerek. Gözü gibi korudukları, yıllarca emek vererek yetiştirdikleri zeytin ağaçlarının katledilmemesi için karşı koyan köylülere, ellerini arkadan kelepçeleyerek gözaltına alan güvenlik görevlileri acaba yaptıkları zulmün acısını şimdi yüreğinde hissediyorlar mı? İşlerine son verilen güvenlik görevlilerine ilk kucak açan, yanlarında olan, destek çıkan dövdükleri, ellerini arkadan kelepçeledikleri köylüler oldu. Geçim kaynağı zeytin ağaçları sökülen, üstelik karşı koydukları için darp edilen köylülerin bu soylu davranışa ancak şapka çıkarılır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk boşuna ''Köylü milletin efendisidir' dememiş. Umarım, güvenlik görevlileri bu olayı sorgular, ders çıkarır, vicdanlarıyla başbaşa kalır.. Anası, babası yaşındaki üreticilere zor kullanan güvenlik görevlileri, ''Bize, iş, emeklilik garantisi verdiler. Bizler de köylülerle kavga ettik. Kullanıldık''diyerek bağırıyorlar.
Bunları niye köylülerin ellerini kelepçelerken düşünmediniz. Tamı tamına 6 bin zeytin ağacı termik santral uğruna köylülerin gözyaşlarına, feryadına karşın, yerle bir edildi. Gözü gibi baktıkları, ekmek parasını çıkardıkları, tek geçim kaynağı olan zeytin ağaçlarının tam da hasat zamanı sökülmesine, eşkiyalığa isyan ediyor, Soma'nın kadını erkeği, genci, yaşlısı. Sırf birileri termik santral kursun, parasına para katsın diye o güzelim, barışın sembolü zeytin ağaçları hunharca katledildi. Her bir ağacın yetişmesine binbir emek harcayan Somalılar, evladını yitirmişcesine elleri koynunda katliamın acısını yaşıyor. Bir yanda televizyonlarda yayınlanan kamu spotu ile ağaç sevgisini topluma aşılayacaksınız, diğer yanda 6 bin zeytin ağacını termik santral uğruna kökünden söküp atacaksınız. Ne yaman çelişki. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ağaç sevgisini her yurttaş yakından bilir Ulu Önder, Yalova'daki yazlık köşkünün penceresine dayanan çınar ağacını kesmeye kıyamaz, köşkün raylar üzerinden kaydırılarak, ağaca zararar verilmemesi talimatını verir. Atatürk'ün neden bir dahi, yeri doldurulamaz lider, çevre dostu, doğa aşığı olduğunu bu olay ne güzel de ifade ediyor. En azından 6 bin zeytin ağacına kıyanlar Ulu Önder'in bu asil davranışını örnek alsalardı, Ama nerede?
İşsizlik Sigortası Fonu da beklentileri tamamıyla karşılayamadı. Anımsanacağı gibi, fondan kendi kusuru olmaksızın işini yitirenlere en fazla yürürlükteki asgari ücretin yüzde 80'i kadar belirli süreyle maaş ödeniyor. Mart 2002'den bu yana 5 milyon işsize toplam 7.1 milyar lira para ödendi. Aynı sürede fonda 78.3 milyar lira birikti. Her geçen gün artan, yüzde 10'a ulaşan işsizlik karşısında fondan bu kadar az işsize para ödenmesi, yararlanma koşullarının yeniden gözden geçirilmesini gündeme taşıdı. Orta Vadeli Plan'nın (OVP) hedeflerine göre işsizliğin birkaç yıl daha artması bekleniyor. Yaklaşık 80 milyar lira biriken İşsizlik Sigortası Fonu'ndaki paranın önümüzdeki yıl 12 milyar lira artışla 92 milyar lira olması öngörülüyor. Fondaki para son 4 yılda yüzde 40'tan fazla artmasına karşın, işsizlik sigortasından yararlanan işsiz sayısı aynı oranda olmadı. Oysa işçinin çalışırken yüzde 1 oranında prim ödediği fondan daha çok işsizin yararlanması gerekiyor.
Mart 2002'den bu yana fondan 5 milyon kişi yararlanabilmiş.Halen fondan 275 bine yakın işsize maaş ödeniyor.Yani fondan yararlananlar toplam işsizlerin onda biri kadar. Bu rakamlar da fondan maaş alabilme koşullarının çok katı olduğunu, çok sayıdaki işsizin bu ödemeden yararlanamadığını gösteriyor. Eylül ayı itibarıyla işsizlik sigortasına 67 bin 692 kişi başvururken, bunlardan sadece 30 bin 794'üne maaş bağlanabildi. Başvuranların yarıdan fazlası işsizlik ödeneğinden yoksun kaldı. Fonda bu kadar büyük bir birikim varken, işsizlerin sadece yüzde 10'unun yararlanabilmesi mantığa hiç de uygun değil. Daha fazla işsize maaş ödemek için, yararlanma koşullarının esnetilmesi kaçınılmaz. İşsizlik sigortasından yararlanabilmek için belirli süre prim ödemiş olmak gerekiyor. Eğer çalışan kişi adına son 120 gün kesintisiz prim ödenmemişse, o kişi işsizlik ödeneği alamıyor. Yüzbinlerce işsiz de sırf bundan ötürü işsizlik sigortasından yararlanamıyor. Daha çok işsize para ödenebilmesi için son 120 gün kesintisiz prim ödemiş olma koşulu kesinlikle kaldırılmalı. Fona çalışanların prime esas kazançları üzerinden yüzde 1 oranında prim ödeniyor. Ücreti ne kadar yüksek olursa olsun işsiz kalanlar en fazla 900 lira alabiliyor. Ücreti 2 bin 500 lira olanda 5 bin lira olan da aynı parayı alıyor. Bu koşulun da değiştirilmesi gerekli. Çalışırken işsizlik sigortasında yüksek prim ödeyenler için hesaplanan işsizlik ödeneğindeki üst limit kaldırılmalı. İşsizlik sigortasında işsizlik parası dışında Genel Sağlık Sigortası primleri de ödeniyor. Böylelikle işsizler sağlık hizmetinden de yararlanabilecek. Hizmet akdinin feshinden önceki son 3 yılda, 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik primi ödemiş olan işsizlere 6 ay, 900 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan işsizlere 8 ay, 1080 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan işsizlere de 10 ay işsizlik ödeneği veriliyor. İşsizlik sigortaına başvurular ya en yakın İŞKUR birimine şahsen, ya da internet üzerinden www.iskur.gov.tr adresinden yapılabiliyor. Başvuru için iş sözleşmesinin feshinden itibaren 30 günlük süreyi geçirmemek gerekiyor. Son söz, 80 milyar liraya yakın paranın biriktiği İşsizlik Sigortası Fonu'ndan daha fazla işsize para ödemek için katı olan yararlanma koşulları esnekleştirilmeli.
Soma ve İstanbul'daki faciaların acısı henüz dinmeden, Ermenek'ten gelen acı haber bir kez daha yürekleri dağladı. Artık kanıksanan, günde ortalama 5 emekçinin canını alan iş cinayetleri neden önlenemiyor, neden işçiler ilkel, yeterli güvenlik önlemleri bulunmayan ocaklara bile bile ölüme gönderiliyor? Niye denetimler gereği gibi yapılamıyor, yapılsa bile göstermelik olan bu denetimler neden aşırı kar hırsına bürünmüş işverenler üzerinde caydırıcı olamıyor? Hani torba yasa ile, madencinin ücreti iki asgari ücretten az olmayacak, çalışma süresi günlük 8 saatten 6 saate düşürülecekti? Bunlar hep kağıt üzerinde kalıyor. İşte Ermenek'te su altında kalmaktan son anda kaçarak canlarını zor kurtaran emekçiler, ''Öğle yemeğimizi yer üstünde yeseydik işçi arkadaşlarımız ölmezdi'' diyerek işverenin üzerinlerinde nasıl bir baskı kurduğunu çok güzel özetliyor. Servis ve yemek yok, durmaksızın çalışmak, tuvalet gereksinimini pet şişelere yapmak. Nerede madenciyi koruyan, onların güvenlik önlemleri altında çalışmasını sağlayacak düzenlemeler, hani torba yasa ile getirilen yaptırımlar? Sadece yasa çıkarmakla emekçinin çalışma koşulları düzelmiyor, aldıkları ücret yükselmiyor. DİSK'e bağlı Dev Maden-Sen Genel Başkanı işçilerin yasa uyarınca hesaplarına yatırılan iki asgari ücretten birini işverene geri
ödediğini belirtiyor. İnsanlık onuruna yakışmayan son derece önemli ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken bu açıklamanın doğruluğu ne yazık ki işsizlikten bunalan, evine ekmek götürmekten başka bir amacı bulunmayan, her türlü ilkelliği, vahşeti kabullenerek adeta ölüme giden emekçiler tarafından da dile getiriliyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, ''Bu acı çekilecek gibi değil. Ocağı kapatmak istediğimizde 50 kişiyi devreye sokuyorlar. Sorumluluk hepimizde '' diyerek acı bir itirafta bulunuyor. Sayın Bakan' itirafta bulunsa da ölen canlar geri gelmiyor. Denetimler, göstermelik değil, gereği gibi yapılsa, çalışma koşulları iyileştirilse, işçileri daha fazla üretim için zorlayan, ücretini tam ödemeyen, yer altında yemek yemeye zorlayan işverene ağı hapis cezası da dahil birçok yaptırımlar uygulansa bu ölümler yaşanır mıydı sayın Bakan? Bu yılın 9 ayında işçi ihmalkarlık, yetersiz denetim, aşırı kar hırsındaki işverenin baskısı, işsizlikten ötürü maden, inşaat gibi son derece tehlikeli işlerde çalışan 1415 emekçi yaşamını yitirdi. Bu sürede Soma başta olmak üzere 354 madenci, 300 de inşaat işçisi canından oldu. En çok iş cinayetlerinin yaşandığı madencilik sektöründe kar oranları her yıl katlanarak artıyor. 2006 -2013 yılları arasında maden sektörü yüzde 15.5 kar edeken, aynı dönemde 651 madenci yaşamını yitirdi. Bu rakamlar, düşük maliyet, düşük ücretle karların nasıl elde edildiğini gösteriyor. Bunun bedelini ilkel koşullarda, denetlenemeyen, ihmal edilen ocaklarda çalışan emekçiler canlarıyla ödüyor. İşçiler canlarını yitirdikleri ile kalmıyor, geride kalan gözüyaşlı anne, baba, eş ve çocuklarına verilen sözler de yerine getirilmiyor. Hani Soma işçilerine verilen sözler, neden paraları ödenmiyor? Ermenekli madenci annesinin yetkililere hitaben ''Siz buradan çekip gideceksiniz. Biz ne yapacağız?' sözleri tüm gerçekleri gözler önüne seriyor Niye emekçi bile bile ölüme gönderiliyor, niye niye, niye?.